Nikos Hristodulidis’in KıbrıslıRumlar’ın yönetimindeki Kıbrıs Cumhuriyeti’nin cumhurbaşkanlığına seçilmesi haklı olarak bazı soru işaretleri yaratmıştır. Bu soru işaretlerinin başlıca nedenleri şunlardır:
a) AKEL ve DISI gibi federal çözümü belirli bir düzeyde özümsemiş, bunun dışında kalan çözüm biçimlerine genellikle rağbet etmeyen partilerin desteklediği adaylar seçimi kaybetmiştir.
b) Hristodulidis, cumhurbaşkanlığı seçimlerini DIKO, EDEK ve DIPA gibi federal çözüm konusunda açık fikirli olmayan veya federalism ilkelerini benimsemeyen partilerin ana omurgasını oluşturduğu bir seçim kampanyasıyla kazanmıştır.
Bu iki olgu ne anlama gelmektedir? Yani, Hristodulidis’in kazanması KbrıslıRum tarafının Kıbrıs sorununa ilişkin yaklaşımında köklü bir değişim anlamına mı gelmektedir?
Hristodulidis’in seçilmesinin, belirli nedenlerden ötürü, KıbrıslıRum tarafının, Kıbrıs sorunuyla ilgili tezlerinde önemli bir değişikliğe yol açmayacağı söylenebilir. Bununla birlikte, bazı koşulların devam etmesi ya da yeni koşulların oluşması durumunda, Hristodulidis’in ismiyle anılan yeni bir döneme girmiş olacağız. Bu koşullar daha ziyade Ukrayna’da devam eden savaşla ve Türkiye’nin Kıbrıs’a ilişkin yaklaşımlarıyla ilişkilidir.
Hristodulidis’in gerek seçim kampanyası sırasında dile getirdiği veya söylemekten kaçındığı, gerekse seçimi kazandıktan sonra doğrudan ya da ima yoluyla ifade ettiği görüş ve tutumlar dikkate alındığında, Kıbrıs sorununda karşımızda bulunan tablonun kimi yönlerini aydınlattığı kimi yönlerini ise karanlıkta bıraktığı anlaşılmaktadır.
Hristodulidis’in artık izleyeceğini anladığımız tutumunun açığa çıkmış olanları ile karanlıkta kalmaya devam eden yönlerini içiçe ele alabiliriz:
1. Hristodulidis, KıbrıslıRum tarafının geleneksel ‘bekle-gör’ politikasının artık kabak tadı verdiğinin farkında olduğu mesajını vermektedir.
Bu farkındalık nedeniyle, Hristodulidis’in Kıbrıs sorununun içinde bulunduğu tıkanmanın aşılması için bazı çabalara girişmesi kaçınılmazdır.
Bu çabalar, bir yanıyla KıbrıslıTürk toplumuna dönük açılımlarla, diğer taraftan da AB’nin sahiplenebileceği yeni rollerin tanımlanmasıyla ilişkilidir.
AB açısından bakıldığında, ‘bekle-gör’ politikası, AB’nin dış güvenliği açısından ciddi riskler taşımaktadır. Bu nedenle bu politikanın terkedilmesi öteden beri AB’nin bir beklentisi olarak devam etmektedir.
AB, KıbrıslıTürk toplumunun birliğe daha fazla entegre edilmesinin çözümsüzlük zincirini kıracağının farkındadır. Türkiye’de cumhurbaşkanlığı seçiminin muhalefet blokunun desteklediği adayın zaferiyle sonuçlanması durumunda, AB’nin beklentisi daha da derinleşecek ve tüm gözler, somut adımlar atması anlamında, Hristodulidis’e çevrilecektir.
İşte burada Hristodulids’in karanlıkta kalan tutumuna ulaşıyoruz. Hristodulidis, KıbrıslıTürk tarafının hızla diyalog ve toplumlarrarası müzakerelere yaklaştığı bir ortamda, süreci hızlandırıcı bir tutum mu takınacak yoksa çözüm olasılığını zayıflatan bir yaklaşım mı benimseyecektir?
2. Hristodulidis BM parametrelerinden sapmayacaktır.
Zaten bunu yapması için aklını kaçırmış olması lazım. Bu dönemde uluslararası toplumu tam cepheden karşısına almış Erdoğan ve Tatar gibi liderlerin içine düştüğü yalnızlık ve açmazlar, bir yönüyle Hristodulidis’in elini güçlendirmekte ama öteki yönüyle de onun eylemlerine bazı sınırlar koymaktadır. Hristodulidis, daha seçim kampanyası sırasında BM parametrelerine vurgu yaparak, kendine içeriden ve dışarıdan yönelen kuşkuları dağıtmayı gerekli görmüştü.
BM parametreleri siyasal eşitlik temelinde oluşturulacak, iki toplumlu, iki bölgeli, federal bir devlet öngördüğüne göre seçim kampanyası sırasında kendine destek veren DIKO, EDEK ve DIPA ile Hristodulidis arasında bu konuya ilişkin nasıl bir uzlaşma sağlanmıştır?
