“Hesap sormazsak, şikayet ederek yaşamaya mahkum oluruz”

Ekonomi ve Turizm eski Bakanı, Ekonomist Derviş Kemal Deniz, Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşamı idame ettirmenin maliyetinin yüksek olduğunu, bunun sebebinin de devletin hizmetleri tam olarak vermemesinden kaynaklandığını söyledi.

Ödül AŞIK ÜLKER

Ekonomi ve Turizm eski Bakanı, Ekonomist Derviş Kemal Deniz, insanların bireysel düşünmekten vazgeçip, toplumun geneli için talepkar olması ve yönetenlerden hesap sorması gerektiğini kaydederek, ülkedeki durumu “kontrolsuz büyüyen kayıt dışı gruplar, bunlarla rekabette zorlanan güçlü firmalar, kaybolan esnaf ve yurt dışına göçmek zorunda kalan yerel işgücü” olarak tanımladı.

Deniz, devletin kendini, “toplayabildiği vergiyi toplayan ve sadece devlette çalışan ve emeklilere maaş ödeyen bir kurum” gibi görmemesi gerektiğinin altını çizerek, halkın, devletin hizmetlerini yürütebilmesi için ödediği vergi ve bunun karşılığında devletin sunduğu hizmetler “milli mutabakat” çerçevesinde yapılması gerektiğini söyledi.

Derviş Kemal Deniz, şu ifadeleri kullandı:

“Eğer halk vergisini ödemesi gerektiği gibi öder ancak devlet aldığı vergiyi halkın genelinin refahı için harcamazsa ‘milli mutabakat’ da bozulmuş olur. Ülkemizde maalesef milli mutabakat bugün itibarıyla bozulmuş durumdadır. Çünkü halk, ‘ben ödüyorum ama karşılığını alamıyorum’ ya da ‘ben ödüyorum ama başkaları kaçırıyor’ diyor. Sağlık, eğitim başta olmak üzere devletin harcamakla sorumlu olduğu tüm giderlerin karşılanması, devletin halktan vergiler yolu ile topladığı paralarla olmalıdır. Ülkede yaşayan herkes için, çok kazanan için de, az kazanan için de yaşamı idame ettirmenin maliyeti yüksektir. Sebebi, devletin hizmetleri tam olarak vermemesidir.”

Kontrolsuz ve kayıtsız servetin artmasının, insanların sadece sosyolojik dengesini bozmadığını, aynı zamanda psikolojik olarak da insanları kayıt dışılığa ittiğini kaydeden Deniz, devletin hizmetlerini tam vermesi için vergi toplayabilmesi ve kayıt dışını kayıt altına alması gerektiğini anlattı.

Ülkede yapanın yanına kalmadığı görülürse, pek çok şey değişeceğini söyleyen Deniz, “İnsanlar ne kadar büyük kişisel servete sahip olursa olsun, bireysel olarak ne kadar rahat yaşarsa yaşasın, içinde yaşadığı ve ait olduğu toplumun itibarı ve ekonomik gücü sahip olduklarının değerini anlamlı kılar. Toplumun bunun farkına varması lazım” diye konuştu.

Pandemi sonrası ekonomi...

Soru: Pandemi sonrasında ekonominin durumunu değerlendirir misiniz?

Deniz: Covid-19 pandemisi ile dünyanın her yerinde kapanma oldu, kapanma dolayısıyla insanların harcama yapmayla ilgili trendleri duruşa geçti, harcayamadılar. Pandemi sonrasında ekonomistlerin beklentisi, piyasalarda bir canlanma olmasıydı ve öyle de oldu. Hatta Amerikanlar geçen gün yaptıkları bir tartışmada, “biz eldeki paranın bir kaç sene içinde tükeneceğini tahmin etmiştik ama daha uzun sürdü, 2024’te hala canlılık var” dediler. Ancak bu, canlılığın böyle devam edeceği konusunda bir gösterge değildir. Pandemi sonrası hareketlilik son dönemini yaşıyor.

Bu arada iki önemli gelişme oldu, Ukrayna Savaşı ve İsrail savaşı. İkisi de ekonomiyi etkiledi. Ukrayna savaşı enerji krizi çıkarttı, İsrail savaşı da lojistik krizler çıkarmaya başladı. Bunlar enflasyon etkisini korkunç şekilde artırıyor. Dünya bugün bir enflasyonla mücadele ediyor, Kıbrıs’ın kuzeyinde biz de bunun etkisini görüyoruz.

