“Hızlı test değil, PCR”

Moleküler Genetik ve Genetik Hastalıklar Profesörü Dr. Erol Baysal, hastalık belirtisi olan ve temaslı olan herkese PCR testi yapmak gerektiğini belirtti

Ödül AŞIK ÜLKER

Dubai Genetik Merkezi, Moleküler Genetik Bölümü Başkanı Kıbrıslı Türk Prof. Dr. Erol Baysal, bugüne kadar yapılan test sayısının yeterli olmadığını söyleyerek, mevcut verilerin toplumun esas bulaşıcılık seviyesini yansıtmadığını belirtti.

Moleküler Genetik ve Genetik Hastalıklar Profesörü Dr. Baysal, şu anda önceliğin, hastalık belirtisi olan ve temaslı olan herkese PCR testi yaparak COVID-19 taşıyıp taşımadığını %100 doğrulukla tespit etmek olduğunu söyledi ve “COVID semptomu taşıyan ve temaslı herkese PCR testi yapılmalıdır. PCR test sayılarının epeyce artması şarttır” dedi.

Bilim insanları arasında hızlı test kitlerine güvenin azaldığına da vurgu yapan Prof. Dr. Baysal, “Daha da kötüsü negatif çıkan bu insanların PCR testi neticeleri çıkana kadar bulaştıracağı insan potansiyelini düşünmek bile tüyler ürperticidir. Bu kişiler saatli bombaya benzerler” diye konuştu.

Yenidüzen’in sorularını internet üzerinden yanıtlayan Prof. Dr. Baysal, test sayılarının hızlı bir şekilde artması gerektiğini kaydederek, “Eğer bu imkanlarımız yoksa dışarıdan hizmet almalıyız, aynen İzlanda’nın yaptığı gibi” dedi.

İzlanda’da tüm toplumun PCR ile tarandığına dikkat çeken Prof. Dr. Baysal, İzlanda’nın altyapı ve imkanlarının Kuzey Kıbrıs’ta bulunmamasının bu modelin uygulanmasını zorlayacağını ama bunun yapılması gerektiğini söyledi. 

Birleşik Krallık, ABD, Birleşik Arap Emirlikleri, Türkiye ve Kıbrıs’ta genetik hastalıklar için DNA teşhis laboratuvarları kuran Prof. Dr. Baysal, “İzlanda’daki imkanlar KKTC’de mevcut değildir ama doğru yöntemler kullanılırsa elde edilecek veri tabanına tam güven olur. Varsın yavaş olsun, geç olsun ama güç olmasın. Bizler KKTC’de elimizdeki tüm imkanları seferber etmeliyiz. Devlet, özel, sivil toplum örgütleri, tüm kuruluş ve kurumlar biraraya gelerek, elbirliğiyle bu testlerin gerçekleşmesi için katkı koymalıdır” diye konuştu.

“Önümüzde katedecek daha çok yol var. Bu, 3-5 gün içinde olabilecek birşey değildir. Toplumun bütününü görebilmek için yüksek verimli PCR testleri yapmak gerekir” diyen Prof. Dr. Baysal, PCR ile 24 saatte bin 5 yüz test yapılabileceğini anlattı.

“Ya 2 metre uzakta ya da 2 metre aşağıda”

  • Soru: İlk koronavirüs vakası 1 ay önce tespit edildi. Bu süreçte bazı tedbirler alındı, kısıtlamalar yapıldı. Bu tedbirler yeterli mi? 
  • Prof. Dr. Baysal: Benzeri görülmemiş, dünyayı kasıp kavuran, en gelişmiş ülkeleri bile altüst eden yüzyılın en büyük doğal felaketiyle yüz yüzeyiz. İnsanlığın şahit olduğu en büyük küresel bir krizle karşı karşıyayız. Tüm dünya, bu gözle görülmez virüsün sebep olduğu felakete karşı çaresiz durumda. Bu, tüm dünya ülkelerinin sağlık sistemlerini çökerten veya çökertecek olan görünmez bir düşman.
    KKTC’de alınan tedbirlerin yeterli olup olmadığı sorusuna gelince, Mart ortasında oldukça kaygılanmış olsam da daha sonra hükümetin aldığı tedbirlerin diğer ülkelerde alınan tedbirlerle aynı düzeyde olduğu kanısına vardım. Alınan önlemleri hepimiz biliyoruz, burada tekrar sıralamaya gerek görmüyorum. Bu vesileyle hükümetimizi, bizzat Başbakanımızı, ayrıca ilk adımı atarak toplumu sosyal medyadan eğitici uyarıları ile telkin eden Sayın Cumhurbaşkanımıza ve her iki mercinin de kendi bünyelerinde oluşturdukları sağlık danışma kurullarına en içten teşekkürlerimi iletmek isterim. Bedenen uzaklarda olsam da kalben ülkemde olduğumu hissederek, son bir aydır durmaksızın gerek basından, gerek sosyal medyadan bilim kurulu üyelerine fikir ve önerilerimi sundum ve hala sunmaktayım. Hemen hemen her gün değişen konjektür ve gelişmeler hakkında fikir teatisinde bulunuyoruz. 
    Özetle vurgulayacak olursak ülkemizde en önemli tedbirler alınmış durumdadır. Uygulama kısmında her ülkede olduğu gibi sıkıntılar yaşanabilir ve bizde de elbette yaşanıyordur. Bunu da hoşgörüyle karşılamak gerekir. Belki çok özel durumlardan dolayı belki de acil sayılabilecek nedenlerden dolayı insanların bazı haklı durumlarını empatiyle karşılamak gerekir. Benim yaşadığım Dubai’de, zorunlu kuralları bozanlara, sokağa çıkma yasağını ihlal edenlere, karantina kurallarına uymayanlara, arabasında 2 yolcudan fazla taşıyanlara son derece caydırıcı para cezaları getirildi. Hatta polis bu şahısların fotoğraflarını web sitelerinde yayınlama kararı aldı.
    Tam üç hafta önce, 13 Mart’ta tedbirler listemi sunduğumda KKTC’de 5 vaka vardı, bu arada vaka sayısı geometrik bir büyümeyle 11 Nisan itibarıyla 99’u buldu. 13 Mart’ta Nisan ortalarında vaka sayısının yüzlere erişeceğini yazmıştım. Aynen tahmin ettiğim gibi oldu. İnsanlığın bu savaşı kazanması için ülkemizde alınan tedbirlerin harfiyen uygulanması gerektiğinin bir kez daha altını çizmeliyim. Bugün virüs bizi yönetiyor. Bugün virüs yer yüzündeki 7 milyar insanı avcunun içinde rehin almış durumda. Bu düşmandan kurtulmak için tedbirlerimizi kayıtsız şartsız uygulamamız gerekir. En önemlilerinden biri olan sosyal mesafeye uymak şart. Ben, hergün merkezimdeki personelime sloganımı hatırlatırım “ya 2 metre uzakta ya da 2 metre aşağıda”.

