Çiçek Göçkün Bayramoğlu
cicek.gockun@gmail.com
İsviçre dünyada temel gelir ile ilgili bir referandumun gerçekleştiren ilk ülke oldu. 5 Haziran 2016 tarihinde gerçekleşen referandumda öneri çoğunluk tarafından reddedilse de kampanyayı yürüten örgütler bu konunun halk tarafından tartışılıp düşünülmüş olmasından memnun ve referandumda elde edilen %23 oranındaki destekten ötürü de geleceğe yönelik umutlu. Nitekim benim de şu anda bu konu ile ilgili bir kaç satır bir şey yazıyor olmam İsviçre referandumu dolayısıyladır. Sonuç olarak İsviçre referandumu sadece yerelde değil, bizim gibi bu konuda herhangi bir veri ya da fikir yürütmemiş bir toplum için de tartışma zemini yaratmıştır.
Her ne kadar gündemimize İsviçre’de gerçekleşen referandum aracılığı ile girmiş olsa da, temel gelir tartışmaları aslında çok da yeni değil. Bu modelin felsefik temellerinin izini konunun uzmanları 16. yüzyıla kadar sürse de bugün anlamaya çalıştığımız şekli ile temel gelir 1980lerin ortasında talep edilmeye başlandı. 1986 yılında Temel Gelir Avrupa Ağı’nı (Basic Income European Network - BIEN) kuran düşünürler ve aktivistler 2004 yılında bu ağı bir dünya ağına dönüştürürler (Basic Income Earth Network -BIEN). Hemen hemen dünyanın her bölgesinden temsilci bir yerel ağ ya da örgüt ile çalışan BIEN gerek yerel yönetimler düzeyinde gerekse ulusal bazda sürdürülen temel gelir talep ve kampanyalarını desteklemekte, izlemekte ve kamuoyu ile paylaşmaktadır. Bunun yanında temel gelire dair düşünsel üretimi de sürdürebilme görevini üstlenen ağ, her yıl dünyanın farklı bir bölgesinde kongreler düzenlemektedir.
Temel Gelir, ya da zaman zaman Vatandaşlık Geliri olarak adlandırılan bu ekonomik araç en basit şekli ile bir ülkede yaşayan kişilere kayıtsız ve şartsız, çalışıyor olup olmadığına bakılmaksızın sağlanan sabit bir ödeneği ifade etmektedir. BIEN bu modelin diğer asgari gelir modelleri ve sosyal yardımlardan farkını şu şekilde sıralıyor:
1 – Aile veya ev başına değil, doğrudan bireylere ödenen bir ücrettir.
2 – Kişinin başka gelir kaynağı olup olmadığına bakılmaksızın herkese ödenir.
3 – Herhangi bir çalışma performansı ya da teklif edilen işi kabul etme gibi bir koşula bağlı değildir. (Başka bir deyişle işsizlik ödeneği gibi istihdam politikası ile ilişkilendirilmiş değildir) (i).
Sadece bu üç kritere dahi bakıldığı zaman temel gelir anlayışının şu anda bizim içinde bulunduğumuz ekonomi parametrelerinden oldukça farklı bir asgari ücret garantisi olduğu tespitini yapabiliriz. Temel geliri savunanların bu modelin amaçlarını farklı doğrultularda tanımladıkları doğrudur. Bu amaçlar arasında başta yoksullukla mücadele olmak üzere, ekonomik kaynakların adil yeniden dağıtılması ya da özgürlük ve eşitliğin sağlanması sayılabilir. Maddi kazancın ve bu kazanca dayalı elde edilen hak ve ayrıcalıkların metalaşmış emeğe bağlı olduğu günümüz koşullarında, sanırım hemen hemen herkes ilk önce bu fikri kavramakta zorlanmaktadır. Bir insanın karşılığında emek sarfetmeden, ya da ihtiyaçlı olmadan devlet bütçesinden para alabilmesi nasıl bir şeydir? Ulusal düzeyde denenmiş bir model olmayan temel gelir modeli, bölgesel düzeyde gerek eyalet bazlı gerekse kent bazlı şekilde denenmektedir. Bunların en yakın örneği Finlandiya’dır. Finlandiya bu yıldan başlayarak 2 yıl boyunca rastgele seçilecek 100 000 vatandaşına sabit bir gelir sağlayarak böyle bir modelin olumlu ve olumsuz etkilerini ölçmeyi planlamaktadır. Bir nevi ulusal bir deney diyebiliriz. Finlandiya’ya ek olarak Almanya, Hollanda ve Kanada’dan da şehir örnekleri verilebilir. Peki neredeyse 30 yıldır gündemde olan bu fikrin aniden ivme kazanmış olması nedendir? Bu soru beni kitaplığımda uzun bir süredir bulunan bir kitabı karıştırıp bulmaya sevk etti. Ayşe Buğra ve Çağlar Keyder’in Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Politika Formu tarafından 2004 yılında gerçekleştirilen ‘Temel Gelir: Küreselleşen Dünyada Yoksullukla Mücadele Yöntemi’ isimli atölye çalışmasında sunulan tebliğ ve makalelerden derledikleri Bir Temel Hak Olarak Vatandaşlık Gelirine Doğru isimli İletişim Yayınları kitabı.
