Temelleri çürükse bir yapının, çökmeye mahkûmdur.
Diyeceksiniz ki “duvarları süslü…”
Göz yanılgısıdır!
“İnsanları gösterişli…”
Aldatmacadır!
Gün gelir ışımaz gökyüzü…
Yıkılır kumdan kale gibi ne varsa…
***
İki meseleyi birbirinden ayıralım.
Birincisi “hükümet” olarak anılan bu yapı rezildir.
Kurulurken de böyleydi, göreceksiniz, bozulurken de öyle olacak.
Kendi insanı ile yüzleşemiyor, çünkü hem yüzü yok, hem de karar verme yetisi, yetkisi…
İkincisi hayvancıların eylemi…
Kim haklı kim haksız anlamamız için kaba güç ya da şiddet gösterisine değil bilgiye, veriye, tabloya ihtiyacımız var.
Hükümet rezil diye hep birden rezilleşmenin manası yok.
***
Kapılar kırmak ya da ortalığı yakmak bir eylem modeli olarak kabul görmemeli…
Demokratik eylem hakkı başkadır...
Örgütlü mücadele ve dayanışma şiddete karşı olmalı her durumda…
***
Hayvan üreticilerinin Tarım Bakanlığı binasını bastığında tarih Eylül 2018'di.
Eylemciler eşeklerle ve traktörlerle binaya girmeye çalışmış, Çevik Kuvvet müdahale etmişti.
“Bu saatten sonra her şey bitmiştir. Defteri yırttık. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” demişti Hayvancılar Birliği Başkanı Naimoğluları…
Yine eskisi gibi oldu ardından…
Meclis kürsüsünden "Hayvancıların isyanına kulak veriniz" derken Dursun Oğuz, sene Şubat 2019'du.
Şimdi sağırlaştı!
Bu tekrar sıkıcıdır gerçekten!
Hükümetler değişiyor ve bir dönem "eylemci" yanında yürüyen siyasiler, bir başka dönem suçlu olarak "hedef" gösteriliyor.
"UBP-DP-YDP Hükümeti"nin onca yalanından, yolsuzluğundan, sahteliğinden bağımsız söylüyorum bunu...
Bu hükümet demokrasi ayıbı olsa da...
Bir ayıbı yine demokrasiyle ortadan kaldırmak gerekir.
Bir de şunu anlamamız şart:
Ülkede hayvancılık ve çiftçilikle ilgili yapısal sorunlar var.
Meselenin özünü konuşmazsak, samimi ve sahici olmazsak, yarın o kapılar yine kırılacak ve bu kez koltuklarda, bugün eylemcilerle birlikte yürüyenler olacak.
Fransız düşünür Georges Clemencau’nun sözünü anımsayalım…
“Adaletsiz bir ülke mezbahadan başka bir şey değildir.”
Yaşadığımız budur!
Hem adaletsizdir ülke hem de plansız…
Hem temelsizdir yapı hem de kuralsız…
“Sondan başlayarak düzeltilemez”
Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Erkut Uluçam’ı aradım.
“Et maliyeti” hakkında mühendislerin bir hesaplaması var mı?
Henüz yok!
“Her üreticinin kendine özgü koşulları var, biz de hesaplıyoruz, çalışmamız devam ediyor” dedi başkan…
Ziraat Mühendisleri Odası’nın önerileri var elbette…
“Hayvancılık işletmelerinin en büyük girdi maliyeti yüzde 70 oranla yemdir” hatırlatması üzerinden, “Binboğa Yem Kooperatifi” işaret ediliyor örneğin…
Yem kooperatifinin siyasilerin “istihdam çiftliği” olmaktan kurtarılması gerektiğini söylüyor.
Niye?
Partizan, liyakatten uzak, yandaşlık odaklı istihdamlar yem üretim maliyetini artırıyor çünkü…
Siz onca gürültü içinde bunun tartışıldığını duydunuz mu?
“Güneyde et daha ucuz çünkü üretici sütten kazanıyor” yaklaşımı var.
O nedenle de güney örneğinde olduğu gibi “1 litre koyun sütü bedelinin, 1 litre inek süt bedelinin en az 2,2 katı olarak üreticiye ödenmesi” isteniyor.
“İthal et”le ilgili şu tespitleri de önemli!
“Piyasada yeterli domates olmadığında ve domates ithal edildiğinde domates fiyatları düştü mü? Tüketicilerin uygun fiyata et tüketebilmesi bahanesi ile et ithalatı yapılacaksa, hayvancıların maliyetlerinin aşağıya çekilebilmesi için de, yurt dışında daha ucuz olan her türlü yem, yem hammaddesi ve samanın ithalatının serbest kalması gereklidir. İsteyen üretici istediği kadar yem, yem hammaddesini ve samanı istediği kadar getirebilmelidir. Hayvancılıktaki mevcut sorunlar sondan başlayarak düzeltilemez. Sorunları çözebilmek için sorunların başlangıç noktasından başlayarak sorunlar giderilebilir.”
Rumca dinledik, Türkçe okuduk, insanca ağladık
"Annesi" için hep birlikte ağladık, bir salon dolusu insan...
Rumca dinledik, Türkçe okuduk, insanca ağladık.
Darbeye, savaşa, milliyetçiliğin kanattığı yüreklere, hepimizden gizlenen gerçeklere, evlatlarımıza ağladık…
AntiLogos Tiyatrosu'nun oyunu Girne'de engellenmişti, Lefkoşa'da sahnelendi.
Kıbrıs Tiyatro Festivali ve Lefkoşa Belediye Tiyatrosu sahiplendi oyunu...
Salon tümüyle dolmadı ne yazık...
Barışa, kültüre, Kıbrıs'ın birliğine ve ortaklığına destek verenlerin çoğu oyuna gelmedi.
Üzüldüm, üzüldük elbette...
***
Alexia Papalazarou, 16 ve 21 yaşlarında toprağa verdiği iki kardeşinin acısını yeniden yaşadı sahnede, annesini anlattı, komünist papaz babasını...
Hissettik hüznünü, yürek sızısını paylaştık, ayakta alkışladık dakikalarca...
Christina Christofia o anneyi olağanüstü oynadı, yaşayarak…
İki özel yetenek Iliana Kakkoura ve Myrsini Christodoulou içtendi, çok sesli yaktıkları ağıtlar, güçlü sesleriyle, tüm gece gitmedi kulaklarımdan…
***
Hani "tıs çıkmadı" derler ya, 80 dakika boyunca tam bir sessizlik vardı salonda...
İç çekişler duyuldu...
Düğüm düğüm yutkunuşlar...
Işığa baktık, yüzleşerek, anlayarak ve düşünerek katilleri…
Hep birlikte dilek tuttuk, yitik bir evladın “annesi” olarak anılmasın bir daha hiç kimse…
Çocuklarına veda etmek zorunda kalmasın anne babalar, bir ülke böylesine acımasızca bölünmesin…
***
“Annesi” oyunun ardından İzel çıktı sahneye, Ritsos’un barış şiirini okudu iki dilde…
“Evrenin yüzündeki yara izleri kapandığı zaman
ağaçlar dikildiğinde top mermilerinin açtığı çukurlara,
yangının eritip tükettiği yüreklerde
ilk tomurcukları belirdiği zaman umudun,
ölüler rahatça uyuyabildiklerinde, kaygı duymaksızın artık,
boşa akmadığını bilerek, kanlarının,
barış budur işte…”
Barış budur ve acılarımız da ortaktır yurdumuz da…
Yarınlarımız ortak olduğu gibi…