Herkese yıllık check-up!

Cenk Mutluyakalı

Ne güzel bir müjde olurdu değil mi?
İnsan olduğumuzu hissederdik; birilerinin hayatlarımıza değer verdiğini, bunun için proje ürettiğini, yönetildiğimizi...
Hayal gibi...
“Herkese yıllık check-up...”

Hem de okul öncesi eğitimden başlayarak, herkese, yıllık sağlık kontrolü sanırım en önemli reform olurdu.

 

Mümkün mü?

Zor değil.

Yeter ki birileri irade ve cesaret göstererek kamusal sağlık alanında saat 12.30 ile 15.30 arasında oluşan “eksik mesai”yi ortadan kaldırabilsin!

 

Tek bir hekim için günde 3 saat haftada 15 saattir!

Bir ayda 60 saat!
10 hekim için 600 saate denk gelir bu!
 

Bu saatlerin bedelini toplum ödüyor ama hizmet alamıyor.
Yıllardır “kaçak” geçilen bu zaman dilimleri sağlık taramaları için organize edilse yeter!

 

***

Adanın güneyinde görevli Japon arkadaşım, kendi ülkesinden örnek vermiş, beni etkilemişti.
Japonya, insan ömrünün en uzun olduğu ülkelerden biri ve 90’lı yaşları görmek onlar için son derece sıradan olmuş.


“Bunun sırrı ne” diye sormuştum.
Beslenme alışkanlıklarını merak etmiştim en fazla…
“Sağlığımıza iyi bakıyoruz, bizim ülkemizde check-up’lar - düzenli sağlık taramaları – 6 yaşında başlıyor”demişti.


“Ne yapıyorlar 6 yaşında?”
“Göz, diş, kalp, tansiyon, kan testleri ve tüm vücudumuza bakıyorlar ve her yıl bu tekrarlanıyor.”


İş hayatında en temel kurallardan biri de buymuş… İşverenler her çalışanın yıllık rutin sağlık kontrollerini yaptırmak zorunda, yaptırmazsa, işyeri izninin iptaline kadar ciddi yaptırımlar var.


“Mecburi Check Up” var ama “mecburi askerlik” yok oralarda (!)

 

***

Koruyucu Hekimlik son derece önemli, ayrıca sağlık giderlerinden önemli bir tasarruf da sağlıyor.

 

Hani “sağlıkta tasarruf olmaz” derler ya!

Neden olmasın?

Eksik mesaileri ortadan kaldırır, koruyu hekimlikte pek çok hastalığın önüne geçer, ilaç kaçağını önlerseniz, bal gibi de tasarruf olur.

 

***

Ülkemizde en yoğun ölümler kalp ve damar hastalıklarından oluyor.

Uzmanlar yıllardır öneriyor, “Herkesin en azından yılda bir kez EKG’sini çekelim” diye…

Aldıran yok!

İnsanlarımız da bir değişik tabii…

Arabaların servisi hiç aksamıyor.

Kilometre doldu mu hemen makiniste!

Kendi servisine ise aldırmıyor çoğunluk…

Sonrasında da ağlıyoruz, ani ölümlere, geç yakalanmış hastalıklara…

 

***

Medeniyet “ihtişamlı araçlarla” gelmiyor.

Sağlam kafa sağlam vücutta diye boşuna dememişler…
Kafaların hali ortada olduğuna göre!

Yine de güzel hayaller kuralım birlikte…


 


Gülüşlerini koynunda biriktirdiğin insanlarla anlamlı hayat

Bir insan seni seviyor, beğeniyor, düşlüyorsa; yaşama sevinci veriyorsa sana ve kırmıyor, incitmiyor, yaralamıyorsa sakın yitirme…
Sev.
Sev ve koru.

***
Hayat ne zaman güzel?
Birisi seni tüm kalbiyle sevdiği zaman…
Yargılamadan ve sorgulamadan…
Koşulsuz sevgiyle anlanıyor her dakika…

 

***

Bir insanı seviyorsan eğer…
O sevdiğin insanın sevdiklerini de sev…
Mutlu olduğu zamanları da sev, senle ya da sensiz…
Gülüşlerini de sev sebepsiz…

 

***

Yüzünden, gözünden, dizinden çok yüreğini sev bir insanın…
Özünü sev…
İçtenliğini ve samimiyetini sev…
Seviyorsan eğer…
Seviyorsa seni sahici, koşulsuz, şartsız

İtme, öteleme, yaralama!

Yitirme…
 

***

Gözün kapalı emanet ediyorsan canını…
Sırrını paylaşıyorsan umarsız…
Kollarında huzur, güven, dinginlik varsa…

Sev sevebildiğince…
Yitirme…

 

***

Seni düşündükçe
Gül dikiyorum elimin değdiği yere” sözleri gibi şairin…
Umut ekiyorsan ömrün bahçesine düşündükçe…
Baharsa dilinin ucundaki tat, alnındaki ter yağmursa, gözlerindeki ıslaklık denizse ve uçsuz bucaksız bir ormana ışıyorsa gözlerin…
Sevinç ve tutkuyla doğuyorsa gün…
Sev sorgusuz, hesapsız…
Önüne ardına bakmadan…
Kimselere aldırmadan…
Sev…
Yitirme…

 

***

Gülüşlerini koynunda biriktirdiğin insanlarla anlamlı hayat…
Öyle güzel…


Yavrusunu yiyen kedi

Sözün yorulduğu zamanlar olur.
Dilsizleşir zaman ve kuşlar yönünü yitirir.
Yüreğinizde onca telaş, umudunuz kilitlenir.
Uzar mesafeler...
Apansız uzar...

Çok uzak gelir hayalleriniz...
Toprak sızlar köklerine kadar...
Memleketin göğünde hüzünler büyür…
Yaralıdır yurdunuz, yarınınız puslu...
Şiir yetişir imdada...
Söz yutkunur, ses sızlar…


***

Jenan Selçuk’un bir şiiri..
Yeni bir ülke bulamazsın” diyen Kavafis’e ithaf edilmiş.

Yalınayak bir çocuktur tarih
durur, uygarlığın kaldırımında.
Kolunu kaptırdığı barbarların
ardından geleceği söylenen
-neye benzediğini kimsenin bilmediği-
barışı bekleyen azınlığın arasında.
Bayrağı olmayan bir ülkede,
ülkesi olmayan bir bayrakla.


***

Hani ‘deli temmuz’u vardır, Faize Özdemirciler’in….
Hani iki kez kurşun geçmiştir kalbinden…
Bizi bizden çalmışlardır” hani…

….

rum çocuğundan kalma bisikletimi
türk çocuğu çaldı.
sonra birisi çıktı beni benden çaldı.
yıllardır çalıntı bisiklet gibi taşıyorum yüreğimi.
bulanık bir koy’un dalgasız suları gibi
sürünüp duruyorum her yeni günün kıyısında.


***

Mehmet Yaşın’ın o samimi “kedi masalı” ile noktayı koymak isterim…
Tarihimize ve talihimize bundan daha çarpıcı bir iz düşülemezdi herhalde…
Yavruluğumuza, kuşatılmışlığımıza, itilmişliğimize hatta hepimize dayatılan yurtsuzluğumuza…
Öyle bir yerdeyiz.
Sıradan, köhne, vasat, çürümüş…


Düşünürdüm küçücük bir çocukken
Rum komşumuzun kedisi de
Rum mu diye.
Bir gün anneme sordum
meğer kediler Türk
köpekler Rum'muş
kediciklere köpekler saldırıyormuş.
Günler sonra bir gün
ne göreyim,
bizim kedi
doğurduğu yavruyu yedi.