Hidrokarbon krizinde çözüm arayışları

Yücel Vural

Kıbrıs’ın dahil olduğu ‘hidrokarbon meselesi’ çözülebilir mi?

Ve eğer çözümü mümkünse, bu çözüm hangi şartlarda, nasıl gerçekleşecek?

Neden olduğu politik ve askeri hareketlenme ve gerginliklere bakılırsa, bu sorun, sadece Kıbrıs için değil, bölgenin tümü için önemli.

Hatta, bölge dışındaki aktörler de şimdiden sorunun tarafı olmuş durumda.

Yani sorun uluslararasılaşmış.

AB’nin gözü bu bölgede, odaklaştığı nokta Kıbrıs.

Bu sorunun değişik boyutları olduğu biliniyor.

Hangisinin daha önemli olduğu, konuya nereden baktığınıza bağlı.

Mesela, Lefkoşa’yı merkeze alıp bakarsanız, iki konu öne çıkacaktır.

İlk olarak, Kıbrıs’ın Münhasır Ekonomik Bölgesi’nin belirlenmesi sorunun önemli bir boyutunu oluşturuyor.

Bilindiği gibi, İsrail ve Mısır’la bu süreç tamamlanmış, doğal kaynakların kime ait olduğu artık bir uzlaşmazlık konusu değil. Ayni süreç Lübnan’la devam ediyor.

Geriye Türkiye, Yunanistan ve Suriye kaldı. Bu devletlerle Kıbrıs arasında münhasır ekonomik bölge sınırlarını belirleyen bir uzlaşma henüz elde edilmedi veya edilemedi.

Kıbrıs’la Suriye’nin veya Kıbrıs’la Yunanistan’ın uzlaşmasının oldukça kolay olacağı söylenebilir.

Ama ayni kolaylık Kıbrıs ile Türkiye arasında şimdilik pek mümkün görünmüyor.

Çünkü Türkiye, anayasal düzeninin devamına garantör olduğu Kıbrıs Cumhuriyeti devletinin ‘var olmadığını’ ileri sürüyor.

Bu garip tutum zaman zaman düzeltilerek, ‘Kıbrıs devletini yönetenlerin Kıbrıslı Türkleri temsil etmediği’ gibi, kimsenin itiraz edemeyeceği daha gerçekçi bir tutuma dönülse de, böylesi tutarlı bir duruş bilinçli bir şekle bürünmüyor.

Dahası, Türkiye, Kıbrıs sorunu çözülse bile Kıbrıs’ın bir kıta sahanlığı, dolayısıyla bir münhasır ekonomik bölgesinin olamayacağı anlamına gelen bir duruş sergiliyor.

Bu iddia daha ziyade Kıbrıs’ın Batısı ve Güney-Batı’sındaki deniz alanlarında önem kazanıyor.

İşte sorunun, Lefkoşa’yı merkeze alarak bakıldığında öne çıkan ve dışarıyla ilgili olan boyutu budur.

Kıbrıs’ın da dahil olduğu hidrokarbon sorununun ikinci boyutu içerisiyle alakalı.

Yani, bu ikinci boyut, KıbrıslıTürklerle KıbrıslıRumların bir iç meselesi olarak kendini gösteriyor.

Bu iç sorunun en can alıcı yönü, hidrokarbon sürecinin nasıl yönetileceğiyle ilgili irili ufaklı konuları içeriyor.

KıbrıslıRum liderliği ‘bu iş devletin işi, bu süreci toplumlar değil Kıbrıs Cumhuriyeti devleti yönetecek’  diyerek, KıbrıslıTürk liderliği ise ‘ben yoksam sorun çıkar’ uyarısını yaparak, aslında iki doğruyu ortak bir tutum ve anlayışa dönüştüremiyor.

Zaten, bugünkü yazının konusu da bu.

Kıbrıs’ın hidrokarbon meselesinin gerek iç gerekse dış yönlerinin çözümü için, Kıbrıs siyasetinde aşağıdaki modeller açık ya da üstü kapalı şekilde öne sürülüyor:

 

Taksimci ya da ‘egemen eşitlik’ modeli

Herhalde bu modelle neyin anlatılmak istendiği çok açıktır.

Bu modelin destekçileri, geçmişte utangaç davranıp modelllerinin ayrıntılarını gizlemekte, soyut bir ‘işbirliği’ kavramı etrafında kafa karışıklığı yaratmaktaydılar.

Ama artık, taksimci modelin hidrokarbon sorununa çözüm bulmak için önerdiği ‘işbirliği’nden neyi murad ettiği kolaylıkla anlaşılıyor.

Ama yine de özetleyelim:

Egemen eşitlikçi model yeşil hattı bir uluslararası sınıra dönüştürmeyi, federasyon çabalarına nokta koymayı ve Kıbrıs’ı çevreleyen deniz alanlarını iki taraf arasında bölüştürüp, KıbrıslıTürklerin payına düşeni Türkiye’nin kıta sahanlığıyla birleştirmeyi öngörüyor.

‘Peki çözüm bunun neresinde?’ diyebilirsiniz.

Aslında çözüm yok.