“Bizi, enflasyonla birlikte, TL’nin değer kaybı da etkiliyor”

Soru: Yüksek enflasyondan yaşayan bir toplumuz, bu bahsettiklerinizin de ekstra etkileri olduğunu söylüyorsunuz. Enflasyon konusunda ne gibi adımlar atılabilir?

Deniz: Bizim enflasyonu kontrol etmemiz, TL kullanmamız dolayısıyla Türkiye’deki ekonomik politikalara bağlıdır. Biz kendi kendimize, Türkiye’den farklı olarak bir adım atamayız, enflasyonu oradan ithal ederiz. Bugün Türkiye de, enflasyonda dış etkenlerden etkilendi, her ne kadar enerji konusunda Avrupa kadar sıkıntı yaşamamış olsa da, bir sıkıntı oldu. İkincisi, İsrail savaşı nedeniyle malın gelmesi ve gönderilmesiyle ilgili sıkıntılar oldu. Bu da fiyatların artmasını sağladı. Taşıma ücretleri arttıkça girdi maliyetleri de artmakta ve bu da fiyat artışlarına katkı yapmaktadır. Bizi, enflasyonla birlikte, TL’nin değer kaybı da etkiliyor. Döviz ve enflasyon birlikte arttığı zaman bir daha etkileniriz. Ülkemizde dövize dayalı fiyatlandırma da birçok mal ve hizmet satışında kullanılmasından dolayı döviz kurlarının artışı da herşeyi TL bazında daha pahalı yapıyor. Şimdi hem enflasyonda artış var, hem de döviz artıyor.

“Önümüzdeki 2-3 ay bir geçiş dönemidir”

Soru: Türkiye’de bazı adımlar atılıyor. Beklentiniz nedir, bize nasıl yansımaları olur?

Deniz: Şubat ayı içinde, TC Merkez Bankası faiz ayarlamasında faiz sabit tutuldu yani yükseltilmedi. Ama bunun böyle devam etmeyeceği belirtiliyor. TC Merkez Bankası Başkanı ve yetkilileri iki önemli şey söyledi, birincisi “sıkılaştırma devam edecek”, ikincisi de belli bir süre bakacaklar ve faizlerin artırılmasıyla ilgili bir karar üretilecek. Nisan ayında faiz artışı bekliyorum.

Dikkat ederseniz, döviz de artmaya başladı. Faiz artırılırsa, bunun döviz üzerindeki etkisi görülecek ve döviz kendini dengelemeye başlayacak. Amaç dövizden kaçıp, TL’ye yöneltmektir.  TLyi güçlendirmekten bahsediliyor, faizi artırmak, dövizin etkisini azaltmak demektir. Enflasyon bir süre daha devam edecek, Mayıs-Haziran’dan sonra enflasyonun durulmasıyla ilgili kararlar alınacak. Bunun bize de yansıması olacak. Bu arada, enflasyon düşerken, faizler yükselince kredi almak zorlaşacak ama döviz stabil olacak. Önümüzdeki 2-3 ay bir geçiş dönemidir. Türkiye’nin hedeflediği, yaz aylarından sonra daha normal bir durum olmasıdır.

“Euro’nun 40TL olmasını bekliyorum”

Soru: Döviz nereye kadar yükselebilir?

Deniz: Euro’nun 40TL olmasını bekliyorum ama onun üstüne çıkacağını sanmam. Bence kendimizi o kurlara ayarlamamız lazım. Sonrasında daha stabil olmasını bekliyorum.

“Emlak sektöründeki canlılık, turizm ve eğitim sektöründe aynı şekilde yaşanmıyor”

Soru: Piyasada bir hareketlilik, dönen bir para var, bunun kaynağı nedir?

Deniz: Piyasadaki hareketliliği sağlayan en büyük etkenin emlak sektöründeki canlılık olduğunu açıkça görebiliyoruz. Pandemi sonrasında ve bilhassa Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması sonrasında gelişen durumlar, İranlılarıni İsraillilerin ve Türkiye vatandaşlarının, daha önceden başlayan Kıbrıs’ın kuzeyinde konut edinme istekleri, piyasanın gelişmesine büyük katkı yapmışlardır. Bu nedenle ülkemiz emlak sektörünün sağladığı kaynak akımı ile bir hareketlilik yaşamaktadır.

