GEÇMİŞLE YÜZLEŞME KONUSUNDA DÜNYADA NELER YAŞANIYOR?...
İnge Auerbacher, konuşmacı olarak davet edildiği Alman Parlamentosunda küçük bir çocukken Thereisenstadt´a (Terezin) gönderilmesini anlattı...
İnge Auerbacher küçük bir çocukken Holokost’tan kurtulabildi. İnge yaşamının büyük bir kısmını deneyimleri hakkında konuşmaya ve dünyada toleransın gerekliliğine dikkat çekmeye adadı. Üç sene önce 27 Ocak Uluslararası Holokost Anma Gününde, Birleşmiş Milletler’e seslendi. Bu yıl 27 Ocak’ta Alman Bundestag’ında ana konuşmacı olarak yer alması beklenmekteydi...
Şalom gazetesinden Eti Varon’un haberine göre, İnge Auerbacher yaşadığı New York, Queens, Jamaica’daki evinde New York Yahudi Haftası’na verdiği söyleşide her iki yerin de konuşmak için önemli yerler olduğunun altını çizerken “Böylesi büyük ve önemli iki etkinlikte yer alabilmek, konuşabilmek benim için büyük bir onur. Birleşmiş Milletlerde söylediklerim tüm dünya tarafından duyuldu. Sicilya’daki arkadaşım canlı seyretme imkânı buldu” dedi.
1996’dan bu yana Holokost kurtulanları, Elie Wiesel ve İsrail Devlet Başkanı Şimon Peres gibi liderler, Auschwitz Ölüm Kampının Sovyet ordusu tarafından 1945’te özgürleştirildiği gün olan 27 Ocak’ta Bundestag’da konuşma yapmak üzere davet edildi.
“Buraya barış adına geldim”
87 yaşındaki Auerbacher, Almanya federal parlamentosu Bundestag’da 20 dakikalık bir konuşma yaptı. COVID-19 yüzünden Almanya’ya seyahat ederken risk aldığını ancak bunun da insanın hayatında bir kez olabileceğini, bu şansı geri çevirmek istemediğini belirtti. “Hayatta her zaman risk almak gerekir ve bu benim için çok önemliydi” dedi.
Kendisine neler söyleyeceği sorulan Auerbacher, şu açıklamayı yaptı:
“Bazıları katil olmalarına rağmen katiller diye çığlık atmayacağım. Tersine Almanca mesajımı iletecek ve birilerine karşı duyulan nefretin korkunç olduğunu, kardeş olarak doğduğumuzu ve birlikte yaşamamız gerektiğini söyleyeceğim. Yüreğimden konuşacak ve dinleyenleri işaret ederek Almanya’da artık antisemitizm istemediğimi söyleyeceğim. Buraya barış adına geldim. Ne antisemitizm ne de herhangi birine karşı nefret duyulmasını istemiyorum.”
Yahudilerin başına gelenleri resmedecek
Auerbacher Yahudilerin II. Dünya Savaşı öncesinde 1700 yıldır birlikte yaşadıkları Alman toplumuna ne kadar entegre olduklarını anlatmayı planlıyor. Almanya’da bir sokağa akrabası olan, 19. yüzyıl Yahudi şair ve yazar Moses Baruch Auerbacher’in (o zaman Berthold Auerbach olarak anılıyordu) ismi verilmişti.
Auerbacher’in babası I. Dünya Savaşında yaralanmış bir savaş gazisiydi. Yaraları yüzünden sağ kolunu kaldıramayan babası demir haçla ödüllendirilmişti.
“Topluma oldukça entegre olmuştuk. Büyükannem 14 kardeşti ve dört erkek kardeşinden ikisi I. Dünya Savaşında hayatlarını vatanı uğruna feda etmişlerdi” şeklinde konuşan Auerbacher Bundestag’da konuşurken sadece kendinden bahsetmek istemediğini, ancak kendi hikâyesiyle Almanya’da Yahudilerin başına gelenleri resmedebilmeyi ümit ettiğini açıkladı.
1100 Yahudi arasındaki en küçük esirdi
Auerbacher, Almanya’nın güneybatısında yer alan, 60 Yahudi ailenin yaşadığı Kippenheim köyünde 18 odalı, iki hizmetçili bir evde doğdu. Babası tekstil tüccarı idi. Annesinin ailesi ise, 1800’lerin ortasında nüfusunun yüzde 40’ının Yahudi olduğu, doğduğu yere 125 mil uzaklıktaki Jebenhausen’de yaşıyorlardı.
