2015 YGS için 5 Ocak 2015’te başlayan başvurular devam ederken YÖK’den devrim nitelikli kararlar, Türkiye basınında geniş biçimde yer almaya başladı...
Türkiye üniversitelerine girişte ilk kez, taban puan getiriliyor. Bu anlamdaki ilk uygulamanın da önümüzdeki yıldan itibaren “hukuk” ve “tıp” fakültelerine girişte gerçekleştirilmesi planlanıyor. Dahası bu taban puanların YÖK tarafından belirleneceği ve isteyen üniversitelerin bu puanı daha yukarılara çıkarabileceği belirtiliyor...
Bir diğer önemli karar ise gelecek yıldan itibaren başvuru kılavuzunda her fakültenin hatta bölümün karşısına, kaç profesörü, kaç doçenti ve kaç doktoralı öğretim üyesinin bulunduğu yazılacak olması...
Hiç kuşku yok ki bu kararlar, çok hızlı büyüyen ve gelişen Türkiye yüksek öğretimi için dikkate alınması gereken kararlar... Siyasi anlamda istismar edilmezse bu kararlar Türkiye’deki yüksek öğretim kalitesini yukarıya çekecektir…
Ancak dikkatlerden kaçmaması gereken bir unsur var. Türkiye’deki yüksek öğretim kalitesini düşüren en önemli nedenlerden birisi de; başvuran herkesi üniversiteli yapmak adına “her ile bir üniversite (hatta bazılarına birden fazla) kampanyasıyla” 200’ü bulan üniversite sayısıdır…
İlk anda “bunun nesi kötü!. Ne kadar çok üniversite, o kadar çok bilim” demek olduğunu düşünebilirsiniz. Ancak sonuç öyle olmadı. Bu üniversiteler bilim üreten kurumlar olmaktan çok uzakta, sadece o kentte ya da o bölgede bir üniversite olsun diye kurulmuş kurumlar olarak ortaya çıktı. Birçoğunun ne araştırma merkezi, ne nitelikli eğitim ortamları ne de yeterli öğretim elemanı bile bulunmuyor… Hal böyle olunca da farklı yerlerdeki üniversitelerin aynı fakülte aynı programa yerleşen öğrencilerin giriş puanları arasında uçurumlar oluşmaya başladı… Yeni YÖK başkanı Prof. Dr. Yekta Saraç bu durumu şöyle ifade ediyor: “Vakıf üniversitelerinde, aynı bölümdeki öğrenciler arasında, puan makası 500 bin öğrenciye kadar çıkmış durumda, dört işlemi bilmeyen öğrenciler mühendislik fakültelerine girebiliyor. Bu da eğitim kalitesinin dibe vurduğunu gösteriyor…”
Bu durum size bir şey çağrıştırıyor mu?
Örneğin bizim ülkemizde de mantar gibi çoğal ve büyüyen üniversitelerin geldiği yüksek öğretim kalitesinde yarattığı erozyonu… Ya da bugün diplomalı işsiz olarak aramızda dolaşan gençlerin nedenlerini daha iyi görebiliyorsunuz değil mi?
