HER TEPE, OLİMPUS DEĞİLDİR…

Tamer Öncül

 

Efsaneler ve Mitoloji, ortaya çıkan beklenmedik / Olağandışı işaretler’den yola çıkıp, geliştirilen öyküler üzerine kurulur genelde…

Bu beklenmedik / olağandışı işaretlerin, genelde doğa olayları ya da sosyal olaylarla ilgili olması bir rastlantı değil. İnsanoğlunun evreni ve onun kurallarını; dünyayı ve doğa olaylarını; insanı ve onun sosyal yapısını / ilişkilerini yorumlamaya, çözümlemeye çalışmasının bir sonucudur…

Örneğin Yunanlılar, evreni tanrıların yarattığına inanmaz; “tanrılardan önce yer ile gök vardı: Titanlar (yaşlı tanrılar) onların çocukları, tanrılar da çocuklarıydı”  inancından hareket ederek oluşturmuşlardır mitolojilerini…

Bu mitolojideki işaretler tanrıların, kendi aralarındaki savaşların, insanlara yönelik tavırlarının ve doğa olaylarını yönlendirmelerinin göstergeleridirler…

Her şey, iktidarı Titanların elinden alan Zeus’un, evreni kardeşleriyle paylaşmak için kura çekmeleriyle başlar… Evrendeki tüm olayları belirleyen de onlardır!.. İnsanlar bunu ancak işaretleri okuyarak / yorumlayarak anlarlar… Elbette, işaretleri sıradan insanlar okuyamazlar!.. Bu iş için her kabilenin bir bilicisi / büyücüsü vardır!.. Onlara danışılmadan adım atılamaz…

Mitoloji’ye bakılırsa, korkunç Troia Savaşı, basit bir nedenden: Hera’nın (Zeus’un karısı ve kızkardeşi)  kıskançlığı ve kini yüzünden çıkmıştır… Bir Troialı kalkıp, evrende Hera’dan daha güzel bir kadın bulunduğunu söylemeseydi bu korkunç savaş çıkmayacaktı!..

Mevsimlerin oluşması (Demeter ve kızı Persophone’nin hikayesi); üzümün ve şarabın ortaya çıkması (Dionysos); yanardağların patlaması; insanlığın yaratılması ve ateşin onlara verilmesi; kötülüklerin ortaya çıkması (Pandora’nın yaratılması) ve UMUT’un sandıkta kalması; savaş / barış, kıtlık / bolluk, tufanlar, hatta aşk, hep tanrıların kendi aralarındaki kavgalara / barışlara, kıskançlıklara ve kin duygularına bağlanıyordu…  

Yunan Mitolojisi’nde insanlık için en önemli tanrı Prometheus’tur… Ateşi tanrılardan çalıp insana veren; kadını yaratıp insanoğlunun çoğalmasını sağlayan; başta Zeus olmak üzere tanrılara kafa tutarak direnişin, ve tüm tehdit ve işkencelere karşın özgür düşüncenin / iradenin sembolü olan odur…

Aşk tanrıçası EROS’u da unutmamak gerekir… İnsanoğlu’nun temiz sevgisi, emeği, ve aşkı için verdiği mücadelede, hep insanın yanında olan bu tanrı Kıbrıs’a da çok uğramıştır… Onun Kıbrıs’a ve Kıbrıslılara kendini yakın hissetmesi, belki de annesi güzellik ve aşk tanrıçası Afrodit’in de bu adanın kıyılarında doğmasındandır…

Heykelci Pygmalion’un,  büyük bir emekle yaptığı kadın heykeline (Galateia) aşık olup; acı çektiğini gören Eros, heykele can verir… Pygmalion’la Galateia’nın bu büyük aşkından bir çocuk doğar: Paphos…

***

Günümüzde durumlar farklı mı?

İlkel sömürgeciliğin tiranları (Feodal Krallıklar), iktidarı yeni sömürgeci (kapitalist) tanrılara kaptırdıktan sonra hızlanmadı mı, Dünyayı Paylaşma Savaşları?

Zamane Zeus’u ABD’nin diğer emperyalist (kardeşleriyle) ülkelerle Dünyayı paylaşma kavgaları insanlığa “ölüm /kan /göç /acı ve zulümden” başka bir şey kazandırmadı… İki büyük “Paylaşım Savaşı”nın ardından bölgesel “Paylaşım savaşları” o kadar yaygınlaştı ki; bu gün “adı konmamış” bir 3. Dünya (Paylaşım) Savaşı yaşıyoruz…

Her geçen gün daha çok insan yerinden, yurdundan ediliyor. 21. Yy’da, sıcak çatışmalarda ölen kadar insanın “açlık ve kolera vb. hastalıklar” yüzünden ölmesi, ne tanrıları utandırıyor; ne de (onların tüketim, bencillik ve korku virüsüyle köleleştirdiği) insanları.

HERA’nın kıskançlık ve kini salgın hastalık gibi yayılmış dünyaya; Pandora’nın sandığından fırlayan kötülükler; bugünkülerin yanında “masalsı bir masumluk” taşıyor neredeyse… Prometheus kılığında dolaşan binlerce sahtekâr bize ateşi vermek yerine; bizi ateşe veriyor…

EROS’un attığı ok, altın suyuna batırılmamış; kuyruğu dolarlarla süslenmemişse, kimsenin kalbine denk gelmiyor.    

Ve şimdi, (yeniden ve yine) tanrılar İsviçre’nin bir başka tepesinde toplanmış Afrodit’in/Pygmalion’un ikiye bölünmüş adasını (Paphos’tan Galateia kadar) ne yapacaklarını konuşuyorlar… Sahte Dionysos (şarap yerine viskiyi tercih eden); Prometheus (ateşi kendi insanından çalıp; Anası’na sunan); Sandığında Pandora’nınkinden çok kötülük taşıyan Garnitür tanrıları kendi aralarında “haklılık kavgası” yaparken; biz oturmuş seyrediyoruz… Mitolojide bile, savaş / barış, kıtlık / bolluk, tufanlar, hatta aşkın, hep tanrıların kendi aralarındaki kavgalara / barışlara, kıskançlıklara ve kin duygularına bağlandığını” hatırlamak istemiyor; sandıktan çıkarıp; diri diri yaktığımız UMUT’un küllerinden “nur topu gibi bir ANKA kuşu doğacağını hayal ediyoruz…

Oysa Crans Montana’ın, Olimpus olmadığını; orada kapışanların da (Mitolojik) kahraman değil; figüran olduklarını bir kez daha acı bir şekilde gördük...

Şimdi bizi daha sıcak günler bekliyor. Temmuz’un “deli sıcağı” yıllardır yüreklerimiz yakıp durdu; bu Temmuz da diğerlerinden farklı olmayacak; belli…

Yeni çılgınlıkların, milliyetçi kalkışmaların, toplumlararası güvensizlik ve çatışma ortamlarına sürüklenmesini engelleyebilecek tek güç, bu adanın barışçı insanlarının birlikte mücadelesidir…

Ne Olimpus tanrılarından, ne emperyalist güçlerden, ne kurtarıcı(!) analardan, ne de sahte kahramanlardan bize hayır gelmez…

Ya kendi destanımızı kendimiz yazacağız; ya da arkeologlara, antropologlara malzeme olacağız…

Üçüncü bir yol yok…