DBN-Çernobil...

  • Soru: Covit-19 nedeniyle normal olarak sürmesi gereken sağlık hizmetlerinde büyük oranda aksama oldu. Dr. Burhan Nalbantoğlu Hastanesi’nin pandemi hastanesi yapılması konusunda tepkiler var, kamusal sağlık hizmetleri durma noktasına geldi. En büyük hastanenin pandemi hastanesi yapılması doğru bir adım mıydı?
  • Prof. Dr. Baysal: Virüs salgınıyla mücadele ederken, hastanelerde olağanüstü tedbirler almak elbetteki son derece önemlidir. Ancak bir gerçek varsa, o da salgın sürecinde diğer hastalıklarla ilgili vereceğimiz hizmet de hız kesmeden devam etmelidir. Örneğin kalp krizi geçirenler, diyaliz hastaları, beyin tümörü ameliyatları ve tedavileri, kalçası kırılıp ameliyat edilmesi zorunlu olanlar, thalassaemialı gençlerin transfüzyonları, organ nakli için bekleyenlerin azalmayacağı öngörüsüyle hareket edilmeli ve salgın dışında kalan hastaların da hastaneye, acil servise ve yoğun bakıma ihtiyacı olduğunu unutmamalıyız.
    Lefkoşa Burhan Nalbantoğlu Devlet Hastanesi’nin Pandemi Hastanesi’ne dönüştürülmesi demek ülkemizin 500 yataklı en büyük hastanesinin “Binaya Girmek Yasaktır” levhasıyla Çernobil’e çevirmektir.
    KKTC devletinin acilen sadece koronavirüs teşhis edilmiş hastalara bakacak yeni bir hastane oluşturması taraftarıyım, aynen diğer gelişmiş ülkelerde olduğu gibi. Oluşturulacak pandemi hastanesi izole bir konumda, odalarda merkezi ve ya taşınır oksijen ihtiyacının karşılanacağı ve yoğun bakımı olan bir hastane olması gerekmektedir. Sağlık Bakanlığı’nın koronavirüs dışında kalan hastalıkların tedavi edileceği hastaneyi pandemi hastanesi yaptığı dikkate alındığında ilerleyen günlerde sağlık sorunlarının daha vahim sonuçlar doğuracağından endişe duyanlardanım.

“Korona salgını giderek büyüyerek yayılacak”

“Yapılan test sayısı asla yeterli değildir. Şu anda uygun cihazlar kullanarak 488 testi, 8 saatte yapabilmek mümkündür. Dünya bu teknolojiye sahiptir”

 