Kitaptaki çeşitli yazılarda göze çarpan ortak nokta Temel Gelir’in kapitalist piyasa koşulları altında kişileri özgürleştirici bir etki sağlayacağı ve ayrıca serbest piyasa ekonomisinin vazgeçilmez bir parçası olan güvencesiz ve esnek istihdam politikaları ile kişilerin başa çıkmasına yardımcı olacağıdır. Yarı-zamanlı ve düzensiz çalışma hayatında kişilerin şatlarını iyileştirmeleri ve hayatlarını insanca idame ettirecekleri bir gelir elde etmeleri oldukça zorken, aynı zamanda işsizlik tehdidi de bir kısır döngü yaratarak kişileri bu gibi güvencesiz iş alanlarına hapsetmektedir.
Temel gelir karşısındaki temel eleştiriler böyle bir modelin maliyetinin oldukça fazla olacağı ayrıca kişileri çalışmaktan soğutacağı yönündedir. Guy Standing maliyete ilişkin eleştirilere şu şekilde yanıt vermektedir: ‘ Yeryüzündeki en kötü gelir dağılımına sahip ülkeye gittiğinizde, gelirin yoksulların daha iyi yaşamalarını sağlayacak kadar küçük bir kısmını yeniden dağıtamayacağını düşünürsünüz. Ama tabii ki şunu hiç unutmamak gerekir; “bu işin maliyetli olduğunu” söylerler, fakat zenginlere ve orta sınıflara aktardıkları tüm o kaynakları söylemezler. Öyleyse lütfen... Bu bir maliyet meselesi değil, öncelik meselesi’(ii). Aynı eserde yaptığı katkıda Ahmet İnsel ise emek ve kazanç eksenine ilişkin karşıt duruşa şu şekilde yanıt verir: ‘Herkese asgari gelir hakkı tanımak, yani insanlara iktisat normlarına uygun bir üretken/verimli karşılıkta bulunma zorunluluğu olmadan asgari koşullarda yaşayabilecekleri bir gelir hakkı tanımak, üretken özneler olarak iktisadi planda eşdeğer olmadan önce, toplumu oluşturanların kişi olarak eşdeğer olduklarını vurgulamaktır’(iii). Bu eşit kişiler aynı zamanda piyasanın maddi olarak değer biçtiği şekillerde yaşamak ve üretmek zorunda kalmayarak da özgürleşeceklerdir (iv). Buna ek olarak, çalışan kişilerin işverene karşı daha güçlü olacağı, iş değiştirmek ve işler arasında bir müddet işsiz kalmak şu anki kadar büyük bir tehdit olmayacağı için insanların sömürü koşullarında çalışmaktan daha kolay korunacakları da Guy Standing’in önermeleri arasındadır.
Temel gelir fikrinin destekçileri arasında piyasanın önemli aktörlerine rastlamak mümkün. Dünya Ekonomik Formu kurucusu Klaus Schwab gibi... Bu gibi rastlantılar bizi fikre yönelik şüpheci yaklaşmamıza neden olabilir. Her ne kadar maliyetin bir öncelik meselesi olduğuna vurgu yapıldıysa da, devlet bütçesinden böyle bir ödeme modeline ne şekilde ve hangi kaynakların artırılacağı ve diğer sosyal politika araçlarının akıbetinin ne olacağı aslında modelin daha adil bir yeniden dağıtım aracı mı yoksa piyasa ekonomisinin devamlılığını sağlayan bir tampon görevi mi göreceği sorusunu yanıtlayabilir.
Temel gelir uygulamasına geçilmesi devlet tarafından sağlanması gereken diğer tüm sosyal politikaların sona ermesi anlamına geliyorsa buradaki gayeyi bir kez daha düşünmek gerekir. Elbette ki tüm sosyal politikaların aynı anda kullanılması şart değildir ancak temel gelir sağlanması sunulan sağlık, eğitim gibi hizmetlerin ücretli hale geleceği anlamını taşıyacaksa burada fikrin liberal ekonomik bir araç olarak kullanılacağını farketmiş olmamız gerek. Sosyal hizmetlerde kısıntıya gidilmesi yanında vergi indirimi de öngören siyasal bir karışım ise temel gelir fikrinin ulaşmayı temenni ettiği eşitliği imkansız hale getirecektir.
Öte yandan temel geliri bazı diğer sosyal politika araçları ile varlığına bir arada devam etmesi sağlanır ve temel geliri de karşılayacak şekilde kademeli bir vergilendirme planlanırsa işte o zaman temel gelir bir yeniden dağıtım ve eşitlik aracı olabilecektir. Böylece ‘‘zenginlerin temel gelirden faydalanmasına ne gerek var?’’ benzeri soruları da yanıtlanmış olacaktır. Çünkü pratikte daha zengin ve varlıklı gruplar kademeli vergilendirme ile hem kendilerinin hem de daha fakir kesimlerin temel gelir ihtiyacını karşılar hale gelecektir.
Genel olarak temel gelir fikri üzerinde düşünmeye değer ve belki de uygulayıp sonuçlarını bire bir deneyimlemeye değer bir model olabilir. Hatta hem AB’nin hem de Türkiye’nin dayattığı kemer sıkma politikalarından bıkmış Kıbrıslı halklar için Federal bir Kıbrıs’ta tercih edilecek bir sosyal politika modeli bile olabilir. Dünyadaki denenmiş ve denenecek örneklerden olumlu veriler elde edilmesi ümidiyle bu yazıyı sonlandırırken okuyuculara son bir soru sormak istiyorum: Eğer temel gelir olursa, devrim düşüncesine ne olur? Bu soru bizi bir müddet meşgul edecektir.
-----------------------------------------------
Notlar
i) http://www.basicincome.org/
ii) Buğra ve Keyder, Vatandaşlık Gelirine Doğru (İletişim:2007) s31.
iii) a.g.e ss.47-48.
iv) a.g.e s.49.