Müzakereler devam ediyor. Her ne kadar da KKTC’nin Başbakanı geçen gün katıldığı bir TV programında “iyi ki müzakereler sona erdi” dese da liderler dün yeniden biraraya geldi. Görüşme sonrasında da 1 Şubat’ta yeniden görüşeceklerini açıkladılar.
Yani bu ülkede bir saray darbesi ile kurulan azınlık hükümetinin başbakanı müzakerelerin sona ermesini dileyebilir, ama sona erdiğini ilan edince böyle ofsatta kalır.
Doğrusu şimdi ne açıklama yapacak diye de merak etmiyorum. Çünkü herhangi bir açıklama yapmayacağını biliyorum. Zamanında ustası da aynını yapardı. Çok konuşmazdı, gerekmedikçe programlara katılmaz, açıklama yapmazdı.
12 Ocak 2017’de Cenevre’de garantörlerin de katılımı ile müzakereler bir üst aşamaya çıkarıldı. Kıbrıs sorununun bugüne kadar ellenmeyen Güvenlik ve Garantiler başlığı da masaya yatırıldı. Bu aşamadan sonra artık geri dönüş mümkün değildir.
18 Ocak’ta yine İsviçre’nin Mont pelerine kasabasında 3 garantör ülke ve adadaki iki toplumdan uzmanların katılımı ile yapılan toplantıda bütün taraflar taleplerini kayda geçirdi. Uzmanlar bu talepleri mümkün olduğu oranda birbirlerine yakınlaştırmaya çalıştı.
Doğrusu bunda pek başarılı olamadılar. Ama en azından tarafların ne istediği, hangi konuda esneklik gösterebileceği, neyin nasıl aşılabileceği yönünde bir altyapı oluşturdular. Şimdi BM uzmanları bu konu üzerinde ciddi ve çok yönlü bir çalışma yapacaklar. Bu arada Kıbrıs’ta liderler zirvesi ve müzakere heyetlerinin görüşmeleri devam edecek. Muhtemelen 1 Şubat’ta olmazsa ondan sonraki bir tarihte yeni bir Cenevre zirvesi için yollara düşülecek.
Özetle müzakereler Hüseyin beyin söylediğinin aksine bütün hızıyla devam edecek.
Bu arada hem bizdeki siyasilerden, hem Türkiye’deki siyasilerden, hem de Yunanistan’daki siyasilerden konu ile ilgili çeşitli açıklamalar geliyor.
Bizde iki taraftaki statükocular birbirlerine harita verdi diye kendi liderlerini topa tutuyorlar. Bir an once çözümsüzlüğün ilan edilmesini istiyorlar. Her nasılsa hiçbir konuda anlaşamayan iki taraftaki statükocular bu konuda bire bire örtüşüyorlar.
Türkiye’den de son dönemlerde “adada bir tek Türk olmasa bile Türkiye’nin stratejik çıkarları gereği Kıbrıs’a ilgisi aynen devam ederdi” gibi Kıbrıslı Türkleri hesaba katmayan açıklamalar duymaktayız. Aynı Türkiye’nin 1950’lili yıllarda Kıbrıs’tan giden Kıbrıslı Türk liderlere “bizim Kıbrıs diye bir sorunumuz yoktur” dedikleri ve bizim liderlerin bıkmadan usanmadan neredeyse itekleyerek Kıbrıs sorununu en sonunda Türkiye’nin gündemine aldırdıklarını da unutuyorlar.
Yunanistan ise başka telden çalıyor. Yunanistan’da büyük umutlarla iktidara gelen sol koalisyon lideri Tsipras önce ülkeyi muhalefetteyken karşı çıktığı AB Triosu’na emanet etti. Sonra da Kıbrıs sorununda milliyetçi söylemlere teslim oldu. En sonunda da artık son aşamaya gelen müzakere sürecinde “Kıbrıs sorununun çözümü için bir zemin olmadığı açık” diyerek sorumluluk alacağı yerde müzakere sürecinden kaçmaya çalışıyor.
Üçüncü garantör İngiltere ise tek bir şey söylüyor “benim üslerime dokunmayın da ne karar alırsanız alın”.
Müzakereler herşeye ragmen sürüyor. Elbette bunda başta Akıncı ve Anastasiadis ile bütün yükü omuzlayan müzakereciler Özdil Nami ile Andreas Mavroyannis ve BM özel temsilcisi Espen Bart Eide’nin çabaları takdiri hakeder diye düşünüyorum.
Bu aşamada yakın zamanda çözüm mümkün mü bilemem. Ama bu aşamaya kadar gelmiş 50 yıllık bir sorunu çözümsüz bırakmaya hiç kimsenin razı olacağını düşünmek istemiyorum. Bu kadar emek ve çabanın cope atılacağını ve silbaştan yeniden başlanacağına ise hiç ihtimal vermiyorum.
Yola KKTC ile devam etmek demek de aslında statükonun sürmesi demektir. Buna da kimse izin vermez diye düşünüyorum.