Ağustos Pazar gibidir dermiş Amerikalılar. Tatilin sonuna gelinmiştir, Eylül sıkıntısı sirayet etmeye başlamıştır günlere. Bir yandan da bitmekte olanı doyasıya yaşama telaşı ile doludur Ağustos. Treni kaçmadan yakalama koşuşturması başlar. Yaz rehaveti bitecek, yaprak dökümüyle birlikte gerçek hayata geçilecektir. Bir yandan tadı çıkarılır zamanın bir yandan da ertesi ayın hazırlığına başlanır. Ağustos’un bu son günlerinde fazlaca kafaya takmamaya çalışıyorum ama inceden bir gerginlik sızıyor yine de hayatıma. Sadece başlangıç biraz gergin olacak sonra rutine geçilecek bunu biliyorum. Yine de bir huzursuzluk hali yoklayıp duruyor beni. Tatilde ne kadar yükselmişsen ne kadar keyifli anlar geçirmişsen o kadar sert düşüyorsun. Düşerken acıtmasın diye anıların yumuşaklığına sarılmak da mümkün tabii.
Eylül sendromu diye bir yazı yazmıştım Pazartesi sendromundan hareketle, her şey insanın kafasında başlıyor aslında. Pazartesi’ni de Eylül’ü de hafif bir yarayla atlatmak mümkün. Hatta tam tersine keyifli bir geçiş yaşamak.
Bu yazdıklarım tarih olmaya başlamış bir zaman algısına ait belki de. Zamana dair algı çoktan değişti ve hızla değişmeye devam ediyor.
Yaz okumalarım epey azaldı ne yazık. Bu yaz okuduğum az sayıda kitaptan biri de Helene L’Heuillet’in Gecikmeye Övgü- Zaman nereye gitti? adlı kitabıydı. Daha doğrusu bitirmeye çalışıyorum hala. Genelde birkaç farklı tür kitabı aynı anda okumak gibi bir adetim var. İyi mi kötü mü bilemiyorum. Zaman ve üretim ilişkisini Marks’ın öngörüleri ile karşılaştırarak analiz etmeye çalışıyor bir bölümde yazar. Çalışma zamanının otokontrole verilmesinin nasıl daha da büyük bir köleliğe yol açtığından söz ediyor. Artık iş saati, dinlenme ve uyku saati gibi bir ayrım yok. Daha çok uyunuyor ve her an çalışılıyor aslında. Geç kalma saplantısı bu hız çağının en acıtan durumlarından. İşte yaz biraz da buna bir direniş olduğu için içimi acıtıyor geçip gidiyor oluşu.
Her şey öylesine bir hızla değişiyor ki yetişmek ve uyum sağlamak için ruhumuz da koşmak zorunda. Kuşaklar arasındaki boşluğu da hızla açan bir durum bu. Geçen gün havaalanında kendin check-in yap ve bagajını yükle uygulaması için yardımcı olan genç çalışanlara bakıyordum. En ufak bir empati taşımayan, birer robot gibi davranan, sadece direktif veren gençlerdi hepsi. Bagajım sadece iki kilo fazla gelince ceza vermemek için acaba birkaç parça bir şey çıkarsam mı diye sesli düşününce başka bir çağdan gelmiş biri gibi baktılar bana. Boomers diyorlar ya bizim gibilere. Boomerler robotlara karşı. Böyle bir durum yaşanıyor sanki.
Geçmişte de yazmıştım. Bizler bizden yaşça büyük, deneyimli insanlara saygı duyar, onlardan öğreneceğimiz şeyler olduğunu düşünürdük. Şimdilerde bilgi ve deneyimin hiçbir değeri yok. Bir düğmeye basılarak, bir video açılarak ulaşılacak şeyler olarak görülüyor bunlar. Yaşlılık bir ayıp gibi. Onu engellemek en azından işaretlerini azaltmak için yapılacaklar sanayisi gelişirken özellikle. Yaşlılar ekonomik olarak da daha iyi durumda olurdu geçmişte. Şimdilerde ise gençler ekran başında türlü numaralarla servet sahibi olabiliyorlar. Çağın dinamiklerini ne kadar iyi kavrıyorsan yeni teknolojiyi ne kadar iyi kullanıyorsan o kadar yükseliştesin. Bunlara uzak duranlar hala şövalye romantizmine takılı, yel değirmenleriyle savaşan Don Kişotlar.
Bu hızlı değişim uyum sağlayamayan pek çok kişiyi ruhsal olarak hastalandırıyor. Yalnızlık ve mutsuzluk oranı hızlı bir yükselişte.
Üniversiteye her yıl gelen yeni öğrenciler daha da şaşırtıyor beni. Dünyalarına girmek zaman alıyor. Hayatın akışı öylesine hızlı ki ruhunu şaşılaştırıyor insanın.
Uyum sağlamak zor olsa da farkındalık önemli diye düşünüyorum. Tanımladığımız anda değişen bir dünyada yaşıyoruz. O yüzden saptamalar yapmak yerine düşünceleri bir akışkanlığa bırakmak daha doğru geliyor bana.
Yaz bitiyor, gerçek hayata geçiliyor hızla. Pandemi bir fren sıkma haliydi sanki şimdi ise kaybedilen zamandan ötürü daha yüksek bir hıza geçildi. Koşmak istemeyenin üstüne basıp geçiyorlar. Kimimiz kıyıya çekilip seyre dalıyoruz olup biteni. Kendi güvenli alanlarımızı yaratıp oralara sığınmaya çalışıyoruz. Hayat aslında sanıldığından daha geniş.