Eskiden 'Bir şeyi bilmemek' değil, 'onu öğrenmemek' ayıp sayılırdı.
Öğrenmeyi teşvik edici, birçok dilde deyim ve atasözleri vardı.
Filozoflar "Bildiğim tek şey, birşey bilmediğimdir" diyecek kadar alçak gönüllüydüler.
'Bilim Çin'de olsa öğrenmeli'ydi.
Bilmeden, görmeden lafa girmek, ahkam kesmek ayıp sayılırdı.
Bilgi önemliydi, zira onu elinde tutan kuralları koyar, ipleri elinde tutardı. Bu yüzden bilgiye ulaşmak çoğu zaman egemenler tarafından engelleniyordu.
'Dünya dönüyor' demek dahil, yönetenlerin otoritesini tehlikeye atacak her türlü bilgi tek elde toplanmalı, böyle bir buluş ve/veya konuşma yapmanların kellesi vurulmalıydı.
Bilgi o denli değerli ve aynı zamanda tehlikeliydi de...
***
Baskıcı, totaliter rejimlerde bilgi hala özgür değildir. Hatta bilişim çağına erişen toplumlarda dahi bilgi erişimi kısıtlıdır. Dünyaya yön veren güçlü devletlerin hem dünya halklarından, hem de kendi toplumlarından sakladıkları bilgiler muhakkak vardır.
Bununla beraber, gelişen bilim ve teknoloji sayesinde eskiye kıyasla bilgiye erişmek şimdilerde çok daha kolaydır.
Belki 'dünyaya gelen uzaylılar' konusundaki detayları NASA kendisine saklamaya devam etmektedir ama mesela herhangi bir şarkıcının hayatıyla ilgili her türlü bilgi elimizin altı kadar yakındadır.
Elimizi kıpırdatıp o bilgiye ulaşıp ulaşmak yine de bize bağlıdır.
Bilgiye erişim konusunda iki tür yaygın davranış biçimi vardır.
Birincisi, kılını kıpırdatmayıp 'öğrenmeme' hakkını kullananlardır.
Diğeri ise birkaç bilgiye eriştikten sonra 'herşeyi bilirim' sanısına kapılanlardır.
Hangi kesimin daha tehlikeli olduğu ise henüz belli değil...
***
Dünkü Yenidüzen'de sevgili Ödül Aşık Ülker'in röportaj yaptığı Kıbrıslı Türk Profesör Rifat Atun'un söyledikleri çarpıcıydı.
'Covid 19'u ancak PCR testi ile tespit edebilirsiniz, başka bir şekilde değil' gibi -bizdeki kafa karışıklıklarını giderici- tıp bilimiyle alakalı sözleri de çok önemliydi Atun'un ama 'bilmek' üzerine verdiği mesajları da atlamamak gerekiyor.
Bakın ne diyor Harvard Üniversitesi'nde bölüm başkanlığı ve birçok uluslararası kuruluşta üst düzey görevler yapan hoca:
"(...) 'Bilmeyen bilmediğini bilmez' derler. Birçok ülkede en büyük sorun bu, herkes bilmediği konularda uzman olduğunu zannediyor. Koronavirüs konusunda da bunu gördük. 22'inci yüzyılda en önemli kaynak bilgidir. Herşeyi bilmemiz gerekli değil, önemli olan bilmediğimiz konularda konuyu en iyi bilen kişilerle, kurumlarla çalışmak ve çözüm üretmektir..."
Bunları söyledikten sonra dünyanın en iyi birkaç üniversitesinden biri olan Harvard'ın da böyle yaptığını, yani 'her konuyu en iyi ben bilirim' demeyip, gerektiğinde başka kurumlardan bilgi aldığının altını çiziyor.
***
Rifat Atun da farkında, bizde 'her şeyi bilenler' bol...
Bu yüzden de 2007 yılında Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından Kuzey Kıbrıs için hazırlanan rapor dahil, gereksiz(!) her türlü evrakı sümen altı ediyoruz biz!..
Bakın, şimdi Dışişleri Bakanımız Özersay WHO'ya mektup yazıp "Bizi tanımıyorsunuz ama, biz Covid mücadelesinde şampiyonuz" diyebiliyor.
Sanırım Özersay'ın 2007'deki bu rapordan haberi yoktu o mektubu yazarken.
Ve Rifat Atun'un dediği gibi bir 'maraton' var, sadece henüz ilk 100 metresi koşulmuş, o kadar...
Bizdeki 'her şeyi bilenler' hergün kafa karıştırıcı açıklamalar yapıyor ve bunu kabul etmek, hangi amaca hizmet ettiğini anlamak mümkün değil, ama aynı zamanda yine 'her şeyi bilirim' tavrıyla, şimdi aslında diplomatik manada 'KKTC'yi tanı' diye tam fırsatçılık kokan bir mektup yazdığımız, BM'nin bir alt örgütü olan WHO'nun 13 sene önce hazırladığı raporu ve de şapkamızı önümüze koyup düşünme zamanıdır.
Şu ihtimali düşünerek: Her şeyi biliyor olamayabiliriz!..
Zayıf(!) ama, yine de var öyle bir ihtimal...
Yoksa bir ihtimal daha mı var?