‘Çember’ kültürü çok yaygındır Kıbrıs’ta…
İlk öğrendiğimiz İngilizce kelimedir herhalde: Roundabout
- Sağdan gelene yol ver!..
“Gördük, yol vere vere…”
***
Trafik ışıklarına göre çemberleri çok daha iyi kullanırız biz.
Çok daha akışkan olur trafik.
Işıklarda sabırsızız nedense…
Ve ‘saygısız’…
‘Sarı’yı ‘yeşil’e eş tutarız örneğin!..
Ve deriz ki, ‘kırmızı’nın ilk birkaç saniyesi, karşı şeride de ‘sarı’dır henüz!..
Geçeriz!..
***
İyi güzel de bu ‘çemberler’ başımıza dert oldu!..
Nerede varsa bir ‘yuvarlak’ boşluk, illa ki içine bırakılacak bir heykel!..
Elde tüfek, kılıç, dudakta nutuk.
Tepeden tırnağa ‘kahramanlık’ !..
***
Demem o ki, henüz kalmışsa boş ‘çember’ ve elinizde varsa yetki, ağaçlandırınız!..
Sanat eseri dikiniz, sular fışkırtınız, kuşlar kondurunuz, kapatınız!..
Boş bırakmaya gelmiyor çünkü…
***
Ercan yoluna…
Yani tam da turistin yöneldiği akışa…
‘Mehmetaliler’ figürü hayal ederdim hep…
Elinde kemane…
Bir ötekinde cümbüş, deblek...
Kaç ‘kuşak’ büyüdü, evlendi, sevindi, güldü onların ‘karanlık’ dünyasından doğan seslerle…
Olmadı işte !..
Kaç kuşak ‘ağlatan’dan seçtiler demiri...
***
Sanatçılar kalplerde yaşar, eserlerde, izlerde…
‘Kahramanlar’ anca da heykelde…
***
Mustafa Çelik heykeli hayal etmiştim bir de…
Tekerlekli sandalyesinde, kucağında bir buket çiçekle…
Ne kadar anlamlı bir ‘farkındalık’ olurdu, değil mi?
Neyse…
***
Kahraman heykellerinin yerinden şenliklerle söküldüğünü de yaşadı dünya, kaç kere...
Yani...
İş bitmiyor dikmekle...