Tufan Erhürman
Yeni yılın gelişini neden bu kadar heyecanla karşılar insanlar? Sanırım günümüzde, özellikle de ağırlıklı olarak bu dine mensup olmayan insanların yaşadığı ülkelerde, heyecanı Hıristiyanlıkla açıklamak pek kolay değil. Başka bir şeyler de var işin içinde. Bu “şey”lerden biri de geleceğe dair umuttur herhalde!
Gelecek yılın geçmişte, kalandan daha iyi olacağı konusundaki beklentilerdir umudu yaratan. Her yılın, hatta her günün bir öncekiden daha iyi olacağına dair inancın ilerleme fikriyle bir yerlerden eklemlendiğini düşünürüm her zaman.
Köker, ilerleme fikrinin tarihiyle ilgili önemli bir eseri olan Robert Nisbet’ten yaptığı alıntıda şunları söyler: “Nisbet… ilerleme fikrinin içerdiği öğeleri şöyle sıralıyor: zamanın tekyönlü bir akış olarak algılanması; insanın ve doğanın özünde yer aldığına inanılan bir eğitimin sonucu olarak geçmişten bugüne düzenli gelişme aşamalarından geçileceğine ve her aşamanın kendisinden öncekilere nazaran daha üstün olduğuna olan inanç; bu sürecin zorunlu, bir doğa yasası kadar kesin olduğunun kabul edilmesi”1
Görüldüğü gibi bu fikir, her şeyden önce, olgulara değil, bir inanca dayanır. Elbette öyledir çünkü tarih bu fikri doğrulamamıştır. 20. yüzyılda Nazilerin gerçekleştirdiği vahşetin, Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarının yarattığı tahribatın, Guantanamo’da yapılanların daha önceki yüzyıllarda yaşananlardan çok daha iyi, çok daha insani, çok daha “ileri” şeyler olduğunu kim iddia edebilir ?
Yine de ilerlemeye duyulan inanç iyi gelir insana. Oturduğunuz yerde, geçiyor diye bir şeylerin daha iyi olacağını, daha ileriye gideceğini, insanların daha mutlu olacaklarını düşünmek gibisi var mı? Hele de bizimki gibi, bir türlü özne olamayan, dolayısıyla ilerlemeyi güzellikleri, iyiliği kendi iradesi ve yaratamayacağına kani olan toplumlarda, bizim dışımızdaki sebeplerle, bizim dışımızdaki insanların çabalarıyla ya da tarihin doğal akışı sonucunda bir şeylerin her geçen yıl, hatta gün sürekli daha iyiye gideceğine inanmak (o meşhur reklamda denildiği gibi): Paha biçilmez!
Ama gelin görün ki kazın ayağı hiç de öyle değil aslında. Bireyin de, toplumun da, genelde insanlığın da ileriye ya da geriye gitmesi mümkündür geçen gün ya da yılla birlikte. Elbette dışsal unsurlar da etkilidir ancak gidişatın yönünü belirleyen kural olarak öznelerin kendileridir. Bu gerçeği kabul etmek ise tabii ki sıkıntılıdır.
Çünkü onu kabullendiğimiz anda kıpırdamak, rahatınızı bozmak, kendiniz, toplumunuz ve genelde insanlık için bir şey yapmak gerekir. Dahası bir şey yapmak hem meşakkatli hem de tehlikeli bir iştir. Çünkü daha iyiye, daha güzele ulaşmak için yapacağınız her şey kurulu düzene doğal olarak terstir. Düzene ters düşen işler yapmanın da her zaman bir bedeli vardır.
Ödenmesi gerekir. Ödemeyene bir biçimde ödetilir.
Hülasa, yeni yıla girilirken heyecanlanılacaksa da, bir şeyler kendiliğinden düzelecek inancı dolayısıyla olmamalıdır bu. Böyle bir inanç koftur. Doğada da, tarihte de karşılığı yoktur. Heyecan duyulacaksa, yeni yılda yeni şeyler yapmaya, kıpırdamaya, gerekirse bedel de ödenerek var olanı daha ileriye götürmeye karar verildiği için yaşanmalıdır bu duygu.
Aksi halde hiçbir şey bugünküden daha iyi olmayacak, hatta daha da kötüye gidecektir. Siz bakmayın Ömer Vargı’nın yönettiği, Cem Yılmaz ve Mazhar Alanson’un oynadığı, o izlenesi, o sevimli filmin adına. Biz özne olmamakta direnirsek biraz daha, hiçbir şey çok güzel olmayacak, her şey bugünkünden de daha kötüye gidecektir 2013’te… (2014’te…)
----------------------------
1. Levent Köker, “Yokolmanın Eşiğinde Bir Fikir: İlerleme” Toplum ve Bilim, Sayı: 27, Güz 1984, s. 195.
Bu yazı 30 Aralık 2012’de Adres’te yayınlanmıştı.