Sevgi Yalman
Baki Boğaç, aşka aşık… Aşkla yaşarken “savaşa da hayır” diyor ama şimdilerde savaşmak zorunda… Savaştığı şeyse bir hastalık, ‘Parkinson’. “Onu mutlaka yeneceğim” diyor
Baki Boğaç… O bir heykeltıraş ve aşık. Sanata aşık, heykele aşık, eşine aşık, Mağusa’ya aşık ve denize aşık. Reenkarnasyon’a (ruhun başka bedenlerde hayat bulması) inanıyor.
Kendini, yaşama merhaba dediği Larnaka’nın Tuzla köyünde, daha 6 yaşında iken köy camisinin resmini yaparken hatırlıyor. İlkokul 2. sınıfta Tabiat Bilgisi dersinde hocası Hasan Karabiber’in gösterdiği kıyma makinesinin aynısını 2 gün sonra süt kutularından yapmış.
8 yaşındayken okul bahçesinde bulup su ile karıştırdığı ve şekil vererek bir insan figürüne dönüştürdüğü toprağın kil olduğunu ise yine hocasından öğrenmiş.
O gün eline aldığı kili hiç bırakmamış. Bu yıl profesyonel olarak 30. yılını kutlamaya hazırlanıyor. Kıbrıs’ta 7 kişisel heykel sergisi açan Baki Boğaç, 30 aşkın karma, 4 de uluslararası sergiye katılmış. 1988-2001 yılları arasında 5 kez Devlet Resim Heykel Sergisi ödülü almış.
Baki Boğaç’ın eserleri, çeşitli devlet kuruluşlarında, Türkiye, Almanya, Fransa ve Amerika’daki bazı özel koleksiyonlarda yer alıyor.
Heykellerinde soyut çalışmayı seven Baki Boğaç son dönemde kinetik heykeller yapmaya başladı. Antik çağdan günümüze tüm savaşları reddeden sanatçı, savaşların, emperyalizmin doyumsuz para hırsından çıktığını irdeleyen hareketli heykeller yapıyor. Kıbrıs’ta ilk olan bu çalışmalarını da önümüzdeki aylarda sergilemeyi planlıyor.
Baki Boğaç, “Savaşa Hayır” diyor ama şimdilerde savaşıyor. Savaştığı şeyse bir hastalık ‘Parkinson’. “Onu mutlaka yeneceğim” diyor ve devam ediyor. “Yaklaşık 10-12 ay inanılmaz acılar içinde yaşadım. Bu süreçte kullandığım ilaçların yan tesiri ile boyun kasılmalarım oldu. Sanatsal üretimden fiziki olarak uzak kaldım. Doktorumun ‘bu ağrılar hastalığın rutini, senin manevi gücün aldığın kimyasallardan(haplardan) daha önemli’ sözü üzerine kendimi revize etmeye karar verdim. Kısa süre içinde bir başka aşkım olan denizin de etkisiyle parkinsonun defterini düreceğime inanıyorum.”
Boğaç, “acılar içinde kıvrandığı dönemde sanatsal üretimden uzak kaldım” diyor ama bu doğru değil. Heykel yapmamış ama başka sanatsal faaliyetlerle uğraşmış. Geçtiğimiz yaz, deniz sahilinden topladığı irili ufaklı deniz kabuklarından heykeller, küpe, kolye ve yüzükler yapmış. Ama onları saymıyor. “Üretimsiz geçen bu aylar bana kuluçka dönemi oldu. Şimdi heykeller damlaya damlaya değil, şelale gibi gümbür gümbür gelecek” diyor.
Adres Kıbrıs sordu, Baki Boğaç anlattı;
.1951 Larnaka-Tuzla doğumluyum. 6 yaşındayken arkadaşlarım alfabe öğrenirken ben çizgi ve resimle uğraşıyordum. Ruhun yeni bir bedende devam etmesine (Reenkarnasyon) inanırım. Bana çok iyi bir karma yapı geldi. Babam deri fabrikasında işçiydi. İşe yaramaz kösele bıçaklarını bana getirirdi. Tahtaları yontar, lastikleri keser hep bir şeyler yapardım. O dönem western filmleri vardı. Çocuk aklımla kızılderililerin haksızlığa uğradığı gerçeğini kavramıştım. Tahtadan silah, kılıç, kalkan, torbadan kızılderili kıyafeti yapar boyardım. Arkadaşlarım beğenince motive oldum. Onlara da yaptım.Ama oyunlarda ben hep Kızılderili oldum.
.Kendi içimdeki çocuk o kadar açtı ki 62 yaşına geldim, şu anda bile hala doymuş değil. Sanatçı olmamın en büyük motivasyonu bana bu oldu. Sınırsız hayal gücü ve çok iyi bir gözlem yeteneği.
.Yaşadığım Tuzla köyü Larnaka’ya çok yakındı. Ailem Larnaka’ya gitmeme izin vermiyordu. Ben de “denize gidemezsem o bana gelsin” diyerek kurumuş bir hurma gövdesini aldım. Testere, keser ve bıçak kullanarak sandal yaptım. 12 yaşındaydım. İçini cam macunu ile sıvadım, deniz mavisi boyayla boyadım, içini su doldurdum, bütün yazı, arkadaşlarımla bu suda geçirdim.
.Mağusa’ya gelişim, benim için büyük motivasyon oldu. Mağusa’nın büyülü güzelliğinden çok etkilendim. 7 sanatı da içinde barındırdığı için mimarlık eğitimini seçtim. İTÜ’de Yavuz Görey’den heykel ve tasarım, Şadan Bezeyiş’ten resim dersleri aldım. Tüm boş zamanlarımı bu hocalarımın atölyelerinde geçirdim.
***
“Tüm kültür sanat çalışmalarına maydanozum”
.Mağusa’ya olan aşkımdan dolayı, tüm kültür sanat çalışmalarına ‘maydanoz’um. Kıbrıs Sanat Derneğinin kurucularındanım. Her çalışmaya katkı koymak isterim. Son dönemde Mağusa’ya bir heykel müzesi kazandırma çalışmalarına da katkı koymaya çalışıyorum.
.Bir şeyi sevmek demek, o şeyi tanımak demektir. Aşık olduğum şeyi sürekli düşünürüm, aklımda güzelleştiririm. Mağusa’yı çok iyi tanıdığıma inanıyorum. Kafamda Mağusa’ya dair yapılmış onlarca proje var. St.George Latin Kilisesi, Othello kalesi ve 2 yer altı kilisesi gibi.
.1972 yılında İstanbul’da Eczacılık Fakültesi’nde okuyan eşim Sezin’le tanıştık. Sergilere yalnız gitmekten kurtuldum.
Asur Krallarının yüzüğünü taktılar
Söyleşinin tam da bu noktasında kendisi de bir sanatçı olan Sezin Hanım araya giriyor ve “Ben ilk kez Baki’nin eserlerine aşık oldum. Namık Kemal Lisesi Mezuniyet Sergisinde eserlerini görüp çok etkilendim. Kuzenime de tanışmak istediğimi söyledim ama onu bulamadı. Daha sonra birkaç kez karşılaştık ama resimleri yapanın o olduğunu bilmiyordum. İstanbul’da resmen tanıştıktan sonra öğrendim” diyor.
Çiftin, nişan yüzüğü hikayesi de çok ilginç. Kuyumcu’dan bir çift yüzük almak yerine, birlikte gittikleri İstanbul Arkeoloji Müzesinde görüp beğendikleri Asur Krallarından birinin yüzüğünün aynını kuyumcuya özel olarak yaptırıp parmaklarına takmışlar.