Koronavirüs salgını bizlerle aylarca hatta yıllarca yaşayacak gibi görünüyor. Korona salgını giderek büyüyerek yayılacak. Ülkenin 500 yatak kapasiteli en büyük hastanesi pik zamanı tahminim azami 100 COVID -19 hastasına hizmet edecek. Bu süreç 2-3 haftada bitmeyecektir. Aylarca sürecek bir salgın sürecinde diğer hastalar da kontrollerini yaptırıp tedavilerini sürdürmek zorundadır.
Kanımca 13 Mart’ta Sayın Cumhurbaşkanımızın ve Başbakanımızın da katıldığı ilk Bakanlar Kurulu toplantısından hemen sonra alınan bir kararla uygun bir yere COVID -19 Pandemi Hastanesi yaptırılmalıydı. Ben bu önerilerimi 13 Mart gecesi yazılı olarak KKTC’nin en üst mercilerine ilettim. Bazı arkadaşlarım önerilerimi kendilerine yollamamı rica ettiler, gönderdim, onlar da Facebook’ta paylaştılar. Yaklaşık bir ay önceki önerim harfiyen şöyleydi: “Pendaya’daki Cengiz Topel Hastanesi’nin izolasyon ve karantina hastanesi olarak yoğun bakım merkezi ilan edilmesi (out of sight out of danger). Yeterli sayıda ambulans ve sağlık personeliyle Cengiz Topel Hastanesi’ne hasta sevkinin aksatmadan yapılması. Gerekirse özelden eleman alınması. Yoğun bakım kapasitesinin duruma göre 10 kat, 20 kat artırılma potansiyeli. Tıbbi ekipman ve personelin devlet kapasitesinin aşıldığında hemen özel sektörden takviyesi’. Geçenlerde Dr. Burhan Nalbantoğlu Devlet Hastanesi Eski Başhekimi Dr. Bülent Dizdarlı da benim bir ay önce yazdıklarımın aynısını yankıladı.
Beni en çok kaygılandıran nokta artan hasta sayısını karşılayacak hastane yoğun bakım servisi ve alt yapı mevcut olmadığında birçok hasta tedavisiz kaderlerine terkedilecek olması ihtimalidir. Bunu İtalya, İspanya ve kısmen İngiltere’de gördük. Sağlık sistemi hazır hale getirilmediği için hekimler ellerinde yeterli sayıda cihaz bulunmadığından yaş gibi belirli faktörler ışığında bazı hastaları cihazdan ayırıp prognozu daha iyi durumda olanlara takmak zorunda kalmışlardır. Biz KKTC’de o noktaya gelmek istemiyoruz. Sağlık Bakanlığı’nın daha hızlı bir şekilde sağlık sisteminin altyapısını tamamlayıp gereken açılımları ivedilikle yapması gerektiğini vurgulamak istiyorum.

“Test sayısının süratle artması lazım”

  • Soru: Şu anda vaka sayımız 99 ve ilk yerli kayıp da verildi, toplam üç kayıp var. Vaka sayısı bağlamında pik noktası ne olur?
  • Prof. Dr. Baysal: Pik noktası ne zaman olur sorusuna cevap vermek imkansız, şu anda çok erken. Bugün itibarıyla Amerika, Fransa, Almanya, Türkiye gibi yüksek nüfuslu ülkelerde bile pik noktasına erişilmemiştir. Ama bu ülkelerin hepsinde COVID -19 artış oranı her 3-4 günde ikiye katlanmaktadır. Kısacası durum son derece vahimdir. KKTC’nin pik  noktasına gelme sürecini tahmin edebilmek için verilerin her gün güncellenip bir grafikle takip edilmesi gerekir. 11 Nisan itibarıyla toplam vaka sayısı 99. Yapılan test sayısı da 4048. Bu, nüfusun %0.87’i demek. Bu rakamlar çerçevesinde tahmin yürütmek imkansız. Yapılan test sayısı oldukça az ve bunun süratle artması gerekir. Ancak ülke şartlarını gözönünde bulundurursak bu da cihaz ve uygun kitler olmadan gerçekleşemeyecek. KKTC nüfusunu temsil edecek yani %15-20 seviyelerine ulaştığımızda pik erişimi konusunda daha net bir tahmin yürütebileceğiz.
     
  • Soru: Solunum cihazı bu pandemide çok önemli bir ihtiyaç olarak öne çıkıyor. 60 solunum cihazı olduğu ve Nisan ayında yapılacak takviyelerle bu sayının 150’ye yükseleceği söyleniyor. Bu sayı yeterli gelecek mi?
  • Prof. Dr. Baysal: Ventilatör yani solunum cihazı yoğun bakımda en önemli ihtiyaçtır. Hemen hemen her COVID -19 hastası genel olarak önce oksijene bağlanır, sonra da ventilatöre. Her bir COVID -19 hastasına bir ventilatör gereklidir. Bu cihazlar oldukça sofistike ve yüksek teknolojiye sahiptir. Normal zamanda bir ventilatör 20 bin küsur dolardır. Şu anda aşırı rağbetten, şirketlerin açgözlüğünden ve fırsatçılıklarından dolayı fiyatlar 50 bin dolara fırlamış durumdadır, tabi eğer bulabilirseniz. 

“Sayılar roket misali uçabilir”

KKTC’de COVID -19’la ilgili bilimsel tedbirler alınmasına rağmen tedavi boyutunun ve yoğun bakım ihtiyaçlarının henüz yeterli seviyeye gelmediğini öğrendim. Bazı hekim arkadaşlarımla yaptığım diyaloglarda yoğun bakım altyapılarının henüz yeterince hazır olmadığı bildirilmektedir. Sağlık personeli uzman arkadaşlar, KKTC sistemimizin henüz bu salgın hastalığa karşı savunma yapamayacağını ve büyük sorunlar yaşayacağımızın altını çiziyorlar. Vaka sayısındaki artışın yanında yeterli miktarda ilacın hazır bulunmaması ve yoğun bakımların altyapılarının tamamlanmaması da kafalarda sorular oluşturmaktadır. Salgın sonrası rahatlama sürecinde toplumun %50’sinden fazlasının bu hastalığı geçirmeleri beklenmektedir. Bunların % 1-2’si yoğun bakıma ihtiyaç duyarsa durumun vehameti daha açık ortaya çıkar. En kötü olasılığı göz önünde bulundurmamız gerekir. Yoğun bakımlarla ilgili gerekli altyapı hazırlıkları hala devam etmekte. Bugün sayılarda pek hızlı artış görmeyebiliriz ama yarın bu roket misali uçabilir.
Nisan ayı sonuna kadar altyapıyı tam anlamıyla düzenleyebilirsek Dr. Burhan Nalbantoğlu Hastanesi’nde 150 ventilatör olacak. Herşey yolunda giderse bu sayının gerçekten rahatlatıcı hatta yeterli olacağını düşünüyorum.
Sağlık sistemi hazır hale getirilmediği için AB ülkelerinde hekimler ellerinde yeterli sayıda solunum cihazı bulunmadığından yaş gibi belirli faktörler ışığında bazı hastaları cihazdan ayırıp başkalarına takmak zorunda kalmıştır. Bu talihsiz senaryoyla karşılaşmamak için KKTC Sağlık Bakanlığı’nın ve diğer idarecilerin daha hızlı bir şekilde yoğun bakımın altyapısını tamamlayıp gereken açılımları uygun şekilde yapması gerektiğini düşünenlerdenim.