Görülen odur ki, emlak sektöründeki bu canlılık, ekonominin diğer iki lokomotifi olan turizm ve eğitim sektöründe aynı şekilde yaşanmamaktadır. Bu nedenle emlaktan gelen bu kaynağın, daha sürdürülebilir yapılara kaydırılması gerektiği inancındayım. Emlakta yaşanabilecek bir duraklama, piyasayı çok kötü etkileyebilecektir.

“İnşaat sektörünü sürdürülebilir kılarsanız, ekonomide ilerleme olur”

Soru: Emlaktan gelen kaynağın daha sürdürülebilir yapılara kaydırılması gerektiğini söylediniz. Bunu biraz açar mısınız?

Deniz: Bu dönemde inşaat, lokomotif sektör olarak görülüyor. İnşaat sektörünün iyi gitmesi, devlet için de çok iyidir çünkü %90 ithaldir, kapıda gümrük alınır. Peki, çalışan işçilerin kazandığının ne kadarı bu ülkeye katma değer olarak kalıyor? Kaçı vatandaştır? İşçilerin çoğu lojmanda kalır, kazandığı parayı ailesine gönderir. İnşaat sektörünün ülkeye faydası vardır ama büyük bir katma değeri yoktur. Bu memlekette, sadece inşaat üzerine ekonomi yürütmek kolaycılıktır. Canlılık açısından çok önemli bir sektördür ama inşaat sektörünün sürdürülebilir olması ve katma değer katacak yapıyı geliştirecek sektörler yaratılması lazım. Bunu yapamamamızın iki sebebi var. Birincisi, bir çok şeyi kayıt altına alamıyoruz, ikincisi yabancılara Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşadıkları zaman, burayı bir operasyon merkezi olarak kullanmalarının avantajlarını anlatmıyoruz. Son zamanlarda Dubai çok ilerledi, Güney Kıbrıs eskiden beri bir operasyon merkezidir. Biz olaya, sadece “mal alsın, gelsin gitsin, restoranda para harcasın” gibi bakıyoruz. Yabancı iş insanlarına “burası sizin için bir operasyon merkezi olsun. Örneğin burası ortadoğu ofisiniz olsun, buradan iş yapın” demeliyiz. Halihazırda, bunun için hazırlanmış yasalarımız vardır ama bunu tanıtmıyoruz, anlatmıyoruz. Güneyde olduğu gibi, yabancı iş insanları ofislerini burada açarsa, bizim yetişmiş gençlerimiz de iş bulur, yabancı şirketlerde iyi maaşlar almaya başlar ve bu para da piyasaya düşer. Bunu yapabilir ve inşaat sektörünü sürdürülebilir kılarsanız, o zaman ekonomide ilerleme olur. Yasalar var ama bunu tanıtma yönünde bir hareket yok.

“Burayı operasyon merkezi olarak kullanın”

Bunu yapmazsanız, güney Kıbrıs ve Dubai, üstünlüğünü devam ettirecek. Son zamanlarda Türkiye firmalarının çoğu Dubai’ye gitmeyi tercih ediyor. Ben de “burayı operasyon merkezi olarak kullanın” diyorum. Ama ne Türkiye’deki, ne de ortadoğudaki firmaları, burayı operasyon merkezi olarak kullanmaları konusunda ikna etmek için bir şey yapıyoruz. Dünyada neyi nasıl yaptıklarına, nasıl pay alabileceğimize bakmamız lazım.

Yatırım ülkesi olarak isim yaparsak, çok insan buraya gelecek. Marka olma durumunda, isim isimi çeker. “KKTC tanınmayan ülkedir” deniyor, bunun onunla alakası yok. Kıbrıslı Rumlar, “Kıbrıs Cumhuriyeti” adına AB’ye girerken, AB çok büyük hata yaptığını anladı çünkü hepimizi birlikte alması lazımdı. Bütün Kıbrıs’ı aldı ama Kıbrıs’ın kuzeyini dışında tuttu ama bir karar aldı, 10. Protokol ve “kuzeyindeki ekonomik faaliyet aldığım kararların dışındadır” dedi. Bununla dünyanın her yeriyle iş yapılır. Ambargo kalmaz. Yeşil Hat Tüzüğü de 10. Protokol’e dayandırıldı. Onu geliştirme, AB ile ileriye götürmek çok önemlidir.

“Bir çürük elma, sepetteki bütün elmaları çürütmeye başlar”

Soru: Yüksek öğrenim alanında son dönemde yaşanan sıkıntılar ekonomiyi nasıl etkileyecek?

