Güneş altında oturmuş birbirimizi tırpanlıyoruz.
Gözlerimiz değirmen gibi öğütüyor insanları...
Yüreklerimiz bıçak gibi kesiyor...
Gittikçe yavanlaşan hayatlarımızda, yitik bir ülkenin evlatları olarak birbirimize tutunmak yerine, itiyoruz alın terini, emeği, düşü, gülüşü...
***
Kıbrıslı Türk toplumu yalnızlaştıkça, ıssızlaştıkça ve yokluğa sürüklendikçe, birbirine sahip çıkmak ve kenetlenmek yerine, birbirini dişliyor…
Değerlerimize sahip çıkmıyor, onları adeta “dövmekten” haz duyuyoruz.
Uzaktan gelecek bir tehlikeye gerek yok.
Öylesine “yok edici” davranıyoruz ki birbirimize…
Hep şüpheyle, ihtirasla, kıskançlıkla…
Hep bir ilenme…
Üretmenin, düşünmenin, çalışmanın, başarmanın adeta suç görüldüğü, yeteneğin dışlandığı, bilginin itibar görmediği, insanların birbirine kötücül bir yürekle yanaştığı bu ıssızlıkta tutunmak gitgide zorlaşıyor.
***
Toplum kendine güvenini yitirdikçe "düşmanlık" çoğaltıyor.
İradesi bastırıldıkça, horlandıkça, dışlandıkça uçsuz bucaksız bencilleşiyor.
Kendiyle yüzleşmek yerine bir başkasının yüzünde kusur arıyor.
Hasetle yaşıyor pek çok insan...
Bir bakınız yakın çevrenize, dört bir yanınıza, sosyal medyaya, “beğenmeyiz” mikrobunun ne kadar yaygın olduğunu göreceksiniz.
***
İyi eğitimli, vizyonlu, donanımlı, yurtsever, dürüst, haysiyetli aydınlık insanlarımızı korumalıyız.
Çok daha bağışlayıcı olmalıyız kusurlarına karşı…
Tarihi, geleneği, duruşu, mücadelesi olan kurumlarımıza sahip çıkmalıyız.
İnsanların başarılarından haz duymamayı öğrenmeliyiz birlikte…
***
Bir başkasına söz söylerken, insan biraz da şunu düşünmeli: “Ben ne yaptım?”
O beğenmediğiniz, saldırdığınız, aşağıladığınız, yerden yere vurduğunuz insandan çok daha iyisini mi başardınız?
- “O ne üretti, ben ne yaptım?”
- “O neler başardı, ben neler başardım?”
- “O ne bedeller ödedi, ben nelere katlandım?”
- “O ne kadar terledi, ben ne kadar yoruldum?”
İnsan kendini de sorgulamalı bir başkasını kötülerken…
***
Herkes kirliyse…
Herkes kötüyse…
Herkes başarısızsa…
Herkes yalancıysa…
Herkes iş bilmezse…
Herkes art niyetliyse…
Herkes hilekarsa…
Bir siz misiniz mükemmel?
***
Ne kadar kolay harcıyoruz değerlerimizi farkında mısınız?
Ne kadar acımasız...
Hepimizi için için tüketiyor bu hırs, bu ihtiras, bu haset!
İçimiz boşalıyor böylece…
“Maskelerinizi kuşanıp yalanlarınızı çoğaltın/ hepiniz mezarısınız kendinizin” der bir şiirinde, Serdar Aydın…
Kendi mezarımızı kazıyoruz aslında, birbirimizi gömdükçe…
Dibinde “taze” et var!
Hiç aklım almıyor!
Dünyanın bir ucundan donmuş et getiriyor, ancak, ayağımızdan dibinden taze ete "yasak" uyguluyoruz.
O nedenle de “kaçak” alıyor insanlar...
***
Tam da "kara mizah"dır yaşananlar…
Yeni Zelanda'dan Hollanda'ya oradan da Avrupa'ya giden et, Türkiye üzerinden deniz yoluyla Kıbrıs'a ulaşıyor.
Tırlarla denizden, karadan, binlerce kilometre yol kat ediyor et!
400 liraya satılacak.
Ülker Fahri abimizin yorumuyla...
"Yeni Zelanda’da başlayan ve Mağusa limanında sonlanan, aylar süren serüvene ödenen para, kilo başına 200 TL… Mağusa limanından market veya kasap buzluğuna taşınma için 3-5 saatlık kısacık taşıma da 200 TL..."
***
Lefkoşa'nın güneyine geçtim, dün...
En büyük süpermarketlerden birinde, kuzu etinin kilosu 380 TL'ye geliyor.
10.99 Euro.
Mahalle kasaplarında muhtemelen daha ucuzdur.
Donmuş değil taze et...
Yeni Zelanda ya da Hollanda değil Kıbrıs kuzusu...
O nedenle zaten kasap reyonu önünde Türkçe konuşuyordu herkes...
***
Burnunun ucunda çok daha hesaplı, taze, güzel et var ve bunu yasaklıyorsun.
Aptalca bir milliyetçilik, statü saplantısı, hınç kültürü uğuruna...
1.5 sene önce kesilmiş "donmuş et" getiriyorsun dünyanın öbür ucundan...
Akılsızlığın tarifi bu olsa gerek...
TikTak !
TikTok’çu çocuğa şaşırıyor, Kıbrıs’ın güneyinde toplum…
Fidias Panayiotou, 24 yaşında, YouTuber ya da sosyal medya fenomeni…
Şimdi Avrupa Parlamenteri!
“Siyaset bilmiyor” diyorlar.
Bilmese de olur...
Biliyoruz bunu…
Siz TikTak’çı Tatar’ı sorunuz bize…
Fidias en azından doğalında seçildi.
Bizimki metazori!