“Test sayısı asla yeterli değil”

  • Soru: WHO çok sayıda test yapılması çağrısı yaptı. Kuzey Kıbrıs’ta bugüne kadar açıklanan bir günde yapılan en yüksek test sayısı 488, bir ayda yapılan toplam test sayısı 4048. Bu sayıyı artırmak amacıyla doktorlar başta olmak üzere sağlık alanından pek çok uzman kişi daha çok test yapılması gerektiğini söylüyor. Sizce bu sayı yeterli mi? Testler konusundaki uygulama nasıl olmalı?
  • Prof. Dr. Baysal: Bu sayı asla yeterli değildir. Şu anda uygun cihazlar kullanarak 488 testi, 8 saatte yapabilmek mümkündür. Dünya bu teknolojiye sahiptir.
    Toplumdaki bireylerin hastalıktan korktukları için hastaneye pek yaklaşmadıkları görülüyor. Bazı şahıslar semptomlarını gizleyerek test sayılarını olumsuz yönde etkiliyor. İnsanları teşvik edici duyurular yapılmalı ve gerçekler anlatılmalı. Radyo, TV, sosyal medyadan çağrılar yapılmalı.

“Tüm nüfus taranmalı”

“Mümkünse tüm nüfus taranmalı. Şu andaki veriler toplumun esas bulaşıcılık seviyesini yansıtmıyor. Önümüzde kat edecek daha çok yol var... Toplumun bütününü görebilmek için yüksek verimli PCR testleri yapmak gerekir”

 

Mümkünse tüm nüfus taranmalı. Şu andaki veriler toplumun esas bulaşıcılık seviyesini yansıtmıyor. Önümüzde katedecek daha çok yol var. Bu, 3-5 gün içinde olabilecek birşey değildir. Toplumun bütününü görebilmek için yüksek verimli PCR testleri yapmak gerekir. Bu yöntemler çok yüksek sofistike cihazlar kullanılarak yapılır. Oldukça pahalı olan bu sistemlerden orta hacimlisi 45 dakikada 48 örnek çalışır. Bu 24 saatte 1500 vaka demektir. Kullanılan kartujlar spesifik SARS-CoV-2 virüsünün RNAsını tanımlar. Test sayılarının hızlı bir şekilde artması gerekir. Eğer bu imkanlarımız yoksa dışarıdan hizmet almalıyız, aynen İzlanda’nın yaptığı gibi. İmkanların bol olduğu Dubai’de bile bizler günde 5000 vaka PCR yapabilmek için kısmen özel sektörden hizmet satın aldık. Toplumun tümü tarandığında hem pozitif kişiler tespit edilir, hem de bölgelere göre hasta dağılımı incelenmiş olur.

“Semptomu taşıyan ve temaslı herkese PCR yapılmalı”


“Şu anda önceliğimiz, mümkün olduğunca, hastalık belirtisi olan ve temaslı her kişiye PCR testi yaparak COVID-19 taşıyıp taşımadığını %100 doğrulukla tespit etmektir. PCR test sayılarının epeyce artması şarttır”

 

KKTC’de bizim şu anda önceliğimiz, mümkün olduğunca, hastalık belirtisi olan ve temaslı olan her kişiye PCR testi yaparak COVID -19 taşıyıp taşımadığını %100 doğrulukla tespit etmektir. COVID semptomu taşıyan ve temaslı herkese PCR testi yapılmalıdır. PCR test sayılarının epeyce artması şarttır. Hastalığın yayılmaması için yapabileceğimiz en önemli şey, pozitif olan kişileri izole edip tedavi etmektir. Bu arada halkın katılımı için de bir takım teşvik edici önlemler alınmalı. Tedaviye ne kadar erken başlanırsa sonuçlar o derece olumlu olur. Gelişmiş ülkelerde, hafif  semptomları olanlar izolasyonlarını evde kalarak geçirirler. Semptomatik veya ateş ve solunum zorluğu çekenlerin hastaneye gitmeleri önerilir. Ölüm oranı şu anda %1-2 arasındadır. Virüsü taşıyan birinin 2-14 günleri arasında bulaştırma riski vardır. Ancak bu risk ilk 7 günde en yüksek seviyededir.
Son günlerde gündemde olan hızlı testlere gelince, Başbakanlık COVİD 19 Koordinasyon Konseyi Başkanı Sayın Dr. Sibel Siber bir televizyon programda toplu tarama konusunda nüfus olarak Kuzey Kıbrıs’a benzeyen İzlanda’da yapılan epidemiyolojik çalışmanın aynısının Kuzey Kıbrıs’ta da yapılması gerektiğini savundu. Sayın Dr. Siber’in bu programda söylediklerinin çoğuna katılıyorum. Çok güzel bir yol haritası ve bugün gerekli olan da budur. Yalnız bazı noktalarda kişisel tecrübelerimi ve fizibilite hakkında görüşlerimi paylaşmak istiyorum. Populasyon taraması yapmak en doğrusudur. WHO’nun sloganı da “test test test”tir.