Hristodulidis, taraflar arasında şimdiye kadar varılan uzlaşmalara sadık kalarak destekleyeceğini, diğer hususları ise, örneğin mülkiyet sorununun çözümüne ilişkin BM Genel Sekreteri tarafından sunulan modeli müzakere edeceğini açıklamıştı.
Hristodulidis’in bahsettiği konulardaki müzakere çizgisi nasıl belirlenecektir? Bu çizgi, BM parametrelerinin öz itibarıyla kabulü üzerinden mi, yoksa Hristodulidis’in seçim partnerlerinin geleneksel tutumları üzerinden mi şekillendirilecektir? Bu da şimdilik karanlık bir nokta olarak karşımıza çıkmaktadır.
3. Hristodulidis, uluslararası sistemde meydana gelen ve istiktrarsızlık yaratan değişimi ve bunun Kıbrıs sorununa yönelik etkisini kavramış görünmektedir.
KıbrıslıTürk tarafının Türkiye hükümetinin desteğiyle müzakerelerden çekildiği bir ortamda, Hristodulidis’in çözüme ısrarla vurgu yapmasının başka bir nedenini aramak fazla anlamlı görünmemektedir.
Hristodulidis, uluslararası sistemde yaşanan hızlı değişimlerin ortaya çıkarabileceği riskleri fark ederek, karşılıklı suçlama oyunundan kaçınacağı ve Kıbrıs sorununun çözümüne odaklaşacağı imajını bilinçli bir şekilde yaratmaktadır.
Gerçek bu ise, KıbrıslıRum tarafının tutumunda yeni bir döneme girdiğimizi söylemek mümkündür.
KıbrıslıRum tarafı geçmişte Kıbrıs sorununun çözümünde uluslararası dinamiklerin önemine sıklıkla ve yoğunlukla atıfta bulunmasına rağmen, genellikle, bu dinamiklerin etkisinden korkmuştur.
Şimdi ise Hristodulidis, tam tersi bir izlenim yaratmaktadır.
Gerek AB, gerekse Doğu Akdeniz bölgesi açısından ortaya çıkan güvenlik riskleri nedeniyle Hristodulidis’in farklı bir davranış içine girmesi pek mümkün görünmüyor.
Kısacası güvenlik konuları, Lefkoşa’nın Brüksel ve diğerlerinden bağımsız olarak hareket etmesine herhangi bir olanak bırakmamaktadır.
Bu konunun, Hristodulidis’in en çok aydınlıkta kalan yaklaşımı olacağını düşünüyorum.
4. Güven Yaratıcı Önlemler ve toplumlararası müzakere yöntemi Hristodulidis’in karanlıkta bıraktığı başlıca konulardır.
Mesela BM Genel Sekreteri Guterres tarafından ortaya atılan ve 25 Kasım 2019’da Akıncı, Guterres ve Anastasiadis arasında yapılan gayrı resmi Berlin toplantısında yeniden vurgulanan Stratejik Anlaşma konusu…
O dönemde dışişleri bakanı olan ve Stratejik Anlaşma’yı ‘geriye dönüşü olmayan nokta’ olarak tanımlayan Hristodulidis, ayni konuya şimdi nasıl yaklaşmaktadır?
Hristodulidis, diğer KıbrıslıTürk ve KıbrıslıRum liderler gibi, ‘herşey üzerinde uzlaşma olmadan hiçbir şey üzerinde uzlaşma olmaz’ ilkesine bağlı kalarak, tarafların çözüme dönük adım atmasına engel olmaya devam edecek midir?
Yoksa, her iki tarafın, toplumlararası müzakerelerde dönüşü olmayan bir yola girmesini öngören çözüm odaklı bir tutum mu benimseyecektir?
Bu açıdan yaklaşıldığında, çözüm zemininin oluşturulması ve güçlendirilnesine hizmet edecek olan GYÖ konusunda Hristodilidis ne yapmayı planlamaktadır?
Hristodulidis, gerek seçim propagandası döneminde, gerekse seçimlerden sonra bu konulara açıklık getirmekten kaçınmış veya bunları konuşmaya hazır olmadığı izlenimi yaratmıştır.
Sayın Tatar’ın, yeni dönemde Türkiye’nin Kıbrıs siyasetinin değişmesi durumunda istifa edeceğini açıklaması oldukça önemlidir.
Bu açıklama, Hristodulidis tarafından, sayın Tatar’ın yokluğunda, KıbrıslıTürk tarafının müzakereye dönüşü yönünde bir sinyal olarak algılanması gerekmektedir.
Hatırlanacağı gibi, sayın Denktaş da, istifa etmemiş ama ayni yolu izlemişti!
Hristodilidis’in yeni dönemde yeni bir yaklaşımla hareket etmesi ve karanlıkta kalan konuları da aydınlığa kavuşturması gerekmektedir.