Yükselen militarist bir anlayışın, eğer başarabilirse, çözümü ‘askeri hesaplaşma’ya havale etmesinden söz ediyorum.

 

Çözümsüzlük modeli

İçinde yaşadığımız günlerde egemen olan çözümsüzlük modeli statükodan besleniyor.

O nedenle isterseniz adına statükocu model de diyebilirsiniz.

Bu model sorunun çözümüne dönük yapıcı müdahalelere kapıyı kapatarak, sorunu çözmek yerine gerilimi artırıyor ve dizginlenemez ise hem ‘askeri bir kaza’ya hem de sıcak bir çatışmaya dönüşme riskini körüklüyor.

Bu statükocu model hem KıbrıslıTürklerin bu sürece katılma hakkını yok sayarak hem de Kıbrıs Cumhuriyeti devletinin varlığını inkar ederek sorunun çözümünü erteliyor. 

Bu modelin iki farklı versiyonu var: KıbrıslıRum ve KıbrıslıTürk versiyonları.

KıbrıslıRum çözümsüzlük-Statükocu modeli Kıbrıs Cumhuriyeti devleti’nin egemenlik haklarına vurgu yaparken, Kıbrıslı Türklerin sürece katılım hakları konusunda derin bir sessizliğe bürünüyor.

Sonuçta, bu cenahta ‘egemenim yaparım’ havası ağır basıyor.

Bu nedenle, bu model KıbrıslıTürkler’in bir yandan siyasal ortaklığa ilişkin güven duygularını aşındırıyor öte yandan da dışlanmışlık duygularını derinleştiriyor.

Dahası, ‘KıbrıslıRumlar zenginliği bizimle paylaşmak istemiyor’ propagandasını yürüten ayrılıkçıların değirmenine su taşıyor!

KıbrıslıTürk çözümsüzlük-statükocu modeli ise bir yandan KıbrıslıTürkler’in haklarından dem vururken öte yandan da Kıbrıs devletinin varlığını reddediyor.

Bu modelin vardığı sonuç ise ‘Rumlarla asla, herşey Türkiye ile birlikte’ yaklaşımıdır.

İşte bu nedenle KıbrıslıTürk statükoculuğu bir yandan KıbrıslıRumların ortaklığa olan güven duygularını zayıflatıyor öte yandan da KıbrıslıTürkler’in niyetleri hakkında kuşkuları artırıyor.

Açıkça söylemek gerekirse, ‘Kuzey’de herkes ayrılıkçıdır’ propagandasını yapan aşırı sağın ekmeğine yağ sürüyor!

Statükocu modelin her iki versiyonu da ikna edici olamayınca,  Kıbrıs sorununun çözümüne endeksli bir modele dönüşüyorlar.

 

Kıbrıs sorununun çözümüne endeksli model

Burada kastedilen elbette Kıbrıs sorununun federal zeminde çözümü için canla-başla uğraşanların talepleri değil.

‘Egemenim yaparım’ diyen KıbrıslıRum statükocuları bu yaklaşımlarını sürdürmekte zorlanıp çıkış yolu aradıklarında, yani KıbrıslıTürklerin katılım hakları gündeme getirildiğinde derhal çözüm sonrasını işaret etmektedirler.

Yani KıbrıslıTürklere ‘bekleyin biraz’ mesajını gönderiyorlar. Kastettiğim onlardır.

Ayni şekilde ‘her şey Türkiye ile beraber’ diyen KıbrıslıTürk statükocular, artık ikna etme yeteneklerini yitirdiklerinde ya da uluslararası hukuğun bir parçası olan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin varlığı hatırlatıldığında, çözüm sonrasını işaret ediyorlar.

Yani KıbrıslıRumlara ‘hidrokarbon çalışmalarını durdurun’ çağrısını yapıyorlar. Bunları da bu model içinde görüyorum.

Bu yaklaşımın her iki versiyonu da bir çıkış yolu sunmuyor.

 

İki-toplumlu işbirliği modeli

Dördüncü model, hidrokarbon sorununu iki toplum arasında, Kasım 2019 Berlin zirvesinde öngörülen ‘aşamalandırma’ fikrine bağlı kalarak, çözüm sürecinin belirli bir aşamasında anlaşmazlık konusu olmaktan çıkarmayı öngörmektedir.

Bu aşama, tarafların Kasım 2019’da gerekliliği üzerinde mutabık kaldıkları ‘stratejik anlaşma’dan sonra, KıbrıslıTürk toplumunun uluslararası hukukla buluştuğu, KıbrıslıRumların ise federal hedefe doğru yapacakları ilk hamlede KıbrıslıTürk otonomisini tanıdıkları bir aşamadır.

Yani ‘işbirliği modeli’ bir yanıyla, KıbrıslıTürklerin hidrokarbon meselesine uluslararası hukukla uyumlu bir statü temelinde siyasal katılımı, diğer yanıyla da çözüm sürecindeki ciddi bir ilerlemenin elde edilmesi anlamına gelmektedir. 

Bu modellerin karşılaştırılmasını konuyla ilgilenebilecek okuyuculara bırakıyorum.