1 Kasım 2011 Salı sabahı Kayıplar Komitesi yetkilileri Murat Soysal, Ksenofon Kallis ve Kazılar Koordinatörü Okan Oktay’la Ledra Palace barikatında buluşup, 1964 “kaybı” Cengiz Ratip ve Turgut Sıtkı’nın olası gömü yeri hakkında bilgi sahibi olan Kıbrıslırum okurumu aramaya gidiyoruz. Onu da alıp Baf’a doğru yola koyuluyoruz...
Kıbrıslırum okurum, Poli’de kasabanın ortasında 14 Şubat 1964’te bir pusuya düşürülerek öldürülen, naaşları da “kayıp” edilen Kıbrıslıtürk milletvekili Cengiz Ratip ile Poli’de öğretmenlik yapan Turgut Sıtkı’ya ilişkin yazılarımı okuduğu zaman yıllar önce beni aramış ve kendisinin bu iki “kayıp” Kıbrıslıtürk’ü gömen şahıstan bazı bilgiler edindiğini anlatmıştı. Sanırım 2008 yılındaydık yani bundan tam üç yıl önce...
Kıbrıslırum okurumun edindiği bilgilere göre, Cengiz Ratip ve Turgut Sıtkı ilk önce, Pomo barajı yakınına gömülmüştü – baraj o günlerde henüz yapım aşamasındaydı...
Fakat Cengiz Ratip bu bölgede çok önemli, çok değerli bir şahsiyet olduğu için Üçlü Karargah’ın parçası olan İngiliz yetkililer bölgeyi araştırmaya kalkışınca, Cengiz Ratip ile Turgut Sıtkı’nın öldürülmesi emrini veren Kıbrıslırum şahsiyetin emriyle, Cengiz Ratip ve Turgut Sıtkı baraj yanında gömüldükleri yerden çıkarılarak, başka bir yere, Pomo ormanına gömülmüşlerdi...
Cengiz Ratip ile Turgut Sıtkı’yı öldürenler başka, ilk gömüyü yapanlar başka, ikinci gömüyü yapanlar başka insanlardı...
Okurumun tanıdığı, ikinci gömüde yer almış olan Kıbrıslırum, ilk gömü yerini açtıkları zaman, iki “kayıp” Kıbrıslıtürk’ten birisinin parmağında antik bir altın yüzük bulunduğunu görmüştü... Onları oldukları yerden çıkarıp, oldukları gibi Baf ormanlarının derinliklerine, bir dönemecin üstüne, bir terasın yakınına gömmüşlerdi adamın anlattığına göre... Aradan yıllar geçmişti... Bu kimseciklerin uğramadığı ıssız ormanlarda otlar, çalılar büyümüş, ortalığı kaplamış, teraslar uzaktan bakıldığında görünmez olmuş, çam ağaçlarıyla kaplı, yalnızca keçiciklerin dolaştığı bu mekanda Cengiz Ratip ve Turgut Sıtkı bulunmayı beklemişlerdi... Aradan yıllar geçmişti... On yıl, yirmi yıl, otuz yıl, kırk yıl... Şimdiki tarihe bakacak olursak tam 47 yıl yani yarım asır!
Okurumla birlikte Pomo’daki bu ormana giderek olası gömü yerini Kayıplar Komitesi yetkililerine göstermiştik. İkinci gömüyü yapan Kıbrıslırum’un nişanı dönemeç üzerinde bulunan bir incir ağacıydı...
Bir süre sonra Kayıplar Komitesi kazı ekibi, okurumun gösterdiği alanı kazmış fakat kazılan yerde hiçbirşey bulunamamıştı.
Bunun üzerine okurum gidip ikinci gömüyü yapan şahsı bulmuş, onu tekrar bu ormana getirmiş ve aradan bunca yıl geçmiş olduğu için belki ihtiyar adam yeri karıştırmıştır diye, bir kez daha bakmasını rica etmişti...
