Kıbrıs sorunu ile ilgili yürütülen görüşmeler, beklenenin ötesinde bir kararlılıkla devam ediyor. Her iki tarafın da “kısa zamanda çözüm” hedefiyle sürdürdüğü görüşmelerin, önceki dönemlerde varılan yakınlaşmalar üzerinden devam etmiş olmasını, büyük bir zaman kazanımı olarak değerlendirebiliriz.
2016’nın ilk yarısında referandum hedefi her ne kadar heyecan verici bir zamanlama olarak dikkat çekse de, toplumların çözüme ne ölçüde hazır olduğu en çok sorgulanan konu.
Ne yazık ki, son yıllarda ciddi bir sosyal çalışma ile Kıbrıslı Türklerin gündemi çözüm yerine iç siyasete yöneldi. Çözüm bir köşede not edilmiş olsa da, verili şartlar üzerinden “günü kurtarma” siyaseti hakimiyet kazandı. Çözüm güçleri hem birlikteliğini koruyamadı hem de iç siyasetin çıkmaz sokaklarına dalarak karşı karşıya geldi.
2004’e Kıbrıslı Türk toplumu ciddi bir barış ve demokrasi mücadelesi ile gelmişti. Bankalar krizi ile tavan yapan toplumsal duyarlılık, ardı sıra bir sürü eylem ve grevle birlikte kendini somutlaştırmış, çözüm güçleri farklı ittifaklarla güçlerini yeniden üreterek geliştirmiştir.
Bu Memleket Bizim Platformu ve ardından Ortak Vizyon Hareketinin yarattığı siyasi dinamizmin toplum kesimleri üzerindeki etkisi ve toplumun uyanışı, hatırlanacağı üzere gerçekten olağanüstüydü. Bu toplumsal dinamizmi sadece referandumdaki oy oranı olarak düşünmek, değerlendirmek yanlış olur. O büyük toplumsal dönüşüm sürecinin temel dayanağı, yapı taşları olarak okumak ve görmek kanımca daha gerçekçi olur.
Bugün, küçük tepkiler dışında ciddi bir sessizliğin hakim olması, kimimizde çatışmasız bir ortamda çözüme yol aldığımız algısını yaratabilir. Aman karşı tepki yaratmayalım, nasılsa referandum göründü...gibi bir düşünce ciddi anlamda risklidir, tehlikelidir.
Toplumun etkin mücadelesi olmadan; karşılıklı güven, işbirliği ortamı yaratılmadan; tartışmadan, topluma gelişmeler anlatılmadan, değerlendirilmeden yol almak bizi istediğimiz noktaya götürür mü ? Toplumu çözüm mücadelesi ile, eksi ve artıları ile dönüşüme yöneltmemek, dönüşümün öznesi yap(a)mamak kendi başına ciddi, büyük bir sorundur.
Derinya ve Aplıç kapılarının bir an önce açılmasından öte, her iki taraftaki statükoya rağmen açılabileceğinin gösterilmesi yanında, oluşturulan komitelerin, somut, az veya çok insanların hayatına dokunan değişimler üretmesi yine çok önemli bir konudur. Ancak resmi veya gayrı resmi yani sivil toplum örgütleri düzeyinde yakınlaşma, sorgulama ve yüzleşme adımları atılabileceğini, eğitim gibi hassas konulara mutlaka kafa yormamızın şart olduğunu belirtmek isterim.
Bu noktada Sn.Cumhurbaşkanı’nın girişimlerine tüm çözüm kesimlerinin destek olması ve bugünün, çözüm için yoğun girişimlere başlamanın günü olduğunu düşünüyorum. Hiç gecikmeden.