Deniz: Yaşananların, yüksek öğrenim alanına çok büyük darbe vurduğu inancındayım. Bunun nasıl düzeltileceği konusunda devlete çok önemli görev düşer, bütün üniversitelerin denetimden geçmesi lazım. Bir çürük elma, sepetteki bütün elmaları çürütmeye başlar. Bu yaşananlar, yüksek öğrenim için kötü bir şeydir çünkü bütün üniversiteleri etkiler. Hakkıyla diploma alanları da etkileyebilir çünkü kuzey Kıbrıs’ta alınan diplomaları şüpheli duruma sokabilir.

“Üniversiteler, Kıbrıslı Türklerin varoluşluyla ilgili çok önemlidir”

Düzgün çalışan üniversitelerimizin, yollarına nasıl devam edecekleri konusunda devletin bir plan çıkarması lazım. Çok süratli toparlamamızı ümit ederim ama toparlanana kadar, en azından, gelecek sene öğrenci gelişinin etkileneceğini düşünüyorum. Çok üzülüyorum, çünkü en çok söz söyleme hakkına sahip olan kişilerden biriyim. DAÜ’de öğretim üyeliği yaptım, Lefke Amerikan Üniversitesi’nin kurucularındanım, Girne Amerikan Üniversitesi’nin de kuruluşunda danışmanlık yaptım. 80lerde üniversitelerin yaşadığı sıkıntıları bilen biriyim, kolay değildi. Üniversiteler, ülkenin tanıtımı, Kıbrıslı Türklerin varoluşluyla ilgili çok önemlidir ve zarar görmesi hepimizi üzer.

Üniversitelerin, turizm gibi ekonomide lokomotif bir sektör olduğunu hepimiz biliyoruz. Üniversitelerin, patronlarına para kazandırmaktan çok, toplum gelişiminde önemli rol oynaması gerektiğini devamla söylüyorum. Bu üniversitelerin, iyi yetişmiş akademisyenleri iyi ücretlerle istihdam etmeleri, sadece eğitim kalitesi değil, piyasa açısından da çok önemlidir. İyi kazanan öğretim üyelerinin harcama trendlerindeki gelişme, ülke ekonomisine büyük katkı yapar. Diğer taraftan, yurt dışından gelen öğrencilerin okul ücreti dışında, ülkede kalışlarında yaptıkları harcamaların da büyük katkısı var. Bu  katkılar piyasaya düşeceğinden, ekonomik hayata etkisi de olumlu olmaktadır.

Unutmamalıyız ki, bugün birkaç üniversitede görülen olaylar tüm üniversiteleri de ilgilendirmekte, dıştan bakıldığında hepsi de aynı kapsamda nitelendirilmektedir. Bu da, gelebilecek iyi ve kaliteli öğrenciyi dışta tutmakta ve ülke ekonomisi bundan etkilenebilmektedir. Önümüzdeki yıllarda bunun etkisi daha derin hissedilecektir.

Kara para aklama...

Soru: Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Yasası meclisten geçti. Kara para aklama konusunda temizlenme yaşanır mı?

Deniz: Bankacılık sistemi, TC üzerinden geçtiği için, TC’nin uyguladığı suç gelirlerinin aklanmasının önlenmesine yönelik tedbirlerin burada da uygulanması lazım. Bankalar, bu ülkede en iyi denetlenen kurumlardır. KKTC Merkez Bankası çok iyi görev yapıyor. Suç gelirlerinin aklanması konusundaki prosedür bankalarda çok kolay olacak çünkü bankalar bu konuda uygulamayı sürdürüyorlar. Yasada, döviz büroları, kripto şirketleri, avukatlar, muhasipler, gazinolar ve bet şirketleri de var. Yasanın iyi uygulanacağını düşünüyorum, çünkü KKTC Merkez Bankası bu yasanın uygulanması konusunda hazırlık yapıyor. Bütün şirketlerin tedbir almasıyla ilgili ciddi adımlar atılacak. Tabi, ülkenin eksik yasalarının da tamamlaması lazım.

“Milli mutabakat bozuldu”

Soru: Maaşlar, rakam olarak artıyor ama alım gücü düşüyor. Devlet alım gücünü koruma adına ne yapmalı?

Deniz: Devlet ekonominin yarattığı hacimden alması gereken vergiyi, % 80-%90 oranlarına çıkarabilirse ve bunun için de kayıt dışı ekonominin önemli bir kısmını kayıt içine alabilirse, vereceği hizmetler ve yapacaklarıyla insanların refah düzeyini koruyacak harcamalar ve buna bağlı katkılar yapabilir. Bunu yapamadığı sürece, halk yaşam için harcaması gerekenden daha fazla bir para harcamak, elde ettiği gelirin ay sonunda yetmediğini görmek durumunda kalmaktadır.

