Neriman Cahit
İçimdeki ‘ben’le başa çıkmak zor.
Çoğu kez başaramıyorum… Çünkü o, Lefkoşa’ya 8 yaşında gelen ve şaşkaloza dönen O küçük kız olarak kaldı. Ve sanırım, hiç büyümeden de ölecek…
Yüzümün alacasına fena vuruyor günler, anılar bu günlerde… Sadece anılar değil… Bütün bir geçmiş… ‘Tüm hatalarıyla, durur durur da vurur beni çıkmaz sokaklarımda… Bir kez girip de çıkıl(a)mayan o sokaklarda…
Geçmişin yangınlarından geriye dönüp de aşırdığım, küllendiğini sandığım közlerden… Yanan tutuşan ellerim ve yüreğim…
O kız çocuğu hep peşimdedir…
Çoğu kez, gözlerini iri iri açarak ‘izler’ beni…
***
“Herşeyi ama her şeyi küstürdük…
Çürüttü sevgisizlik onca şeyi…
Kumrular da küsüp gidecek…
Ve bizler de…
Ama ne..re..ye…
***
Aslında
İnsanlar, pek çok şeyi… Fark edemeyecek kadar aldırıp etmez olmuşlarsa birbirlerine
Birlikte yaşar gibi görünmenin
Ne anlamı var ki…
Bir insanı, yıllarca görememenin, ‘Onu’ yitirmek olmadığını biliyorum artık…
***
LEFKOŞAM… ŞEHERİM BENİM…
Eskiden çoğu kez yürüyerek gelirdim sana, Öğretmen Evlerinden… Ve, öylesine mutlu olurdum ki sokaklarında dolaşmaktan…
Ama artık, bunları yapmak içimden gelmiyor.
Her çıkışında da, boşuna tanıdık yüzler arıyorum… Ve, her geçen gün bulmaktan umudumu kesiyor muyum ne…
İnsanımız artık: “Yaşama umudunu ve sevincini yitirmiş. Çoğu sanki ‘balmumundan maskeler’ gibi dolaşıyorlar sokaklarda. Ama, düşünüyorum da: Eğer biz, gerçekten de yurdumuzu sevseydik… Ne lahmacuncular ne dönerciler ne pansiyoncular Lefkoşa’yı böylesine bozamazlardı…
***
Reşadiye’de bir ev…
“O, yüzlercesi gibi, yıkılan ‘eski bir Lefkoşa evi…’ Kırnı’dan – Şeher’e geldiğimizde oturduğumuz…
Hâlâ odalarında, köyden ilk geldiğim süreçteki çocuksu korkularım ve düş kırıklıklarımı saklıyorum…
Hala daha – sözde – duruyor o… Yerli yerinde…
Tıpkı ve sadece benim gibi…
Aşk değil artık yaşadığımız
Yüzlerimiz yenilgi pası
Çelik intiharı
Çıldırışı ormanın
Ki kuytularımızda
Hâlâ o yılan ıslığı…
Güneş… kum… ses… ateş…
Cinnet ve ihanet…
Oysa
“kim istemezdi hayatının
Sevgiliye mektuplar olarak
Kalmasını…”
Öyleyse neden
Hep
Yanlış adreslere yazdık
Aşk mektuplarımızı…
Gidemiyorsam bu kentten
Sürçüyorsa hayatım
Hâlâ son sözü söylemediğimdendir…
O derin umman uğultusu
O aynalara hiç yansımayan
Paslı hayalet
Künyemize tekrar ve tekrar kazınan
Atalet
Tutsaklık, ki bir onulmaz illet…
Yüreğinde sevmek bir acı su
Bağlar kurumuş, üzüm taneleri küf
Şarap testisi kırık
Yanık tenli bu coğrafya unutkan
Nicedir, ‘suskuyu’ susan…
Tanımaz olmuş oğlunu kızını
Unutmuş mitlerini şarkılarını
Dilindeki sesini unutmuş…
Hızla geçip gideli o atlı
Yüzümüz mahşerin poyrazı
İçimize tünemiş bir baykuş sızı…
Onda, derin bir hüzün
Bizde ağır bir acı…
Bir kulak verin… duyacaksınız…
Çook uzaklarda…
‘Mahûr faslını’ çalıyor o eski gramofon…
Hâlâ…
Neriman CAHİT