“Şartlar zorlanmalı ve toplum taraması PCR ile yapılmalı”

Öncelikle en önemli noktayı vurgulamak istiyorum. Sayın Dr. Siber’in örnek olarak gösterdiği İzlanda’da toplum taraması hızlı testlerle değil, PCR yöntemiyle yapılmıştır. Hızlı testler kullanılmamıştır. İzlanda’da bu taramayı yapan firma deCODE Genetics isimli şirketin hizmet alanı nüfus genetiği çalışmalarını uygulayarak insan genomundaki yaygın genetik hastalıklarla ilişkili varyasyonları saptamak ve yeni keşiflerle hastalıkları tanımlamak, tedavi etmek ve önlemek için yeni yöntemler geliştirmektir. Bu amaçla her türlü PCR ve genom sequencing yani dizileme teknikleri uygulanıyor. İzlanda’nın alt yapısında mevcut güncel her türlü sofistike cihazlar ve kitler mevcuttur. Maalesef bu durum KKTC’de aynı değildir. Koronavirüsünün epidemiyolojisi için düşünülen İzlanda modelinde kullanılan yöntemlerin KKTC’de bulunmaması bu modeli kullanmak bizleri zorlayacaktır. Ama şartlar zorlanmalı ve toplum taraması PCR ile yapılmalıdır.

“Hızlı test kitlerine güven azaldı”

“Bilim insanları arasında da hızlı test kitlerine güven azalmış durumdadır. Daha da kötüsü negatif çıkan bu insanların PCR testi neticeleri çıkana kadar bulaştıracağı insan potansiyelini düşünmek bile tüyler ürperticidir. Bu kişiler saatli bombaya benzerler”

 

Hızlı yani immunoglobin testlerde negatif değerlerin tam zamanlı PCR ile yapılan moleküler doğrulama testlerinde pozitif çıkma ihtimali yüksektir. Bu, kitin sensitivite (hassasiyet) ve spesifite oranına bağlıdır. Mesela hızlı testlerde en iyi ihtimalle hassasiyetin %80 olduğunu düşünürsek, ki bence %60-70’dir, 100 kişide 20 testin pozitif olması gibi bir hata oranı kabul edilecek bir durum değildir. Yanılma payı yüksek testleri kullanmaya devam etmek fayda yerine zarar getirebilir. Bilim insanları arasında da hızlı test kitlerine güven azalmış durumdadır. Daha da kötüsü negatif çıkan bu insanların PCR testi neticeleri çıkana kadar bulaştıracağı insan potansiyelini düşünmek bile tüyler ürperticidir. Bu kişiler saatli bombaya benzerler. Eğer hızlı testlerin doğruluk seviyesi yani sensitivite ve spesifisiteleri artırılsa ve bunlar bilimsel olarak onaylanırsa epidemiyolojik taramalar için daha uygun olabilir.
Çok nüfuslu toplumlarda pozitifler tespit edilerek başkalarını bulaştırmadan izole edilmeleri bu hızlı testlerin kabul görmesini hızlandıracaktır. Fakat günümüzde gerçek zamanlı PCR yönteminin altın standart olduğu inkar edilemez. Şöyle ki, PCR metodu o kadar hassastır ki virus yükü 100-200 kopyaya kadar %99 sensitivite ile virüs genomu saptanılabilir. 100 kopyanın ne demek olduğunu perspektife koyalım; SARS-CoV-2 bulaşmış bir hastada triyonlarca virüs genom kopyası olduğunu düşünürsek ve bunu henüz bugün bulaşmış bir insanla kıyaslarsak bu kişide virüs yükü doğal olarak çok az olacaktır. Yani ilk saatlerde virüsün 200-500 kopya ürediğini varsayarsak bahsettiğimiz PCR metodu bunu ölçebilecek hassasiyete sahiptir. Kısacası PCR ile bulaşın olduğu ilk günde tespit yapılabilir. Ancak hızlı testler bunu asla saptayamaz. İşte bu misalden hızlı test ile PCR testi arasındaki farkı çıkarmış olabiliriz. Özetle 500 kopya demek denizde bir damla anlamına gelir.

“En önemlisi kesin ve doğru netice”


