Bir ülke içinde iki ayrı dünya…
Aslında ne kadar farklı olduğumuz, yaşanan örneklerle su yüzüne çıkıyor.
Kıbrıs Cumhuriyeti tarihinde bir ilk yaşandı, geçtiğimiz gün. İlk kez bir Cumhurbaşkanı, halkının gözü önünde, dünya kamuoyunun karşısında, kurulan sorgulama heyeti huzurunda çıkıp ifade verdi.
13 kişinin ölümüne sebep olan Mari Deniz Üssü’ndeki patlama sonrasında Hristofyas, bilerek felakete göz yummakla sorumlu tutuluyor. Ve patlamada ölenlerin yakınları sorumlu saydıklarına ateş püskürüyor.
Eylemler yapılıyor, protestolar düzenleniyor ama kimsenin burnu kanamıyor.
Polis kimseyi dövüp yerlerde sürüklemiyor.
Oysa onlar çok büyük bir öfkeyle, devletlerinin başkanının istifasını istiyorlar. Dahası O’nu ölümle tehdit ediyorlar.
Mari Deniz Üssü aynı zamanda bir askeri üs…
Ama bizdeki gibi dokunulmaz, bakılmaz değil.
Türlü kaçakçılık ithamıyla yüz yüze gelip de dokunulmazlık zırhına bürünmek de işe yaramıyor, demokrasi kültürünün işlediği yerlerde.
Devletin en üstü, kuzu kuzu gelip hesap veriyor… Bir anlamda yargılanmasının bir anlamda önünü açıyor…
Oysa Hristofyas’ın sorgulandığı Lefkoşa ile pişkinlikle türlü suç işleyerek hâlâ halkla dalga geçen siyasetçilerin Lefkoşası da aynı Lefkoşa. Aradaki sınır, sadece şehri değil, bıçak gibi demokrasiyi de ayırıyor birbirinden.
Belki bizim buralarda böylesi büyük bir felaket yaşanmadı. Yaşanmaması en büyük temenni. Ancak yaşanan her felaketten çıkarılması gereken de türlü dersler var.
İnsan hayatının sorumluluğu ve devlet adamlığının yükü bu felaketin en önemli derslerinden biri.
Bir de demokrasilerin işleyişinin önemi…
Bizde özellikle çözüm karşıtlığı ile bilinen medya, nedense Güney’deki bu patlama sonrasındaki siyasi krizle yakından ilgilendi. Örneğin, Hristofyas’ın ifade verdiği gün BRT, özel muhabiriyle özel yayınlar yaptı. Spikerin anonsları arasında en ilginci de adını vermek istemeyen bir Rum’un Hristofyas’a karşı ne kadar öfkeli olduğunu söylemesiydi.
“Bize adını vermeyen ve görüntüsünün çekilmesini istemeyen bir Rum, Hristofyas’ın bu patlamadan sorumlu olduğunu söyledi” diyordu, özetle spiker.
Ve devlet televizyonu böyle veriyordu özel haberini.
Şüphesiz konunun haber değeri fazlasıyla vardı. Ama ekrana yansıyış şeklindeki iştah düşüncelerin ardındaki zevki de gözler önüne seriyordu.
“Bizim gavur fena sıkıştı”, edasında düşmanın acizliği ve acısıyla mutlu oluyor gibiyiz, çünkü bir süredir.
Peki bu yaşananlar bizde olsa…
O garip bir iştahla seyrettiğimiz siyasi kaos bizde yaşansaydı, hayal edebiliyor musunuz, Cumhurbaşkanı’nın ya da Başbakan’ın çıkıp ifade verebileceğini?
Neredeyse hayali bile sakıncalı!
Peki Hristofyas ne dedi, ifadesinde?
“Sorumluluğumun bilincindeyim ama suçlu değilim, ulusal çıkarlar çerçevesinde hareket ettim.”
İşte Hristofyas’ı ifade vermeye zorlayan demokrasi, “ulusal çıkarlar”a nelerin feda edildiğini ve edilebileceğini de ortaya koyuyor.
Ama en azından bu Lefkoşa’nın diğer yarısında, feda edilenlerin hesabı sorulabiliyor…
Ve hesap verebiliyor feda edenler…