“Üçe kadar sayıyorum” diye tehdit ederken bile araya iki buçuğu sokan vicdanlı çocuklardık biz, ne ara bu hale geldik. | Cahit Zarifoğlu | -
…
Çocukken kendi mahallemizde tüm çocukları bilirdik, tanırdık.
Tümüne dokunurduk.
Birlikte oynardık, birlikte düşer, birbirimizin elinden tutar, birlikte kalkardık.
Bir üst mahallenin çocuklarını da bilirdik, bir ötenin de…
Evleri bilirdik hatta odaları, bahçeleri bilirdik.
Her evin mutfağında oturmuşluğumuz vardı, bir öğle yemeğine ortaklığımız…
Hangi annenin, hangi tatlıyı en güzel pişirdiğimizi öğrenmiştik!
Anne babalarımız da bilirdi, herkes, herkesi…
“Biz falanlardayız” derdik, “geç kalmayın” denirdi, en fazla…
Çok evimiz vardı, çok teyzemiz, çok amcamız…
Psikiyatri Uzmanı Dr. Mehmet Yağlı’nın röportajını okurken, tüm bunları hatırladım.
Serhat İncirli’nin Kıbrıs Postası’nda yayınlanan röportajını kaçıranlar varsa eğer, internetten bulsunlar, yeniden okusunlar.
“İnsanlar, bireyselleşmeyle, toplumsal ilişkilerin eskisi gibi olmamasıyla, çok değişen nüfus yapısıyla ciddi bir yozlaşmanın içindedir... Eskiden, mahalle baskısı vardı... Artık bizde mahalle baskısından bahsedemeyiz... Mahallemizde kimin kaldığından, kimlerin yaşadığından haberimiz yoktur artık. Her gün değişiyor insanlar mahallenizde... Mahallede kalan insanlar bizim kim olduğumuzu bilmiyor...”
* * *
En son ne zaman bir “komşumla” kahve içtim, anımsamıyorum.
Özellikle kentlerde büyük bir “yalnızlaşma” vardır.
Artık “misafir” dahi uğramıyor evlere…
Hep birlikte “dışarı” çıkılıyor.
Belki köy yerinde, küçük kasabalarda halen bu “samimiyet” korunuyor.
Ama kentler üzerimize yıkılıyor!
* * *
Avrupa’da hayatın hep böyle olduğu anlatılırdı.
“İnsanlar makine gibi” denirdi.
Yok, biz öyle de değiliz hani…
Çok çalışmaktan yakınsak dahi “toplumsal üretim” adına manzaranın parlak olduğunu söyleyemeyiz.
Tam aksine tüketim delisiyiz!
Avrupa’yı geziyor, gözlemliyoruz üstelik.
En azından bir sistem var oralarda, temiz bir çevre var, bir disiplin var, insana değer var.
Ya bizde!
Paçalardan boşalan bencillik, fırsatçılık, samimiyetsizlik!
* * *
Ne zaman ki sokaklarımızı çaldılar…
Ya da ne zaman ki sokaklarını çaldık, birilerinin…
Galiba böyle başladı yozlaşma…
Böyle kayboldu masumiyet!
Bir ipte!
Daha önce de oldu mu, bilmiyorum.
“Kıbrıs Cumhuriyeti” ve “KKTC” bayrakları, aynı “ip” üzerine asıldı!
Bir ipte iki “cambaz” oynadı (!)
Bilardo şampiyonası bu!
Farklı renkten toplar, farklı deliklerden bir “kucak”ta buluşuyor.
Elbette önce “tokuşuyor.”
Kıbrıs adasında biz bunu başaramadık.
Tokuştukça tokuştuk!
Buluşamadık.
…
Bayraklar hiçbir zaman bana hayatı anlatmadılar.
Senelerce yurt dışı festivallerinde aynı yalanı yaptık.
En önde elimizde “KKTC” bayrağı yürüyor, forumları “Cyprus” diye dolduruyor, ülkeye girişte “Kıbrıs Cumhuriyeti” pasaportu gösteriyorduk.
…
Altın soru şudur: Geleceğini görüyor musun?
Yarınlara dair körlük varsa, bugünlere dair adaletsizlik…
Ne fark eder, dağdaki ya da ipteki bayrak!
Ne?
Bakanın kedisi!
Elbette bu fotoğrafları Çalışma Bakanı, sevgili Zeki Çeler’in izniyle yayınlıyorum.
Biliyorum, özellikle “patronlar kulübü”nün çok da sevdiği bir bakan değil.
Popüler işlere de meraklı.
Ama görüyorum ki, toplumun çok farklı kesimleri onun “ezber bozan” yönünü takdir ediyor.
Elbette “beğenilmek” ya da “ses getirmek” güdüsü her zaman doğru siyaset üretmiyor.
Yine de ofisinde, yani “makam”da kedisiyle birlikte bir bakan görmek beni gülümsetiyor.
O makamlar ki ne “nankör”ler gördü, ne “üç kağıtçılar…”
Girne’deki bir cafeye gittim, yeni açılmış.
Lezzetini çok tutmasam da menü ve sunum güzel!
Ama şaşkınlığım şu.
“Hellim” isminin tescili, adanın iki yanında adeta bir “uluslararası kriz”e dönüştü.
Peki nasıl oldu da bu ismi, bir cafemiz alabildi?
Bir de…
Ne olur vazgeçiniz şu “hellim peyniri” muhabbetinden!
Hellim helimdir.
En azından Kıbrıs’ta böyle!
NOTÇUKLAR
Cafe, büfe ve restoranlarda açıkta duran mayonezlere taktım! BU SICAKTA “zehirlenmeye” davetiye değil de !
:::
EZİÇ Lefkoşa’da üst kata “özel” bir alan yaratıldı. İş yemekleri ya da basın toplantıları için ihtiyaçtı. Ve “engelli asansörü” unutulmadı. Mehmet Eziç’e bir kez daha hayranlık duyduk.
:::
TERZİDEN ‘SİYASET’ DERSLERİ
“Hükümet çok dağınık, her kafadan bir ses çıkıyor.”
“Ne istiyorum biliyor musun, caydırıcı cezalar. Trafikte, adli olaylarda…”
“Yüz elli liralık uçak bileti altı yüz lira oldu. Memlekete nasıl gideceğiz?”
:::
O kadar çok “şiddet”e odaklıyız ki, dünyanın “kırmızı ay” diyerek izlediği ay tutulmasına, kimileri “kanlı ay” adını taktı!
:::
Popüler doktor Mehmet Öz’ün sosyal medya yorumunu not ettim: Herkes, başkasının ne yaptığına bakıp bir şeyler “sanıyor” ama gördüğü şey aslında doğru değil.