“Her şey sende başlar, sende biter…”

Cenk Mutluyakalı

“Sevginin olmadığı yerde akıl arama” der Dostoyevski, galiba tam da o durumdayız.

İnsanların birbirine güvensizliğinin, kötücül duygularının, çekememezliğin, ön yargının ve genelde retçi tavırların en önemli sebebi bu olmalı diye düşünüyorum.

İnsandan çok “mal, mülk” sevildi buralarda… Ölüm kutsandı yaşamdan çok daha fazla… Para önemsendi, güzel bir sözden evvel… Menfaat ve gösteriş budalalığı alkışlandı. Bile bile ve göre göre ikiyüzlülük kabul edildi, sahiciliğin yerini yapaylık aldı, samimiyetin yerini yalancılık…


***
Yaşadığımız geleceği belirsiz, hoyrat ve eğreti düzenin kaymağını yiyenler, çoğunlukla mağduru da oynuyor.
Şikayet varsa, en önde, onlar koşuyor.

Hem bu düzenden beslenmek, hem de isyanları oynamak ortaya büyük bir samimiyetsizlik çıkarıyor.
Hem öfkelenmek, hem de bal sürmek statükonun ekmeğine, organize bir yüzlük olarak hayat alanlarımızı kapsıyor.

***
Düzen kolay değişmiyor ve statüko yıkılmıyorsa, en önemli sebebi hem ortağı hem de karşıtı olmaktır bu yapının… Hem faili hem de kurbanı… Kendinizi iyice kazıyınız, göreceksiniz, bir yerlerden masum olmadığınızın tortusu belirecek.


***
Son 50 yıldır dünyaya kapalı yaşamanın hazin sonucuyla yüzleşiyoruz.
İnsanlar birbirine saygısını yitiriyor.

Uluslararası toplumla rekabet şansımız olmayınca, yenilikçi anlayışları ve kaliteli dokunuşları kopyalayamıyoruz; yobazlık transfer ediliyor içimize, yozluk ve kirlilik taşınıyor. Okyanuslara açılmak umudu olmayınca, kirli bir göletin içine topluca uyumlaşıyoruz.


***
“Hak ediş” kriterleri buralara özgü…
Yandaşlık…
Hısımlık…
Yalakalık…
Yaygaracılık…
Milliyetçilik
gibi gibi…

Mevcut kurulu düzeni ayakta tutan temelleri geliniz gözden geçirelim.
İstihdamlar…
İhaleler…
Krediler…
Kiralar…
Teşvik, tazminat ve imtiyazlar...
Evkaf ve hazine malları…
Tayin, terfi ve atamalar….
Arsa, arazi, mülk devirleri…
İskan…
İzinler…

Hemen hepsinde hak ediş ya da başarı kriteri eşitlik, başarı, beceri, ihtiyaç, donanım, yetenek, kapasite değildir.
Çoğu “gizli kapaklıdır” üstelik, şeffaflıktan uzak, ilan edilmemiş…
Böyle gelmiş, böyle gitmektedir, diyor çoğunuz.
Üzgünüm ama öyle değil.
Böyle gelmiş, böyle çökmektedir!

***
Yine içinizi kararttım.
Sevgiyle başlamıştım, öyle de bitirelim, Friedrich Nietzsche imzalı bir sözle bu kez…
“Kim sever seni, sen kendini sevmezsen?
Her şey sende başlar, sende biter…”




 

Bir yurdun ‘yarısı’ yutuluyor

“Türk Devletleri Teşkilatı” üyelerinden biri Azerbaycan’dır.
“Azeri” olarak tanımlar kendini, Azerbaycan’da yaşayan yurttaşlar ve kimse, bu durumu ayıplamaz.

Azeri kültürüne sıkı sıkıya sarılır, bununla gurur duyarlar; bir zenginlik görürler bu kültürü, bir değer bilirler.
Haklıdırlar.