Gerçekten de bir incir ağacının bulunduğu ikinci bir dönemeç daha vardı... İhtiyar bu ikinci noktayı da okuruma göstermişti...
Okurumla birlikte tekrar Kayıplar Komitesi yetkililerini de yanımıza alarak bu ikinci olası gömü yerini göstermiştik fakat burada kazı yapılmamıştı...
İşte bu ikinci olası gömü yerini ikinci kez göstermeye gidiyoruz Pomo’ya... Okurum beni kırmıyor ve Kayıplar Komitesi yetkililerine bu yeri bir kez daha göstermeyi kabul ediyor...
Önümüzde zorlu bir yol var çünkü Pomo gerçekten çok uzak... Geçen defa Pomo ormanlarına gitmemiz, Lefkoşa’dan dörtbuçuk saat almıştı... Bu kez de pek farklı olmayacak ama önce Hulu’ya uğramak ve Hulu çıkışındaki dere yatağında kazı yürütmekte olan arkeologlarımıza bir merhaba demek ve onlardan birisine de Pomo’daki yeri göstermek istiyoruz... Bu yüzden önce Hulu’ya gidiyoruz...
Hulu’da dere yatağı kazılmış – herhalde 2-3 metre kadar derinlikte kazılarak içi temizlenmiş çünkü köylüler yıllar içerisinde dere yatağını moloz ve çöple doldurmuşlar... Son 4-5 aydır Hulu’daki kazı devam ediyor – buradaki kazının bitmesi için 15 gün kadar daha çalışmaları gerektiğini anlatıyor arkeolog Yiannis... Yiannis’in yanısıra ekipte arkeologlarımız Deniz ve Yusra da var.
Kazılıp temizlenmiş dere yatağına iniyoruz... Kazıda pek çok ağacın kökleri açığa çıkmış, yamaçlarda beyaz çiçekler gülümsüyor, yer yer dere yatağının iki yanından birbirine uzanmış dallar, yeşil tünelcikler oluşturuyor... Bu yeşil tünellerin altından geçiyoruz...
Yağmurlar yağdığı zaman bu derecik de akacak – yağmurlar inmeden Kayıplar Komitesi kazı ekibi bu alandaki işlerini tamamlamayı hedefliyor... Kazmaları gereken küçük bir bölüm kalmış... Hulu’dan iki “kayıp” Kıbrıslıtürk’ün öldürülerek yol kenarından dereye tam da bu noktadan atılmış olduğu sanılıyor... Ancak bu noktaya ulaşabilmek için tüm dereyi kazmak zorunda kalmışlar...
Aylar önce buraya ilk geldiğimizde derenin içine neredeyse girilemiyordu... Kazılar Koordinatörü Okan Oktay, yılanlar konusunda da uyarıda bulunmuştu...
Yılanlar konusunda gerçekten haklıymış: Bundan 20 yıl kadar önce Kallis buraya “kayıp” Kıbrıslıtürkler hakkında araştırma yürütmeye geldiği zaman bir tarlada çalışmakta olan bir Kıbrıslırum’u bulmaya gitmiş. Adam çığlık çığlığa “Olduğun yerde kal! Olduğun yerde kal! Sakın adım atma!” diyormuş... Meğer adam onu gufi yılanlara karşı uyarmaya çalışıyormuş... Hulu’nun zehirli yılanlarıyla ünlü olduğu anlatılıyor...
Neyse ki buradaki kazı ekibi, başı ağrımadan yavaş yavaş kazının sonuna geliyor, kazasız belasız...
Okurum dere yatağından yukarılara tırmanarak hem kendisi, hem de benim için daha önce hiç görmediğim bir beyaz çiçek kesiyor, soğanı da üzerinde... Kazı nedeniyle havada asılı gibi duran bu beyaz çiçeği Hulu’dan bir hatıra olarak canyoldaşıma götüreceğim, bir saksıya eksin, belki tutar ve bize Hulu’nun vahşi güzelliğini hatırlatır diye...