Ekonominin temel kurallarından biri, “... Kazandığınızdan fazla harcamamak”tır...
Öyle öğretilir.
Bu, hem devlet bütçesi hem aile veya kişi bütçesi için geçerlidir...
-*-*-
Hıyarın kilosunun 40 TL olduğu bir ülke; çok ağır bir elektrik zammına doğru giderken, bir çok kişi, aile veya kurum; ya gelirlerini artırmalıdır, ya da giderlerini kısmak zorundadır.
-*-*-
“KKTC devletinin, her ikisini de yapması bir zorunluluktur” diye düşünmekteyim...
Doğru olan, devletin gelirlerini artırmak ama aynı zamanda giderlerini kısmaktır.
Peki bu nasıl yapılacak?
Bunu, kurulacak olan yeni hükümetin planlaması gerekir.
-*-*-
Hükümet kurulduğu andan itibaren, en az 3 ay, “tebrik eder, şu çıkarımızın halledilmesini istiyoruz” ziyaretleri başlayacak.
Müsteşarlık, müdürlük kapmak için yarış yaşanacak.
İhalelerin mamması tartışılır halle gelecek.
Ve daha buna benzeyen nice “çirkef” işler konuşulacak.
-*-*-
Peki neden?
Çünkü bunca yıldır hep böyle oluyor da ondan...
-*-*-
İşte yeni kurulacak olan hükümetin, buna çok dikkat etmesi, gelir artırmak ve tasarruf yapmak için ciddi plan yapması gerekiyor.
-*-*-
İlk akla gelen tasarruf mu?
İzaz ikram, örtülü ödenek, bayram kutlamaları, dairelerdeki elektrik ve benzeri giderlerin kısılması olamaz mı?
-*-*-
İlk akla gelen gelir artırıcı yöntem nedir peki?
“Turist”...
Ülkeye döviz bırakacak insan sayısının çok ciddi anlamda artması gerekmektedir.
Bunun için de Güney’den gelişler kolaylaştırılmalı; hızlandırılmalı, daha çok geçiş noktası açılabilmesi için Rum Yönetimi ile mesai geliştirilmelidir.
Ne kadar çok Kıbrıslı Rum geçerse, KKTC bütçesine o kadar çok Euro gelir...
-*-*-
İş sahiplerinin de personellerini eğitmesi, Rumca bile eleman sayısının artırılması, basit ve kibar davranma kurslarının belki de organize edilmesi gerekmektedir...
Üzgünüm ama “suratıyla insan döven müşteri ilişkileri” kesinlikle bertaraf edilmelidir.
-*-*-
Ercan!
Abi defalarca yazdım, yine defalarca yazmayı sürdüreceğim...
Türkiye ikna edilecekse veya Türkiye’nin ikna edilmesi gerekiyorsa, saçma sapan hamasi dangalaklıklar yerine, Ercan’ın doğrudan uçuş olanakları geliştirilmek zorundadır.
-*-*-
Gerçekten çok çalışacak bir hükümete hemen ihtiyacımız vardır...
“Ben de bakan olmalıyım” şeklindeki “ego”lar törpülenmelidir...
-*-*-
Görünüşe göre, özellikle UBP’de en az 15 vekil bakanlık alamayacaktır...
Bu konuda mızırlık edecek, kompleksine ya da egosuna yenilecek olanlara şimdiden tavsiyem, Arif hocanın selamlarıdır...
-*-*-
Pandemi veya Dünya’daki ekonomik gelişmeler doğrultusunda, 1974 sonrasının en kötü günlerini yaşıyoruz...
Bizim bu gelişmelere ek olarak, Kıbrıs sorununa bağlı sıkıntılarımız da çok iyi biliniyor.
Haliyle, yeni hükümet, bunlardan kaynaklanan sorunların çözümüne odaklanacakken, bir yığın adam veya kadının kompleksine kurban edilmemelidir...
Bilmeme anlatabildim mi?
-*-*-
Haaa bu arada dedikodu da yapalım...
Elde ettiğimiz bazı “güvenilir kaynak”lara dayalı bilgilere göre, Faiz Sucuoğlu başkanlığında, “sekiz artı bir artı bir” bakanlı, üç partili kabine hemen hemen hazırdır...
Üç partili koalisyonda, iki küçük ortağa “bakanlık” olarak, turizm ve bayındırlık ulaştırma “merkezli” iki bakanlık verileceği söylenmektedir.
Şu anda “kurumların paylaşımı” inceleniyor...
Çarşambaya kadar da o iş tamamdır...
-*-*-
Bir ipucu daha vereyim; 29 vekilli bir hükümet olasılığı ve bu olasılığı dile getiren kaynak sayısı da bir hayli yüksektir...
-*-*-
Yazının başlığında hem hükümet dedikoduları hem de sevgililer günü kullanıldı...
Neden?
Efendim, arada hem biraz hükümet olasılıklarından söz etmek, hem nelerin acil olduğunu belirtmek hem de iyi pazarlar dileyip, sevgililer gününüzü kutlamak istedim de ondan!
__________________________
Canım dedikodum!
Dedikodu yapmayı çok seviyoruz...
Arkadan konuşmayı da...
-*-*-
Bu tür dedikoduculuğu ya da arkadan konuşma merakını sadece “sağcıların” ya da “döneklerin” yaptığını sanırdım...
-*-*-
Hatta, “bir faşist ile gerçek solcu arasındaki en önemli fark; dedikodu yapmamak olmalıdır” diye düşündüğüm dahi olmuştur...
-*-*-
Meğer hiç de öyle değilmiş...
“Solcuyum” diyen de “sağcı” diye bilinen de; hiç fark etmiyor; dedikoduya bayılıyoruz...
-*-*-
Ve insan yargılamaya!
Ama “insanların görüşlerini değil ha!”...
Doğrudan insanları yargılamak!
Ve anında infaz etmek!
-*-*-
Kişilerle doğrudan uğraşmak...
Bayılıyoruz...
-*-*-
Sağda ya da solda, hiç fark etmez!
Beğenmediğiniz bir yazı yazan köşe yazarına ya da gazeteciye, “atın bunu işten, neden aldınız bunu işe? Neden yazı yazdırıyorsunuz? Neden program yaptırıyorsunuz?” diye saldırmayı iş edinmiş ciddi sayıda “insanımız” bulunmaktadır...
-*-*-
Arkadaşlarımı siyasi görüşlerine göre seçmedim...
Hatta ayıptır söylemesi, sevgililerimi de; eşlerimi de...
-*-*-
Öylesine belirtmek istedim...
Umurumda olduğu için değil; sakın öyle olduğunu sanmayın vallahi zerre sorun olmaz...
Pazar yazısı olsun diye yazıyorum; hafiften... Hafifinden...
Dedikoduya bayılıyoruz...
Hepimiz...
-*-*-
Sadece; “gazetecilik” yaparken dikkat etmeliyiz...
“Büyük gazeteci” diye bildiğimiz veya bildiğiniz Türkiye’deki ya da KKTC’deki bir çok kişinin sadece dedikodu yazdığına, son günlerde daha iyi tanık olduk da...
___________________________
Gülen Buda... Çin'de cömertliğin ve hoşgörünün sembolüdür... İnsanlara karşı sevgide cömert olmak ve hoşgörülü davranmak, yaşam felsefemdir... Bu yüzden, tip olarak da gülen Buda ya da Laughing Budha’ya çok benziyorum... Siz benzemeyin... Şişmanlamayın sakın ama hep gülün... Sevin, sevgide cömert olun, kıskanmayın, çekiştirmeyin, dedikodu yapmayın...