Mustafa Özbilgehan
mustafaozbilgehan@hotmail.com
Biz Kıbrıslı Türkler, isteyerek yahut istemeyerek, farkında olarak yahut farkında olmayarak bugün modern bir Apartheid düzeninin içinde yaşıyoruz. Belki tam da devlet eliyle yahut yasalarla olmasa da yaşadığımız alanı bölüştüğümüz diğer tüm gruplardan izole, “ari” hayatlar sürdürüyoruz.
İnanması veya kabul etmesi kimimize güç gelebilir ancak şu an başta gençler olmak üzere birçoğumuzun “takıldığı” mekânlar “Kıbrıslı” mekânları. Gittiğimiz kafeler, barlar, restoranlarda ekseriyetle “onlar” ve “biz” varız. Türkiyeli, Afrikalı, Orta Doğulu öğrencilerin ayrı ayrı mekânları, bizlerin ayrı mekânları var. Birçoğumuz kati surette “onların” olan yerlere burun kıvırıyor, “e, oraya gitmeyelim” diyor. “Bizim” mekânlara gelen yabancılarda ters bakışların hedefi oluyor. Hatta bazen “rezervasyon var” denilerek geri çevriliyor. Bu sadece “yerli” gençler ile öğrenciler arasında değil toplumun bütününe de yıllardır sirayet etmiş durumda. Bir Yenikent sakini bir Arabahmet sakini ile, bir Tuzla sakini bir Zafer sakini ile aynı mekânda oturmuyor. Sınıf farkı, salt sınıf farkı olarak değerlendirilmiyor, bunun ötesinde köken farkını da içine aldığından köken bazlı ayrımcılık olarak da yorumlanıyor.
Her ne kadar asla yeterli adımlar atılmış olmayıp, asla yeteri kadar konuşulmamış olsa da, Türkiye göçmeni aileler ile “yerli” ailelerin entegrasyonu çokça dile getirilmiş bir problem olsa da, daha çok değinmek istenilen nokta artık problemin çok daha sofistike bir hâle gelmesi ve denklemin içerisine artık daha farklı arka planlardan ve daha farklı etnik kökenlerden gelen insanların girmesidir. Çeşitli gruplar toplum içerisinde yaşamakta ancak bu gruplar bir türlü birbirleri ile temasa girmemektedir. Ortada bir toplumsal bağıntı (cohesion) söz konusu değildir. Bunların olumsuz sonuçları aslında çok da uzak olmayan bir gelecekte karşımıza çıkacaktır.
Bugün o kadar da karşımızda olmasa da Avrupa’yı ve Kuzey Amerika’yı etkisi altına almış aşırı sağ, tam da bu bulguların ertesinde çıkan nesebi sahih sonuçlar ile beslenmektedir. Bir türlü birbirine entegre olmamış göçmenler ile yerliler arasındaki gerilim yıllardır maniple edilerek toplumları kaosa sürüklemektedir. Trump ya da Brexit sonuçları, Macaristan’da Orbán’ın giderek artan göçmen karşıtlığı, Polonya’nın ve diğer ülkelerin benzer trendleri sürdürmesi tesadüfi durumlar değildir. İngiltere’de Brexit oylanırken kimi daha eski göçmenlerin ve çocuklarının, daha yeni göçmenleri “İngilizce bile bilmiyorlar” açıklamasıyla reddetmeleri de toplumsal bağıntının yokluğuyla doğrudan alakalıdır. Herhangi bir şey paylaşmayan, birbirleri ile temas etmeyen topluluklar -manipülatif siyasi söylemlerin ve provokasyonların da etkisiyle- kolaylıkla birbirleri hakkında olumsuz düşünüp oldukça sağlıksız bir toplumsal ruh hâline sebep olabilirler.