10 Kasım 1938’deki Kristal Gece pogromunda İnge’nin babası tutuklanarak bir çalışma kampına yollanmıştı. Birkaç hafta sonra salıverilmesinin ardından ebeveynleri evlerini satarak annesinin ailesinin yanına taşınmıştı. Annesinin ABD’deki erkek kardeşi onları kurtarmayı denemiş ama başarılı olamamıştı.
Nazilerin getirdiği kısıtlamalar yaşamı zor hale getirmişti. İnge artık devlet okuluna gidemeyecekti. Altı yaşında Stuttgart’taki bir Yahudi okuluna gitmek zorunda kaldı. O ve diğer Yahudiler sarı Davut Yıldızını takmak zorunda bırakılmışlardı. İnge o günlerde bazı çocuklar tarafından tartaklandığını belirtiyor.
Büyükannesi 1941’de, evine el konarak Letonya’ya yollandı. Büyükbabası o zaman ölmüştü. Auerbacherler başka Yahudilerle birlikte bir evde yaşamaya zorlanmıştı. Altı ay sonra da Thereisenstadt çalışma kampına yollandılar.
İnge Nazilerin gittiği yerde ihtiyacı olmayacağı gerekçesiyle broşunu gasp ettiklerini hatırlıyor. O sırada yedi yaşında ve gönderilen 1100 Yahudi arasındaki en küçük esirdi. Kampın Mayıs 1945’te Sovyetler ordusu tarafından özgürleştirildiği zamana dek aile savaş gazileri için ayrılan bölümde kalabildiler.
Üçü yeri olmayanların toplandığı kampa gönderildi. Sonraları büyükbabalarının evine dönmelerine izin verildi. Babası işine yeniden dönebildi. 17 Haziran 1946’da Amerikan Yahudi Joint Distribution Komitesinin yardımıyla, 864 kişiyle birlikte bindikleri deniz kuvvetlerinin gemisiyle ABD’ye vardılar.
ABD’de Long Island’daki akrabalarının yanına giden aileden anne aşçı ve hizmetçi, baba da uşak olarak işe girdi. İnge, Thereisenstadt’ta geçirdiği dönemde verem olmuştu. Dört yıl yatakta antibiyotiklerle tedavi edilerek iyileşti.
Auerbacher 15 yaşında liseye başladı ve 1958 yılında mezun oldu. Kimyager olarak medikal araştırmalarda ve klinik çalışmalarda 38 yıl çalıştı. Geçtiğimiz 30 yıl içinde dördü Holokost deneyimlerini içeren altı kitap yazdı. Kitaplardan birinin adı ‘Ben Bir Yıldızım: Holokost Çocuğu /I’m A Star: Child of the Holocaust’.
İnge ABD ve dünyada, okullarda ve farklı oluşumlarda Holokost deneyimlerini, toleransın önemini anlatan konuşmalar yaptı. Aynı zamanda dünyada ilk kez 1981’de yapılan Yahudi Holokost Kurtulanlarının toplantısında söylenen ‘We Shall Never Forget/ Biz Asla Unutmayacağız’ adlı şarkının yazımında yer aldı.
Şahitlikleri ve çalışmaları sonucu Almanya İnge’yı iki onursal doktora ile ödüllendirdi. Bundestag’daki konuşmasının ardından İnge, ailesinin ve büyükbabasının yaşadığı yerleri gezmeyi planlıyor. Ardından, öğrencilere ve toplumsal oluşumlara yaptığı konuşmalar için kendisini onursal vatandaş ilan edecek olan Goeppingen kasabasına gidecek.
(BİANET.ORG – 28.1.2022)
Inge Auerbacher: “Nefret kanseriyle savaşmalı...”
Fransız Haber Ajansı AFP’nin dünkü haberine göre, İnge Auerbacher, Almanya parlamentosunda yaptığı konuşmada, gözyaşları içerisinde Nazilerin elinden neler çektiğini aktararak Uluslararası Holokost Anma Günü’nde nefret “kanseri”nin yayılmasına karşı savaşmanın zorunlu olduğunu vurguladı.
“75 senedir New York’ta yaşadığım halde, o dönemin terörünü ve nferetini hala hatırlıyorum” diye konuşan İnge Auerbacher şimdi 87 yaşında ve pandemiye karşın, Holokost’u Anma etkinliklerine katılmak üzere Berlin’e gitti.
“Ne yazık ki bu nefret kanseri yeniden ortaya çıktı ve Almanya dahil, dünyanın pek çok ülkesinde Yahudiler’e yönelik nefret yaygındır” diyen İnge, “Bu hastalık mümkün olan en kısa sürede iyileştirilmelidir” dedi.
