HUKUK HERKESE LÂZIM!

Sinan Dirlik


İyi haberleri unutmakla kalmadık Türkiye’de, artık “iyi haber” kavramını da tersyüz ettik. Eskiden ama çok eskiden, “iyi haberler” birden bire çıkıverir, şaşırtır, sevindirir, umutlandırır, gururlandırırdı. Şimdiyse, bir halk deyişindeki gibi, kaybettiği eşeği bulan fukara misali sevinçlerimiz. Sahip olduklarımızı ağır bedeller ödeyerek geri alabildiğimizde seviniyor, kucaklaşıyor, gülümseyebiliyoruz artık.

Tuhaf olan şu ki, biz bu eşeği her seferinde yeniden kaybedip yeniden buluyor, yeniden yeniden sevinip duruyoruz. Öylesine hızlı yaşıyoruz ki her şeyi, durup düşünmeye, “yahu biz sürekli aynı nedenlerle aynı şeyleri yaşıyoruz” demeye mecalimiz kalmıyor.

Artvin Cerattepe’nin cennet doğasına maden ocağı hançerini sokmaya kalkıyorlar. “Yapmayın, etmeyin” diyen Artvinliler ancak günlerce, gecelerce coplarla, biber gazlarıyla boğuşup ülkeyi ayağa kaldırdığında “tamam, mahkeme kararını bekleyelim o halde” diyor iktidar.

Yani? Yani Artvinliler, cennet Cerattepe’nin yeşilinin tarumar edileceğini duydukları anda, demokratik bir ülkede olması gerektiği gibi hukuk mücadelesi başlatıyorlar. Karşılarında kim var? Hukuku tanımam diyen bir şirket ve ona kalkan olan bir iktidar!

Bunca kavga gürültü nereden çıkıyor? Yargı süreci tamamlanmadan, mahkeme kararı çıkmadan iktidarın Cerattepe’yi emrine tahsis ettiği özel şirket Artvin’in yeşilinin üzerine yürümeye başlıyor. Üstelik şirketin kahrolası bakır madeni için 3500 ağaç keseceği duyurulurken, mahkeme tutanaklarında aslında 50.300 ağacın (Gözünüzün önüne getirmeye çalışın… 50.300! Yazıyla elli bin üç yüz ağaç!) kesilmesinin öngörüldüğü ortaya çıkıyor. Mahkeme kararını beklemeyecek kadar kâr hırsıyla gözü dönmüş şirket, hukuki süreç tamamlanmadan iş makineleriyle Cerattepe’ye daldığı için isyan etti Artvinliler. İktidar ne yaptı peki?

Şirkete dönüp “dur bakalım, acelen ne? Hele bir mahkeme kararı çıksın” demek yerine, çevre illerden yığdığı polisle, panzerle, biber gazıyla halkın üzerine saldırdı.

Artvin’de yaşananlar, bizim yıllardır meselemizin özetidir aslında: Hukuk mücadelesi verenlerin karşısına, hukuku yok sayanların yanında devletin tüm gücüyle dikilen bir iktidar!

Direniş “uzayınca” Artvinlilerin temsilcilerini kabul eden Başbakan “doğayı korumak adına terörizm görüntülerine izin vermeyeceğiz” diyor ya… Hukuk mücadelesine olanak tanımazsan, hukuki sürecin tamamlanmasını bile beklemezsen, gözü mahkeme kararındaki insanların üzerine “oldu-bittiler” yaratarak iş makineleriyle, polis gücüyle yürürsen… O görüntüleri yaratan da sensin!

AKP çok seviyor Gezi’yi hatırlatmayı… Hatırlayalım. Eğer henüz hukuk süreci işlerken Gezi Parkı’na iş makinelerini sokmasaydılar, o bir avuç gencin “mahkeme kararını beklerken” Gezi Parkına kurdukları çadırları sabaha karşı yakmasaydılar, çocukları polis gücüyle yaka paça, coplayarak, biber gazına boğarak parktan atmaya çalışmasaydılar yaşanır mıydı onca olay? Ne oldu sonunda? Aynı senaryo: İktidar mahkeme kararını bekleyeceğini ilan etti… Sonuçta mahkeme Gezi Parkı’nın korunmasına karar verdi.

Önceki gece yine “sevindik”. Türkiye’den silah yüklü tırların Suriye’ye gönderildiği haberini yapan Cumhuriyet Gazetesi’nin genel yayın yönetmeni Can Dündar ve Ankara temsilcisi Erdem Gül, “casusluk” suçlamasıyla 92 gün tutuklu kaldıktan sonra Anayasa Mahkemesi kararıyla tahliye edildiler. O haber, Cumhuriyet’in yayınından aylar önce patlamış, haberleştirilmişti aslında. Cumhuriyet’in yaptığı, olayı yeni belgelerle haberleştirmekten ibaretti. Can Dündar ve Erdem Gül, iktidarın deyişiyle “gazetecilik faaliyeti nedeniyle değil, casusluk faaliyeti nedeniyle” tutuklandılar.

Ama ne oldu? “Yapmayın, etmeyin” uyarılarına aldırmadan tutukladıkları gazeteciler Anayasa Mahkemesi’nin “bu bir gazetecilik faaliyetidir ve her iki gazeteciye hak ihlali gerçekleştirilmiştir” kararıyla Can Dündar ve Erdem Gül apar topar tahliye edildi. Herhalde iktidar, 2010 referandum paketine “Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkını” koyduğu için bin pişmandır şu anda… HSYK düzenlemelerini apar topar geri aldılar ama Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkını geri almayı başaramadılar.

Artvin’den Cizre’ye, Sur’dan Soma’ya, MİT tırlarından Kuzey Ormanları katliamına kadar yaşadığımız her şeyin nedeni iktidarın ve iktidardan güç alanların hukuk tanımamaları! Yavaş işlese de, kör topal işlese de hukuk, kendi haline bırakıldığında, kendi süreci içerisinde kamu vicdanını rahatlatacak kararlar alabiliyor. O çok sevdikleri kamu düzeni de, kamu vicdanı incitilmediği sürece bozulmuyor…

“Hukuk herkese lazım” diyoruz ya hep? Bir gün bu ülkeyi cehenneme çevirenlerin de ihtiyacı olacak nitekim…