Bizim de bu Apartheidvari durumumuz ileride çok ciddi sonuçlar doğurmaya gebedir. Öyle ya da böyle gerek öğrenci olarak gerekse işçi olarak adaya farklı ülkelerden gelen insanların önemli bir bölümü bu adayı kendisine kalıcı bir yuva olarak belirleyecek, ailelerini burada kuracaklardır. Şimdiden örneklerini gördüğümüz üzere okullarımızda Türkmenistan, Pakistan, Suriye, Nijerya gibi çeşitli ülkelerden göçmen gelen ailelerin çocukları sayıca artmaya devam edecektir. Şahsi kanaatimce dünya görüşü olarak bu insanların ülkemizde yaşamasına karşı olmak kabul edilebilir bir yaklaşım değildir. Ancak bu şekilde kasıtlı ya da kasıtsız Apartheid uygulamaları ileride daha vahim sonuçlar doğuracağından bir an önce mevcut durumumuzu çok kültürlülüğe adapte etmek bir zaruret hâline gelmiştir.
Çok kültürlülük hakkında yapılan en efektif çalışmalar eğitim sistemi ile alakalı olsa da bugün Kıbrıslı Türklerin çocuklarını devlet okullarından yavaşça çekmesi bu çalışmaların da potansiyel başarılarını kısıtlamaktadır. Buna karşın başta eğitim sisteminde çok kültürlülüğü takdir edici çalışmalar yapmak ve özellikle göçmen çocukların destekleyici bir ortamda kendi kültürlerini sınıf arkadaşlarına tanıtmasına imkân vermek muhakkak bu yolda büyük bir adım olacaktır. Gelgelelim eğitim sisteminden önce birinci nesil göçmenlerin de entegrasyonunu ve kendilerini daha rahat ifade etmelerini sağlamalarının da yöntemleri vardır. Gerek devlet eliyle gerek sivil toplum aracılığıyla bu Apartheid karşısında adımlar atılabilir, atılmalıdır da. Entegrasyonu sağlamanın çeşitli yolları olduğu gibi en basiti iki tarafı birbirine yaklaştırmak adına bir el uzatmak bile büyük sonuçlar sağlayabilir. Sağlık, hukuk ve eğitim sistemlerine erişimi kolaylaştıracak bilgileri verecek çalışmalar sivil toplumun rahatlıkla yöneteceği çalışmalara örnek gösterilebilir. Ayrıca spor ve müzik gibi ortak paydaların bulunabileceği etkinliklerin desteklenmesi, çok kültürlülüğün ön plana çıkacağı festivalleri organize etmek de zor denemeler olmayacaktır. Tüm bunlar sadece işçi olarak adada bulunan göçmenler için değil ayrıca eğitim için adaya gelen ve maalesef ırkçı yaklaşımlara uğrayan öğrenciler için de büyük anlam taşır.
Tüm bunlar bugünkü hayat koşulları için “elzem” gözükmese de ileride oluşacak kültürel uçurumun ve tabii toplumsal bağıntı yoksunluğunun doğuracağı problemleri azaltmak adına büyük önem taşır. Bundan 25 sene sonra adadaki hayatı boyunca ırkçılığa uğramış bir ebeveynin yetiştireceği çocuk ile hayatı boyunca ırkçılık yapmış bir ebeveynin çocuğu arasında bir bağ oluşturmak, o potansiyel ebeveynler arasında bugünden oluşacak bağdan katbekat daha zor olacaktır. İleride doğal olarak seçmen olacak ve oy kullanacak bu kişiler ile olan uyumsuzluk ve bağıntı yoksunluğu da taraflar arasına ekstradan bir siyasi manipülasyon malzemesi verecektir. Sorun kimileri için insani olmaktan çıkıp siyasi olacak ve tabii çözümler de aynı şekilde siyasi boyutlarda aranacaktır.
Tüm bu problemlerin çözümü insani bir ihtiyaç olarak önümüzde durmaktadır. Yirmi birinci yüzyıl toplumlarında kabul edilmesi imkân dâhilinde olmayan bu Apartheid kabul etsek de etmesek de şu an yaşamımızın bir parçasıdır. Aşılması hem bugün hem de yarın için çok büyük önem arz etmektedir. Geçmişimizde bunun örnekleri mevcuttur. Toplumsal bağıntının hem kriz anlarında hem de geleceğe yönelik gelişmelerde önemi çok büyüktür. Hem yarın daha büyük yaralar açılmaması hem de bugünün yaralarının sarılması adına atılacak pek çok adım olup, tüm bunların bir an önce gündeme alınması gerekmektedir.