İnge Auerbacher, Nazilerin soykırım kampanyası öncesinde Kippenheim’de 1934 yılında dünyaya gelen son Yahudi çocuk olduğunu anlattı ve ninesinin Riga’ya gönderilerek öldürüldüğünü, annesiyle babasının da kendisi henüz yedi yaşındayken Theresienstadt toplama kampına gönderildiklerini kaydetti.
Kendisinin ve ailesinin yaşamak zorunda bırakıldığı korkunç koşulları, kendi yaşlarında Berlin’den Ruth Nelly Abraham adlı küçük bir Yahudi kızla dostluğunu anlatan İnge, bu arkadaşının daha sonra Auschwitz toplama kampında öldürüldüğünü belirtti.
Almanya, 1996 yılından bu yana her 27 Ocak’ta resmi olarak Holokost Anma Günü düzenliyor ve bunu ülke çapında gerçekleştiriyor.
Holokost’ta öldürülen altı milyon Yahudi’den bir milyondan fazlası Auschwitz-Birkenau toplama kampında gaz odalarında öldürülmüştü...
Almanya’da aşırı sağcıların şiddet olaylarının tırmandığı bu yıl, Holokost Anma Günü, kaygıyla anıldı. 2020 yılında, savaş sonrası dönemde en fazla sayıda aşırı sağcı şiddet olayları kaydedilmiş ve bir önceki yıla göre şiddet olayları yüzde 5 artarak 23 bin 604 vakaya tanık olunmuştu...
(AFP’nin haberinden derlenmiştir – YENİDÜZEN).
GEÇMİŞLE YÜZLEŞME İÇİN DÜNYADA NELER YAŞANIYOR?...
Savaş esnasında Boşnak arkadaşını kurtarırken öldürülen Sırp Srdyan Aleksiç için babasından çağrı:
“Ortak bir anma günü oluşturalım...”
Bosna savaşı esnasında, Trebinye kentinde Müslüman Boşnak arkadaşını kurtarmaya çalışırken öldürülen Sırp Srdyan Aleksiç’in babası Rade Aleksiç, “Ortak bir anma günü oluşturalım” diye çağrıda bulundu...
Balkan Araştırmacı Gazeteciler Ağı BİRN’de dün yer alan bir habere göre, Rade Aleksiç kentte ortak bir anma günü ilan edilmesi çağrısında bulundu...
Srdyan Aleksiç, 27 Ocak 1993’te Boşnak Müslüman arkadaşını kurtarmaya çalışırken öldürülmüştü – önce Boşnak Sırp yedek askerler tarafından bir Müslüman Boşnak’ı savunduğu gerekçesiyle ölesiye dövülen Srdyan Aleksiç’in ölüm yıldönümünde bu çağrıyı yapan babası Rade Aleksiç, “Yerel yetkililer, oğlumun öldürüldüğü günü, bir anma günü olarak deklare etmelidir” diye konuştu.
Srdyan Aleksiç’in savaş esnasında Sırplar’la Boşnaklar’ın birbirlerini “düşman” addettikleri bir ortamdaki duruşu, eski Yugoslavya’da pek çok kentin sahip çıkmasıyla yaygınlaşmış ve pek çok kentte onun hatırasına ismi sokaklara verilmişti...
Rade Aleksiç, oğlunun ölüm yıldönümünde yaptığı açıklamada, “Srdyan’ın eyleminden gurur duyuyorum çünkü pek çok insanda insaniyet ve saygı duygusunu uyandırmayı başarmıştır” diye konuştu.
Oğlunun yaptıklarının hatırası ile başka insanların onun bu duruşunu tanımasının, kendisini hayatta tuttuğunu belirten Rade Aleksiç, Londra’dan bir doktordan aldığı mektubu da okudu. Sözkonusu doktor, kendisinin ve başka pek çok kişinin Srdyan Aleksiç’i andıklarını kaydederek, “Cesur olunuz, siz oğlunuzu insancıl bir görevi yerine getirmek üzere yetiştirip eğittiniz” diye yazdı.
Trebinye kenti yerel meclisi başkan yardımcısı Dyorrye Milyanoviç ise yaptığı açıklamada, meclisin böylesi bir anma günü tesis edilmesinin gündeme getirilebileceğini belirtti ve “Çok zor bir dönemde Srdyan Aleksiç’in yaptığı büyük fedakarlığı hatırlıyoruz bugün” dedi. Milyanoviç, “Trebinye kentinin böylesi bir günü Srdyan Aleksiç’e adaması ve uygun biçimde onu anması daimi bir görevdir” diye konuştu.
Sırbistan’da Belgrad ve Pançevo’da ve Bosna-Hersek’in başkenti Saraybosna’da Srdyan Aleksiç’in adı yollara verilmiş bulunuyor, ayrıca Karadağ’da da Podgoriça’da Srdyan Aleksiç Meydanı bulunuyor. Ancak doğup büyüdüğü ve öldürülmüş olduğu kent olan Trebinye’de henüz Srdyan Aleksiç’in adı herhangi bir sokağa verilmemiş...