Devlet kendini, “toplayabildiği vergiyi toplayan ve sadece devlette çalışan ve emeklilere maaş ödeyen bir kurum” gibi görmemeli, halkın gelişmiş ülkelerde fuzuli sayılan hizmetleri ödemek durumunda kalmasını önlemelidir.

Bugün itibarıyla KKTC’de, devletin bir çok konuda gerekli harcamayı yapamaması, buna bağlı olarak alt yapı eksiklikleri ve sosyal devlet anlayışı kapsamında vermesi gereken hizmetleri verememesi, her bir birey için hayatı pahalılaştırmaktadır. Halkın, devletin hizmetlerini yürütebilmesi için ödediği vergi ve bunun karşılığında devletin sunduğu hizmetler “milli mutabakat” çerçevesinde yapılmalıdır. Eğer halk vergisini ödemesi gerektiği gibi öder ancak devlet aldığı vergiyi halkın genelinin refahı için harcamazsa “milli mutabakat” da bozulmuş olur. Ülkemizde maalesef milli mutabakat bugün itibarıyla bozulmuş durumdadır. Çünkü halk, “ben ödüyorum ama karşılığını alamıyorum” ya da “ben ödüyorum ama başkaları kaçırıyor” diyor.

Sağlık, eğitim başta olmak üzere devletin harcamakla sorumlu olduğu tüm giderlerin karşılanması, devletin halktan vergiler yolu ile topladığı paralarla olmalıdır. Ülkede yaşayan herkes için, çok kazanan için de, az kazanan için de yaşamı idame ettirmenin maliyeti yüksektir. Sebebi, devletin hizmetleri tam olarak vermemesidir. Eğer yollar düzgün değilse, arabanızın lastiğini daha sık değiştirmeniz gerekir, arabanızda oluşacak sorunları gidermeniz gerekir, bu bir maliyettir. Elektriğiniz kesiliyorsa, ve jeneratör almak durumunda kalıyorsanız, o da bir ek maliyettir. Jeneratör almayanlar da, gazyağı, lamba alıyor, o da ek maliyettir. Hastanelerde doğru hizmet alamadığı zaman, insanlar özelden bunu almaya çalışıyor. Eğitimde devlet gerekli hizmeti veremiyorsa, özelden hizmet almak durumunda kalınıyor. İnsanlar “hem vergi veriyorum, hem de bunları cebimden ödüyorum” diye düşünüyor. Araba almak isterse alamaz, ev yapmak isterse yapamaz, tatile gitmek isterse gidemez çünkü harcamaması gereken yerlere para harcayınca, elinde para kalmıyor. Devlet, bu noktada devlet olduğunu göstermeli.

Devletin, hizmetlerini tam vermesi lazım. Bunun için de vergi toplayabilmesi ve kayıt dışını kayıt altına alması lazım.

Enflasyon muhasebesi...

Soru: Enflasyon muhasebesi uygulanmalı mı? Uygulanması nasıl etki yapar?

Deniz: Dünyada enflasyon muhasebesinin uygulanmasıyla ilgili bir kural var. Bu kuralı ülkelerin maliye yönetimleri uygularlar. Bu kurala göre, bir ülkede son üç yılın enflasyon oranları toplamı %100’ü geçiyorsa, o ülkede hiper enflasyon olduğu ortaya çıkar ve enflasyon muhasebesi zorunlu hale gelir.

Enflasyon muhasebesi, kayıt içindeki doğru dürüst vergi veren işletmelerin enflasyon etkisiyle haksız vergi vermelerini önlemektedir. Enflasyon ortamında bir işletme karlı gibi görünse de, malı satıp yerine koyduğunda, genelde yerine koyma maliyetinin bir önceki malın satış fiyatına denk geldiği, hatta onun üzerinde olduğunu görür. Bu durumda kar etmiş gibi görünse de, aslında kar etmemektedir. Enflasyon muhasebesi uygulaması geciktikçe, kayıt dışılık daha fazla teşvik edilmektedir.

“Toplumun psikolojisi bozulmaya başladı”

Soru: Günübirlik ve popülist kararlar alınıyor. Sesi yükselen kesimle ilgili kararlar alıp, onları susturma ama toplum genelini etkileyecek, rahatlatacak adımlar atılmıyor...