PCR yönteminin bu gibi taramalarda kullanılması daha uygundur. Elbette maliyeti de göz önünde bulundurarak, PCR testlerinin çok daha pahalı olduğunu belirtmek gerekir. Ancak bunu bir yatırım olarak düşünürsek, uzun vadede PCR yönteminin daha karlı olacağı görüşündeyim. Çünkü tam otomasyon olduğundan minimum insan kaynakları, 45 dakika geri dönüş zamanı, yüksek sensitivite ve güvenilir neticeler, bir eleman, kesin tanı, sıfır sarf malzemeleri, bakım, servis, teknik destek gibi unsurları da göz önünde bulundurursak böyle bir teknolojinin en iyi seçenek olabileceğini görebiliriz. En önemlisi kesin ve doğru netice elde ederek insanlığa en iyi hizmeti sunmak...  
Hızlı immünoloji testlerine geçmeden virüsün patogenesisini kısaca özetlersek konuyu daha iyi anlamış oluruz. Virüsü taşıyan biri 2-14 günleri arası bulaşıcıdır. Bu bulaşıcılık ilk 7 günde en yüksek seviyededir. Vakaların yarısı altıncı günden sonra semptom gösterir. En son bilgilere göre bu süreç 21 hatta 28 güne kadar da uzayabilir. Yani bir şahsın hastalık bulaştırma süreci 3-4 hafta olabilir. Hızlı immünoloji testlerinde yanılma payı yüksektir. Bunun sebebi şudur; virüs bulaşan birinin saptanabilir seviyede antibody (antikor) üretmesi 7-10 gün alır. İlk günlerde bu kritik antibody seviyesi üretici firmanın öngördüğü sensitivite ve spesifite oranının altındaysa yani yeteri kadar antibody üretilmemişse hızlı testin hiç bir faydası olmaz.
Benim önerim hızlı testlerle kısa zamanda geniş veri tabanı elde etmek yerine uzun süreçte %100 güvenilir bir veri tabanı üzerine odaklanmaktır. Eğer hızlı testleri kullanırsak yanıltıcı değerlerin içereceği bir veri tabanı oluşacaktır. Esasında acele etmenin bilimsel olarak pek avantaji yoktur çünkü bu virüsten kaçış yoktur. Eninde sonunda istisnasız hepimiz bu virüse yakalanacağız. Ancak yapılacak olan taramada kullanılacak yöntem ve tanı-tespit metodu çok önemlidir.

“Yeni normal”

  • Soru: Her laboratuvar PCR yapabilir mi?
  • Prof. Dr. Baysal: Semptomlu ve temaslı kişilere PCR testi yapılması çok önemlidir. Daha önce bahsettiğimiz İzlanda modelinde toplum taraması gerçek zamanlı PCR ve RNA dizilemesi yöntemleriyle yapılmıştır. Elbette İzlanda’daki imkanlar KKTC’de mevcut değildir ama doğru yöntemler kullanılırsa elde edilecek veri tabanına tam güven olur. Varsın yavaş olsun, geç olsun ama güç olmasın. Bizler KKTC’de elimizdeki tüm imkanları seferber etmeliyiz. Zaten pek fazla seçeneğimiz de yok. Devlet, özel, sivil toplum örgütleri, tüm kuruluş ve kurumlar biraraya gelerek, elbirliğiyle bu testlerin gerçekleşmesi için katkı koymalıdır. Elbette şu an YDÜ, DAÜ, UKÜ, LAÜ gibi büyük akademik kurumlara, PCR donanımlı özel laboratuvarlar da dahil ve tüm DNA tanı merkezlerine ivedilikle yetki verilip devletin öngördüğü tarama programına katkıda bulunmaları sağlanmalıdır. Olağanüstü bir zaman sürecindeyiz, buna “yeni normal” de diyebiliriz.
    PCR yüksek teknoloji içeren ve genomun en ince detayını inceleyen bir yöntemdir. Bu yöntemlerin kullanılması, çıkan neticelerin yorumlanması ve klinik ortamına anlaşılır bir uslupta raporlar sunulması moleküler genetikçilerin icraatıdır. Hastane veya klinik ortamlarında PCR neticelerinin doğru yorumlanması bir hastanın tedavisinde kılavuz teşkil ettiği için hayati bir önem taşır. DNA tanı alanında üst düzey yeterli eğitim, bilgi ve tecrübe en önemli unsurdur. Gerek devlette, gerekse özelde PCR laboratuvarı çalıştırmak için lisans ve ruhsat şarttır. Herkes araştırma veya inceleme yapabilir ancak örneğin insanlarda görülen çeşitli genetik anomalilerin tanımlarını yapmada yeterli bilgi, tecrübe ve donanıma sahip olmayabilirler. Bu nedenle bilgi ve tecrübe çok önemlidir. PCR yöntemini kullanarak bir bulguyu destekleyici klinik ve laboratuvar değerleriyle birlikte yorumlayıp raporlamak moleküler genetikçilerin uzmanlık sahalarına girer.

“Kanla geçiş konusunda yayın yok”

  • Soru: COVID -19’la ilgili bazı testler kanla yapıldığı için akla gelen soru, yeni koronavirüs kandan geçiyor mu oluyor...
  • Prof. Dr. Baysal: Koronavirüsü tamamen damlacık yoluyla, ağızdan, ellerden ve gözden temasla geçer. Bugüne kadar kanla geçişi konusunda henüz bir yayın veya bildiri görülmemiştir. Önümüzdeki süreçte bilhassa kan bankalarında bu konu üzerinde gerekli araştırmalar yapılacaktır kanısındayım. Bu konunun yakın gelecekte ışığa çıkacağına inanıyorum.
     