(BİRN’den derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).
Türkiye’de “kayıplar” konusu Avrupa Konseyi Parlamenterler Assamblesi’nde...
AKPM’de Bütün Kişilerin Zorla Kaybedilmesinden Korunması Uluslararası Sözleşme raporuna ilişkin konuşan HDP Batman Milletvekili Feleknas Uca, Türkiye’de dosyaların zaman aşımına uğradığını belirtti.
Türkiye’den Halkların Demokratik Partisi (HDP) Batman Milletvekili Feleknas Uca, Bütün Kişilerin Zorla Kaybedilmesinden Korunması Uluslararası Sözleşme raporuna ilişkin, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nin (AKPM) dünkü oturumunda konuştu.
“Suçlar soruşturulmuyor”
Uca, konuşmasında özetle şöyle dedi:
“Sayın başkan, değerli arkadaşlar, hepinizi saygıyla selamlıyorum; Mr. Andrê Gattolin’e bu raporu hazırladığı için teşekkür ederim,
“Bilindiği gibi; zorla kaybedilen kişiler sorunu sadece onlarca yıl öncenin değil günümüzün de en önemli sorunlarından ve insan hakları ihlallerindendir. Savaşlar nedeniyle göç yollarına düşen insanlar, özellikle kadınlar ve çocuklar, Avrupa ülkeleri dahil olmak üzere birçok ülkede insan ticareti ağlarında kaybolmaktadırlar.
“Zorla kaybedilmelere, sadece savaş esnasında değil devletlerin sorumluluğu altında, yani gözaltı durumlarında da rastlanmaktadır. İç savaşlar da zorla kaybedilmeler için önemli etkenlerdir.
“Örneğin İspanya iç savaşından doksanlı yıllara kadar yüzlerce çocuk kaçırılmış ve bu kayıplara yönelik herhangi bir yasa olmadığından, etkili bir soruşturma ve dava süreci yürütülmemektedir. Bu suçların soruşturulmaması İspanya hükümetini doğrudan bundan sorumlu tutar.
“Ne yazık ki; Avrupa Konseyi üyesi birçok ülkede zorla kaybedilme soruşturmaları etkin yürütülmemekte ve kayıp yakınları devlet baskısıyla karşılaşmaktadır. Devletler, inkâr ve yok saymayı çözüm olarak görmektedir. Çözüm bu olarak görüldüğü taktirde, yeni hak ihlallerinin kapıları açılmaktadır.
“Diğer bir konu ise gözaltında kaybedilen insanlar, Türkiye’de doksanlı yıllarda binlerce insan devlet sorumluluğunda, gözaltında kaybedilmiştir.
“Ancak, Türkiye’deki hiçbir hükümet döneminde, bu kayıplarla ilgili etkin bir soruşturma yürütülmediği için devletin doğrudan sorumlu olduğu bu davalar, Türkiye mahkemelerinde zaman aşımına uğramaktadır. Türkiye, kayıp dosyalarından onlarca kez AİHM’de mahkûm olmasına rağmen, AİHM kararları da hiçe sayılmaktadır.
‘Kayıplar devletin sorumluluğunda’
“Öyle ki; kayıp yakınlarının oluşturduğu “Cumartesi Anneleri ve Barış Anneleri” gibi örgütlenmeler devletin baskısına maruz kalmaktadır.
“Ne yazık ki gözaltında kayıp vakaları 90’lı yıllarla sınırlı kalmamıştır. Halen kendini sivil polis olarak tanıtan kişiler, insanları yasadışı bir şekilde alıkoyup, ıssız yerlere, kayıtsız gözaltı noktalarına götürüp tehdit etmektedirler. Türkiye, uluslararası sözleşmelere uymak yerine, bu hak ihlaline sebebiyet veren uygulamada ısrar etmektedir. Bu da yaşanan tüm kayıp vakalarında devletin doğrudan sorumlu olduğunu göstermektedir.
“Buradan sözleşmeyi imzalamayan tüm üyeleri, Bütün Kişilerin Zorla Kaybedilmeden Korunmasına İlişkin Uluslararası Sözleşmesini (CED) imzalamaya ve bunu etkin bir şekilde uygulamaya davet ediyorum.
“Ayrıca Konsey’in bu tür suçlara yönelik etkili bir yaptırımlar uygulamasını tavsiye ederim. Kadınların ve çocukların acılarına son vermek, haklarını korumak hepimizin ortak sorumluluğu ve görevidir.”
(BİANET.ORG – 28.1.2022)