Deniz: Bu davranış şekli, toplumun psikolojik, sosyolojik ve ekonomik gelişmesine katkı yapmaz. Toplumun psikolojisi bozulmaya başladı. Orta kesim, ortadan kalkıyor.

Bizim KKTC olarak en çok gurur duyduğumuz durumlardan biri, güçlü bir orta sınıfımız olması idi. Gerek devlet memurlarının iyi maaş alması, gerekse esnafın iyi denilecek bir kazanca sahip olması, ülkede hatırı sayılır bir orta kesim yaratmıştır. Nitekim, geçmişte birçok insan çocuklarını eğitim için yurtdışına gönderebildikleri gibi, kendi evlerini, hatta iş yerlerini de satın alabiliyorlardı. Ancak son yıllarda, orta kesimde olduğu bilinen insanların, bu bahsettiğim olanaklara sahip olması gittikçe zorlaşmış ve orta kesim diye tabir ettiğimiz kesim, alt gelir gruplarına dönüşmeye başlamıştır. Bu durumun yaratılmasındaki esas neden, gittikçe artmakta olan kayıt dışılıktır.

Orta kesim olarak bilinen insanların çok büyük bölümü, kayıtlı vergilendirme sistemi içindedir ve vergisini ödemektedir. Üst gelir grubunda olup da, vergi sisteminde olan bir yığın da insan mevcuttur. Dikkat edilecek olursa, bu grupta yani yüksek gelir grubunda olan ve vergi sistemi içindeki insanlar iyi kazanç sağlayıp, yatırım da yapabilseler dahi, vergilendirme sistemi dışında kalan kişi veya işletmeler kadar kar elde edememekte ve bundan dolayı sınırsız bir servete sahip olamamaktadırlar.

Bu durumun gelişmesi, kontrolsuz ve kayıtsız servetin artması, ülkemizde yaşayan insanların sadece sosyolojik dengesini bozmamakta, psikolojik olarak da insanları kayıt dışılığa itmektedir.

Gerek sosyolojik, gerekse psikolojik etkenler ahlaki değerleri temsil etse de, bu ahlaki değerlerdeki bozulma, sonunda ekonomiyi kötü şekilde etkilemektedir. Dönüşülen durum da, kontrolsuz büyüyen kayıt dışı gruplar, bunlarla rekabette zorlanan güçlü firmalar, kaybolan esnaf ve yurt dışına göçmek zorunda kalan yerel işgücüdür.

“‘Kim gelse aynıdır’ der ve hesap sormazsak, şikayet ederek yaşamaya mahkum oluruz”

Soru: Yıllar içinde artan yapısal sorunlarımız var. Buna nasıl bir çizgi çekilip, düzeltme düzelme yoluna gidilebilir?

Deniz: Toplumun bireysel düşünmeyi bırakması ve yaşadığı ortamı benimsemesi lazım. Avrupa’da sokakta yürürken yaşadığımız hissi, neden kendi ülkemizde de yaşamayalım? Herkesin bunu söylemesi lazım, bu da birilerini bir şey yapmaya zorlar. Ama “böyle gitsin, çocuğumu işe aldı, bana şu işimi hallettiydi” der ve hesap sormazsak, bugünkü duruma geliriz.

“Ben medeni ülkelerdeki gibi yaşamak istiyorum, yoluyla, elektriğiyle, okuluyla, hastanesiyle, yaşam tarzıyla. Bunu sonuna kadar isteyeceğim ve mücadelesini yapacağım” demezsek, hiçbir şey değişmez. “Kim gelse aynıdır” der ve hesap sormazsak, şikayet ederek yaşamaya mahkum oluruz.

“Toplumun itibarı ve ekonomik gücü, kişilerin sahip olduklarının değerini anlamlı kılar”

Birinin, Kıbrıs Türk halkı için söyleyeceği “hiçbir işi beceremezler” lafı kadar ağır bir şey yoktur. Bu zaman zaman kullanılır. İnsanlar ne kadar büyük kişisel servete sahip olursa olsun, bireysel olarak ne kadar rahat yaşarsa yaşasın, içinde yaşadığı ve ait olduğu toplumun itibarı ve ekonomik gücü sahip olduklarının değerini anlamlı kılar. Toplumun bunun farkına varması lazım. Ülkedeki “yapanın yanına kalır” düşüncesi değişirse, kimsesin yanına kalmadığı görülürse, pek çok şey değişecek.

Röportaj Haberleri