Göz kapaklarıma bir ağırlık çöküyor.
Uyku akmıyor gecenin içinden…
Bir yorgan yetmiyor örtmeye, isyanı, kaygıyı, bilinmezi…
Çıldırasıya yüzsüzlük her yerde…
***
İnsan uykusunu alamayınca hem kolay öfkeleniyor hem de iyice dağılıyor.
Dost muhabbetlerinde görüyorum en yoğun dertlerden biri: Uyku tutmuyor.
Çok anlaşılır bir duygu hali, çünkü her an, her yerde, hiçlikle sınıyorlar bizi…
* * *
Eski yazılarıma bakıyorum.
Sözcüklerim epeydir isyankâr, kolu kanadı kırık, yurduna yabancı, kendine ürkek...
…
Bu sabah yine “dün" gibi uyanmıştık.
Dün de bir evvelki gün gibi.
Hep aynı tekrarı yaşar gibi zaman...
Biz büyüyoruz.
Bizimle büyüyor ne varsa...
…
O sözcükler “yarın”a dair renksiz, ışıksız, soluksuz… Sömürgeci bir kuşatma arasında birbirine giderek yabancılaşan insanların gözleri kadar gri yarınlar…
Bir şiir okuyorum dost Zariç'ten...
“İnsan neleri susmuyor, nelere susmuyor ki...”
Suskunlar büyüyor avuçlarımızın içinde, göz bebeklerimizde, ses tellerimizde…
Tırnaklarımızla kazıdığımız toprak kaldı bölünmeyen yalnızca…
* * *
Neydi o söz…
Dünyada bunca kötülük varsa…
O kötülüğe isyan etmeyen iyiler yüzünden belki de…
İllaki susmak değil mesele, konuşmak da işe yaramıyor, bağırmak da!
Çığlık çığlığa eksiliyor ömrümüz.
Bağıra çağıra…
* * *
Bir “zehir” içirmişler, ilk savaştan beri, o gün bugün yüreğimiz karışıyor...
Kendimizi kusuyoruz.
Kirimizde yaşıyoruz, kirlendiğimizi görmeden, görsek de umursamadan, umursasak bile değiştirmeden…
O “kir”in içinde biçarelik de var bencillik de... Köpük köpük esaret ve aç gözlülük var, çirkef var, yaranma var, dilenme var, ilenme var.
* * *
Bedel ödemekten ürkek konforlu isyankârlarla, sessiz sedasız yoksullar arasında tarifsiz bir uçurum büyüyor. O uçurumda kayboluyor soluğumuz. Yer yerine yabancı, gök düşüne…
Yeni çocukların bilemediği eski bir tarih akıyor, küflü bir nefret karışıyor toprağa, keskin bir bıçak gibi yarılıyoruz orta yerimizden… Yeni çocukların bildiği bir yokluk var, bir arada kalmışlık, bir yabancılaşma… Sevişmelerin sövüşmelerle kucaklaştığı bir ömrün kıyısından bayağılık boşalıyor. Umudu ve hayatı özensizlik kuşatıyor... Umursamazlık varsa, bir sebebi de kırıklık…
Göz kapakları ağır, yürekler ürkek…
* * *
Birisi karanlığa uzansa ve binlerce yıldız koparsa gökyüzünden keşke, bıraksa ömrümüzün içine…
Işıldasak biraz…
Umutlansak…
İyileşsek…
Uyansak tebessümle…
Kahırsız, küfürsüz…
“Yarınlar daha güzel olacak, çok daha güzel…” diyebilsek…
“Başarabiliriz, hepimiz, birlikte…”
"Sınırsız, özgür, eşit..."
"Bu memleket bizim..."
Işıklı mavilere adasak şarkılarımızı yeniden…
* * *
İçimden bir Ahmet Erhan bağırıyor şu günlerde…
“Tünel karanlık,
tren yorgun, raylar eski,
gönlümde sonsuz bir kaçma isteği…”
* * *
Bölük pörçük bir ada…
Kırık dökük bir aynadan yüzünü asıyor…
Çığlık çığlığa geçiyor zaman…
Saatler sabahı çalarken…
Adanın iki yanında işgalle bölünüyor sesler…
Kendi ayıbını örtüyor herkes…