  • Soru: Kan Bankası’nda yeterli kan olmadığı açıklandı. Thalassemia hastalarının sıkıntıları büyüyor, kan bağışı çağrıları var. Kan vermek isteyenler Dr. Burhan Nalbantoğlu Hastanesi pandemi hastanesi olduğu için hastaneye gitmeye çekiniyor. Bu konuda ne yapılmalı?
  • Prof. Dr. Baysal: Kan, thalassaemialı bireyler için hayat demektir. Her ay, hatta bazen daha sık, düzenli olarak kan almaları gereken bu şahıslar, COVID -19 nedeniyle ne yazık ki rutin sağlık hizmetlerindeki aksamalardan dolayı büyük kaygılar içindedir. Yaşamlarını kan transfüzyonuna borçlu olan thalassaemialı gençlerimiz Dr. Burhan Nalbantoğlu Hastanesi’nin pandemi hastanesi ilan edildiği günden beri hastaneye uğramak istemiyorlar. Thalassaemia Merkezi ve Kan Bankası hastaneden ayrı olmasına rağmen insanlar korktuklarından kan bankasına gelmiyorlar. Hayatlarını kan transfüzyonlarına borçlu olan thalassaemili gençlerimiz kan bulmakta epeyce zorlanıyorlar. Bunlara ilaveten geçenlerde Thalassaemia Merkezi çatısı altındaki DNA laboratuvarında yapılan COVID -19 testleri sonucu orada çalışanlardan birinde pozitif sonuç çıkması ve laboratuvarın yüzlerce örneği barındırması thalassaemia camiasında oldukça büyük tedirginlik yaratmıştır. Sağlık Bakanlığının bu sorunun çözümü için ya Thalassaemia Merkezi’nde izolasyona yönelik ya da hastane dışında  alternatif bir yer tespit etmesi thalassaemia hastalarının temennileridir. Bu sorun, COVID -19 kadar önemlidir ve bir an evvel çözümlenmelidir.

“Dünya seyirini kaale almamız şart”

  • Soru: Sizce bu salgının Kuzey Kıbrıs’ta etkisi ne zaman azalır?
  • Prof. Dr. Baysal: Bu virüsle dünya ilk kez karşılaşıyor. Şunu adımız gibi bilmeliyiz ki bu virüs bir gün evimizin kapısını çalacak ve davetsiz misafirimiz olacak. Ne kadar geç çalarsa o denli şanslı olacağız. Bu yüzden bu istenmeyen misafirimiz gelene kadar kendimize ve ailemize iyi bakalım. Evde kalalım, güvende kalalım. Virüsün gelişini geciktirmek için evimizden çıkmayalım, maskemizi takalım, hijenimize dikkat edelim, 2 metre sosyal mesafemizi koruyalım, ellerimizi sabunla sürekli yıkayalım, dengeli beslenelim ve sürekli hareket edelim. Bunları yaparsak KKTC’de virüsün etkisini asgariye indirgemiş oluruz. Evimize girdikten sonra virüsün bizimle, bizim de virüsle yaşamamızı hoşgörüyle karşılayıp, alışmamız gerekecek. Aynen gripte olduğu gibi… Taa ki aşı ve ilaçlar bulunana kadar…
    Bugün dünyadaki durum bizlere konunun ne kadar acil olduğunu göstermektedir. Yukarıdaki tedbirleri uygulamazsak sonuç vahim olabilir. İtalya, İspanya, İngiltere ve Amerika’da yaşananlar hepimize iyi bir ders olmalı. Kim derdi ki koskoca Amerika’da, Çin’de, gelişmiş Avrupa ülkelerinde11 Nisan 2020 itibarıyla 103 bin 536 insan ölecek? Buna inanmak hala  çok zor. Hastaları risk gruplarına ayırarak akıbetlerine terketmek tıpta dibe vurma olgusudur, daha aşağısı yoktur. Birçok doktor, sağlık çalışanı ve insanlık yıllar geçse de bu olayın şokunu atlatamayacak.
    Bunları görmezlikten gelemeyiz, dünya seyirini kaale almamız şarttır. Diğer ülkelerden ders alırsak çizeceğimiz yol daha net ve etkili olur. Kurallara uymazsak diğer ülkeler gibi olabiliriz hem de ada ülkesi olmanın verdiği özelliklerle bir yere kaçamayacağımızdan bu adacık üzerinde birbirimizle virus takası yaparak kısa bir zamanda tüm halkın bulaştığını görmek korku filmlerine hikâye olabilecek bir durumdur. 

“Yaz sonuna kadar bu olağanüstü durum devam edecek”

Kanımca yaz sonuna kadar bu olağanüstü durum devam edecek. Buna alışmamız ve adapte olmamız gerekir. Artık herşey farklı olacak. “Yaz aylarında virüs sıcaktan ölür” şeklindeki söylemlere itibar etmemek lazım çünkü salgın güney yarımkürede yaz boyunca kendini gösterdi ve çok sayıda ölüme sebep oldu. Brezilya veArjantin’de şu an mevsim yaz ama virüs hızla yayılıyor. Bundan dolayı önümüzdeki yaz aylarında durumun farklı olacağı konusunda iyimser değilim. Eğri oturup doğru konuşmak gerekirse bu pandemiyle en az bir yıl daha savaşacağımızı ve 2021’de kısmen eskiden normal bildiğimiz hayata döneceğimizi tahmin ediyorum. İngilizce’de bir deyim vardır “better late than never”...

