Hükümet oluşumlarımız…

Tayfun Çağra

5 yıl kadar önce yine bir hükümet değişikliği yaşanmıştı son hükümet değişikliğine benzer şekilde…

‘Benzer’ derken birilerinin hükümet bozup hükümet kurma girişimlerinden söz ediyorum. 5 yıl önce biten hükümet, kimilerinin desteklediği, kimilerinin karşı çıktığı Ömer Kalyoncu Başbakanlığında CTP-UBP hükümeti idi. O zamana kadar ilk kez kurulan ve son kez de olan bir hükümet modeliydi.

Halkın büyük kesimini temsil eden ve toparlayıcı, uzlaşıcı bir hükümet modeli olduğu dillendirilirken, öte yandan iki farklı siyasi akımın bir arada olduğu hükümet modelinin ne kadar sağlıklı ve doğru olduğu sorusuna yine siyasi tarihçilerin orta ve uzun vadede cevap verebileceklerine inanıyorum.

Kısa vade değerlendirmelerine baktığımızda ömrü 9 ay süren hükümetin başarılı olamadığını söylemek mümkün. Çok da uzak olmayan o günlerin bir kez daha hatırlanması için o tarihlerde yazdığım yazıyı bir kez daha bu sayfalara aktarıyorum. Ondan önce olduğu gibi, o günlerde de yaşadığımız gibi ve hâlâ devam eden siyasi yaşam modelimizi! daha iyi anlayabilmek için… 

“Yeni Hükümet göreve başladı.
Yeni oluşumlar için genelde “hayırlı olsun” denir ama bu hükümetin kurulma nedeninin ‘hayır’ getirecek bir neden olmadığı çok açık…

Muhalefette kalanlar da, hükümeti kuranlar da, sivil toplum örgütleri de, sokaktaki insan da bu yeni hükümetin neden kurdurulduğunu biliyor.
Türkiye’den gelen bütün isteklerin sorunsuzca burada uygulanabilmesi için…
Ve ilginçtir ve de ne acıdır ki bu nedenler biline biline bu gelişmeler yaşanıyor ve bu da artık yine ne acıdır ki olağan, normal bir şey gibiymiş gibi kabul ediliyor.

“Kim böyle kabul ediyor?” demesin kimse…
Ne yazık ki öyle, hepimiz bu durumu kanıksar olduk, normalleştirdik.
Ulusal Birlik Partisi’nin neden hükümetten çekildiğini biliyorduk, DP’yle hükümet kurmak için bu hamleyi yaptığını biliyorduk, iki parti arasında daha görüşmeler başlamadan! Özgürgün’ün hangi gün Cumhurbaşkanı’na yeni hükümeti sunacağını biliyorduk, kaça kaç bakanlık paylaşacaklarını biliyorduk, bakanlıklara hangi isimlerin geleceği konusu dışında neredeyse hiçbir sorunun yaşanmadığını da gördük.
Ve tüm bunların bir yerlerin istekleri dahilinde gerçekleştirildiği de hepimizin bilgisindeydi.
TC Dışişleri Bakanı’nın hükümetin kurulduğu gün yeni hükümeti ziyaret etmesi de bunun göstergesi değil mi ki zaten!
Yeni bir hükümet kurulduğu ilk gün, bakanlıkları teslim aldığı ilk gün, daha koltuğa oturmadan başka bir ülkenin Dışişleri Bakanı’nı kabul eder mi? Bu kadar acil olan ne idi? TC Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu hangi mesaj veya mesajları direkt olarak iletmek için ilk gün ziyarete gelmek gereği duymuştu?
Birileri bizim dışımızda bir şeyler kotarıyor, biz de yerimizden bu gelişmelerin ne olduğunu bilmeden sadece izlemek durumunda kalıyoruz.

***

Su Protokolü CTP’nin itirazları ve çabasıyla biraz düzenlenerek kabul edilirken şimdi onun ihale şartnamesi gelecek gündeme… Ercan’da denetim konusunda olduğu gibi burada da elden teklifler gelebilir veya gelmiş gibi yapılabilir… Sırada ekonomik ve mali protokol var. CTP’nin yine mızırlıkları! yeni hükümet oluşumuyla şipşak giderilmiş oldu. Şimdi önümüze ne konulmuşsa hemen imzalanacak. Ama ona rağmen yeni Maliye Bakanı Serdar Denktaş “maaşlar bu ay yine ikiye bölünebilir çünkü imza yetişmeyebilir, para gelemeyebilir” gibi laflar ediyor ve dediğim gibi bütün bu sözler normal bir durummuş gibi sarf ediliyor.
Bundan sonra önümüzde özelleştirmeler var… KIB-TEK’in, Telefon Dairesi’nin ve istenen, istenecek olan her şeyin…
Engel olacak olan var mı?
Kim ne yapabilir ki!
Bakın bir günde hükümetler bozulur, hükümetler kurulur…
Üzgünüm ama bu sistem, bu KKTC böyle sürdükçe ‘nefes alalım’ yeter bile…”


Aynaya bakmak yararlı olur!..

Evlere kapandık bir süredir…

Girne bölgesinde 10 Şubat’a kadar, Lefkoşa’da 3 Şubat’ kadar kısmi sokağa çıkma yasağına daha sonra Lefkoşa modelinde diğer ilçeler de eklendi.

Umarım bu eklemelerle birlikte Lefkoşa’da da 3 Şubat’tan sonra sokağa çıkma yasağı biraz daha uzatılmış olur çünkü bir haftalık bir yasak ilk kez 30’lara, 40’lara, hatta 50’lere çıkan pozitif vakaların aşağıya düşmesine yeterli olmayacak.

Bu virüsün kuluçka dönemi artık herkesin de bildiği gibi 14 veya 21 güne kadar uzayabiliyor.

Dolayısıyla artan vakalarla dolan karantina otelleri, yetersiz kalmaya başlayan hastane ve sağlık sisteminin çalışamaz duruma gelmeleri beklenmeden gerekli önlemlerin alınması gerekiyor.

Kısa veya daha uzun süreli kapanmada ekonomik giderleri karşılayamacağını bilen hükümetin Bulaşıcı Hastalıklar Üst Kurulu’nun karar ve önerilerini kendine göre revize edip uygulamaya koyması geri dönülemeyecek hataların yaşanmasına neden oluyor ve olacak.

Bu hataların en büyüğü de giden canlar…

Evet, ekonomi önemli, üretemediğimiz, satamadığımız, her anlamda bağımlı olduğumuz bir siyasi modelle kapalılığın kayıplarını karşılamak mümkün değil ancak ondan önce canlar gelir elbette ki…

“Büyük, egemen eşit, iki devletten biri KKTC” diye hava atan ve de BM Güvenlik Konseyi’nin daha 29 Ocak’ta yaptığı “Kıbrıs’ta siyasi eşitliğe sahip iki toplumlu, iki bölgeli bir federasyona dayalı kalıcı, kapsamlı ve adil bir çözüm” çağrısından rahatsızlık duyan ve buna kızan atanmış hükümetin aynaya bakmasında yarar var.