Ne yazık ki; daha çok üniversite, daha çok bölüm, daha çok öğrenci yaklaşımı ile hem yüksek öğretim kalitemizi hem de gençlerimizi heba ediyoruz. Oysa yapmamız gereken bunun tam tersi olmalı…
Yüksek öğretimde niceliksel büyüklüklere değil, niteliksel özelliklere odaklanmalıyız. Sıralama sınavları ile liseden mezun olan her genci sırf ailesinin parasını almak için üniversiteye kabul edip, sonra da diplomalı işsiz olarak yaşama salmak kimseye hiçbir anlam ifade etmez…
Üniversitelerimiz bilim yapmalı, yeni fikirler üretmeli, toplumsal sorunlara çözüm önerisi getirmelidir. Bunun için de üniversitelerimiz, bir an önce üst düzey öğrencilerin tercih ettikleri kurumlar haline dönüşmelidirler…
Bu noktada kanımca atılması gereken ilk adım üniversitelere girişte, kontenjan odaklı sıralama sınavı yaklaşımının terk edilerek, her bölüm için ihtiyaç duyulan yeterlilikler belirlenerek, bu yeterlilikleri gösteren öğrencilerin üniversiteye kabul edilmesini sağlamak olmalıdır. Bu durum hem yüksek öğretim kalitesini artıracak hem de ortaöğretim kademesindeki liselere, yakalanması gereken yeni bir hedef ortaya koymuş olacak…
Son söz olarak dikkatinize getirmek istediğim ve yanıt verilmesi gereken önemli bir soru daha var… Öyle anlaşılıyor ki; bu yıl “tıp” ve “hukuk” gelecek yıldan itibaren de tüm fakülte ve bölümler için taban puanları belirlenmiş olacak… Bizim üniversitelerimizi tercih eden öğrencilerin üst düzey öğrenciler olmadığını biliyoruz. Bu nedenle bizim üniversitelerimizi tercih eden öğrenciler bu taban puanlara ulaşamazlarsa ve Türkiye’de öğrenim gören öğrencileri için ayrılan kontenjanlarımız boş kalırsa ne olacak?
------------------------------------------------
Buraya Dikkat
Çözemediğimiz Sorun: Yüksek Öğretim Bursları
Yüksek öğretime başlayan hemen her genç için çözülemeyen sorunu; Burs… Bursların bir türlü zamanında öğrencilere ödenmemesi bir yana, burs hakkı elde edenin de, bir türlü burs almaya hak elde edemeyenin de sorunu var…
Bilindiği üzere, “Burs Tüzüğü” kapsamında; destek bursu, teşvik (devlet) bursu, başarı bursu başlıkları altına yüksek öğretimdeki öğrencilerimize burs verilebilmektedir. Ancak bu başlıkların altın belirlenen kriterler çok ciddi sıkıntılarla dolu…
Örneğin; bütün bölümler için başarı kriteri aynı olması büyük sıkıntılar doğuruyor… Ya da KKTC ve Türkiye dışında yüksek lisans veya doktora yapanlar burs alabiliyorken, lisans öğrenimi yapan öğrencilerin burs alamamasına mantıklı bir yanıt yok… Ya da sırf ÖSYM tarafından KKTC’ye kontenjan olarak verilmiş bir bölümde okuyan öğrenci burs alabilirken, aynı bölümü KKTC’de bir üniversitede okuyan bir başka öğrenci ihtiyaç fazlası listesinde yer aldı diye burs almak için başvuru yapamıyor bile…
Burs sorununun, mevcut tüzükle çözülmeyeceği ortada… Bu tüzüğü ekonomik mantık ya da benzer yaklaşımlarla değiştirmenin de bir anlamı yok. Çünkü bu durumda da; “yaz dönemlerinde öğrencilere burs verilmesin” gibi mantıksız öneriler üretildiğini geçmişte gördük…
Peki, ne yapılmalı?
Yapılması gereken basit aslında… Yeni bir anlayışla bu duruma bakmak lazım… Birçok çağdaş eğitim sisteminde olduğu gibi, burs almaya hak kazanma grubunu daraltarak, yüksek öğrenimde ihtiyacı duyan tüm öğrencilerin kredi almasını sağlamak lazım… Öğrenciler gelecekte iş sahibi oldukları ve gelirleri belirli bir düzeye ulaştığı noktada bu kredinin, uzun vadeli bir şekilde geri ödenmesini sağlayacak bir yapı kurulabilir…
Böylelikle hem ihtiyaç duyan her yüksek öğretim öğrencisi, eğitimi için gerekli ekonomik desteği almış olur, hem de gelecek yıllarda başka öğrencilerin de bu imkandan yararlanması için önemli bir kaynak haline dönüşür…