“Yöneticiler acele etmemeli”

  • Soru: Normal hayata dönüş süreci ne zaman ve nasıl olmalı?
  • Prof. Dr. Baysal: Normal günlük hayata geçiş zaman alabilir. Yöneticilerin bu konuda acele etmemeleri gerekir. Şimdi ekonomiyi nasıl rayına oturturuz tartışması zamanı değil virüsle savaş zamanıdır. Aksi takdirde birkaç hafta sürmeden yeniden evlerimize kapanabiliriz. Fakat bugünkü ortam sürdürülebilir değildir. Hükümetler eninde sonunda günlük faaliyetlerin tekrar başlaması için harekete geçecek ve bilinmeyen akıbetlerle karşılaşacağız. Devletler halklarına sağlık açısından herşeyin güvenilir olduğu konusunda taahhüt vermelidir. Aksi taktirde günlük hayata dönülmesi demek bugün bulunduğumuz ortamla tekrar boğuşmak anlamına gelebilir.
    Normale dönüş mutlaka gerçekleşecektir ancak bunu tam zamanlamak şu anda mümkün değildir. WHO tarafından pandemi ilanı 13 Mart’taydı, henüz bir ay bile olmadı! Normal hayatımıza dönmeyi konuşmak için daha çok erken. Bu pandemiyi yenebilmemiz için sabırla ve özveriyle hükümetin aldığı tedbirleri birkaç ay daha harfiyen yerine getirmeliyiz. Gerekirse 6 ay, gerekirse 1 yıl sabretmeyi öğrenmeliyiz. Maske takmak, 2 metre mesafe kuralını günlük hayatımıza uygulamak, seyahatten mahrum kalmak, sevdiklerimize kavuşamamak gibi durumlara daha serin yürekle bakmamız gerekir.
    Aşı ve ilaçların olmadığı bu süreçte kısmi sokağa çıkma yasağı, kapalı sınırlar, yasak seyahatler, maske zorunluluğu, kişisel hijyen, mesafeli temas ve izolasyon, karantina gibi tedbirler en kudretli ilaçlarımızdır. Bugün savaşta kuvvetli olan virüstür. Yarın bunu tersine çevirmek için uğraşmalıyız. Çünkü bugün hepimizi idare eden virüstür. Onun emrine amadeyiz. Tüm kuralları virüs belirlemektedir. Bu virüsü yenme şansımız kurallara ne kadar uyduğumuza bağlıdır. Normale dönüşümüzü yine kendi tavırlarımız belirleyecektir.

 

 


Prof. Dr. Erol Baysal kimdir?

1960 yılında Lefkoşa’da doğan Erol Baysal, ilkokulu ve ortaokulu Lefkoşa’da tamamladıktan sonra University College London’da (UCL) Tıp Bilimleri eğitimi aldı. UCL’den onur belgesiyle mezun olan Baysal daha sonra Londra Üniversitesi, Royal Free Hospital Tıp Fakültesi’nde doktora eğitimini tamamladı.

New York Üniversitesi (NYU) Tıp Fakültesi’nde çalışmaya başlayan Baysal, New York’ta doktora üstü çalışmalar yaptı. Daha sonra thalassaemia ve hemoglobinopatiler alanında kapsamlı araştırmaları ile bilinen dünyaca ünlü Prof. Huisman ile çalışmaya başladı. Baysal, 1990 yılında direktörü Prof. Huisman tarafından profesörlük kadrosuna atandı ve ABD'nin en büyük DNA tanı ve teşhis laboratuvarından birinin başına getirildi. Erol Baysal, 1995 yılından itibaren, Dubai Genetik ve Thalassemia Merkezi, Moleküler Genetik Bölümü Başkanı olarak görev yapmaktadır. Ayrıca Dubai Tıp Fakültesi'nde yıllarca Moleküler Genetik dalında öğretim görevlisi olarak çalışmıştır. Baysal ayrıca Dubai’de yasal olan zorunlu ‘Evlilik Öncesi Tarama' ve ‘TalasemiPrenatal Erken Tanı’ programlarının kurucusudur ve halen başkanlığını yürütmektedir.

Erol Baysal ayrıca Dünya Sağlık Örgütü (WHO), ABD Sağlık Enstitüsü (NIH), Uluslararası Thalassemia Federasyonu (TIF) ve BM gibi büyük organizasyonlarda danışman olarak hizmet vermektedir. Birçok tıp dergisinin yayın kurulu üyesidir. Dubai merkezli Orta Doğu Arap Genomik Araştırmaları (CAGS-Center for Arab Genome Studies) kurumunun kurucularından ve yönetim kurulu üyesidir.

Baysal, dünya çapında kullanılan hızlı, duyarlı, maliyeti düşük moleküler yöntemlerdeki yeni keşifleriyle bilinmektedir. Baysal, özellikle DNA tanısı ve uygulamalarındaki başarılı çalışmalarından ötürü 1994 yılında New York Bilimler Akademisi tarafından “Yaşam Boyu Üye – Lifetime Member” ilan edilmiştir. 2002 yılında Dubai’de “Şeyh Hamdan Tıp Bilimleri Ödülü”nü kazanmıştır.

Baysal, Mayıs 2006'da, Birleşik Krallık Royal College of Physicians (Hekimler Kraliyet Kurumu) üyeliğine seçilmiş, 2006 yılında, Fellow of the Royal College of Physicians (FRCP) kraliyet ünvanını almıştır.

Dünyanın en büyük ve prestijli genetik bilimsel kurumlarından biri olarak bilinen ve bünyesinde 5000’den fazla bilim adamı çalıştıran Beijing Genomik Enstitüsü (Beijing Genomic Institute– BGI) 2013 yılında Baysal’ı Genomik Profesörü olarak kadrosuna katmıştır.

 

 

 

Röportaj Haberleri