***
Kırgız…
Kazak…
Özbek…
Macar…
Türkmen…
Azeri…
Böyle anarız tümünü…

Hepsi “Türk Devletleri Teşkilatı” üyesi olsa da… “Türk” olmak değil Kırgız ya da Özbek olmaktır önde gelen kimlikleri…

Kimse onları aşağılamaz, düşmanlaştırmaz, dışlamaz bunundan dolayı…

***
Kıbrıs’a ait bir durumdur, bir toplumun kendi kimliğinden, kültüründen, benliğinden kopartılma çabası… Kendini korumak istediği an, ayıplanması…

Azerbaycan’da “Azeri”, Özbekistan’da “Özbek” olmak gururdur, çatışma ya da gerilim sebebi yerine…

Kıbrıs’ta Kıbrıslı olmak - adanın kuzeyi için- giderek bir nefret nesnesine dönüştürülmek isteniyor. Dahası var. Bu ırkçı, bölücü, ayrılıkçı zihniyete göre adanın güneyinde yaşayanlar da Kıbrıslı olamıyor, onların da illaki “Rum” olması gerekiyor.

İnsanlarla da sınırlı kalmıyor, ayrılık zihniyet ve nefret dili…. Araçlar “Rum arabası”, siyasi partiler “Rum partisi”, pasaportlar “Rum kimliği…

Ne varsa Türk, Rum ayrışacak ama içinde Kıbrıs olmayacak!
 

***
Kıbrıs’ta Kıbrıs’ı yaşamak ve hissetmek kusurmuş ya da suçmuş gibi gösterilmek isteniyor yıllardır. Marjinal görülüyor, Kıbrıs’ın kendi değerlerini yükseltmesi…

Bu manzara adanın kuzeyine aittir, güneyde yoktur.

Kıbrıs’ı Türkiye gibi yaşayan bir çoğunluk var buralarda… Kendiliğinden gelişmedi bu durum… Tarihsel olarak planlandı, yönetildi, dayatıldı. Eğitimle, iletişimle, kültür transferiyle başarıldı bu… Şimdi çok daha ciddi, ağır, agresif bir baskı var. Nüfus taşındı, demokrasi bastırıldı, üretim araçları kuşatıldı birer birer… Bir yanda tarikatlar çalışıyor şimdilerde, beri yanda ajanslar, vakıflar, istihbarat örgütleri, başkanlıklar…

Su, elektrik, limanlar tümüyle kontrol altına alındı.
Nüfus, siyaset, eğitim, iletişim…

***

Azeriler kendini “azınlık” hissetmez Azerbaycan’da... Özbekistan’da nüfusun yüzde 80’i Özbek’tir. Kazakistan’ın 19 milyonluk nüfusunda Türklerin sayısı 150 bindir.

Ada’nın kuzeyinde Kıbrıslılar “azınlık” olmak gibi bir yüzleşme, yabancılaşma, yoklaşma sürecindedir. Dünya buna seyircidir ne yazık.


Buralarda yaşayan önemli bir çoğunluğun Kıbrıs’a dair ne bir kültür bilinci vardır, ne de tarih… Kur’an kurslarına taşınan çocuklar tek bir Kıbrıslı şairi tanımaz, yurttaşlık verilen isimler ne efsane sporcuları bilirler buralarda, ne de bilim insanlarını… Topluluk olarak içinde yaşadıkları kültür çoğunlukla denizin ötesindedir. Siyasetçiyi de artisti de oradan bilirler…
 

***

“Türk Devletleri Teşkilatı” toplantısına “KKTC” ya da “Kıbrıs Türk Devleti”nin davet edilmemesinden çok daha güçlü bir sorun var ortada!
Yokluk gibi…
Bir ülkenin kendini kaybetmesi ya da kaybettirilmesi gibi…
Kıbrıslı Türkleri “görünmez” yapan siyaset, aslında adada “iki devlet” talep etmiyor.
Uluslararası siyaset ve hukuk anlamında bunun kabulünün mümkün olmadığını da çok iyi biliyorlar zaten…

Durum çok daha acıdır.
Demokrasisi, iradesi, kültürü, kimliği, nüfusu, özgürlüğü ve değerleri ile Kıbrıs’ın kuzeyinden Kıbrıs’ı siliyorlar!

“Teşkilat”ın gündeminde Kıbrıs yok!
Kıbrıs’ta “Türkiye” var.
Kırılma noktası ve yol ayırımı budur.


Tek teselli onca yıl, onca müdahale, onca mühendisliğe ve orantısız güce rağmen birilerinin Kıbrıs’ı yaşamasıdır, yaşatması, korumak için çalışmasıdır hâlâ…