Çeviri: İlsu Çağra
Dünyada ünlü Kıbrıslı modacı Hüseyin Çağlayan Wallpaper dergisinin Ekim 2019 sayısına misafir editör oldu ve dergide arşivlerine, ilgisini çeken sanatçılara, koreograflara ve de doğduğu şehir Lefkoşa'nın Surlariçi mahallesindeki genç girişimcilere yer verdi.
Çağlayan, ülke sevgisini bu kez çizgileri, tasarımları ve renklerinin yanı sıra, doğduğu şehir Lefkoşa’dan izlerle Avrupa’ya taşıdı.
Misafir editör; Hüseyin Çağlayan
Çeyrek yüzyıl önce, Hüseyin Çağlayan Londra Central Saint Martins’den mezun oldu ve kendini yıldız koleksiyonu olan ipek ve paslanmış ama canlandırılmış demir kaplamalarıyla tanıttı.
O zamandan bu yana kendinin İngiliz modasının en maceralı aklı olduğunu kanıtladı. Dinamik bir kesici ve şekillendirici olarak, teknoloji ve etnografiye dokundu, çözünme ve çürüme ile oynayarak elbiselere dönüşen masalar ve şapkalara dönüşen elbiseler yarattı.
Çağlayan, sergiler tasarlayıp, dans parçaları üzerinde iş birlikleri yaptı ve Lady Gaga’yı cam elyafı bir gemiye koydu. Çağlayan’la Londra’da ve memleketinde özgün ve yaratıcı bir mekan olarak gelişmekte olan Kuzey Lefkoşa’da vakit geçirdik. Fotoğrafçı Brigitte Niedermair Çağlayan’ın ‘high-concept’ moda anlayışını çerçevelerken, o da kendi işini şekillendiren fikirleri belirlemek için arkadaşlarını ve işortaklarını bir araya topluyor.
ŞEKİL DEĞİŞTİREN
Kıbrıslı Türk ve İngiliz tasarımcı Hüseyin Çağlayan ve onun terzilik bilimi ve büyüsü, farklı dallar arası maceraları ve sanatsal etkileri.
Hüseyin Çağlayan moda sektöründeki 25. yılına hem alışılagelmiş tarzı hem de tam da ondan beklenildiği üzere sıradışı tarzı ile damgasını vurmuştur. Moda sektöründe 25. yılını tamamlayan Çağlayan modanın büyüklerinin sanatçılarla ve aile üyeleriyle bir araya geldiği bir kutlama yemeği düzenledi. Aynı zamanda yıldönümüne özel gösteriş temasına sahip bir koleksiyon serisi – sonbahar öncesi, erkek ev kadın giyim- üzerinde de çalışmaya başladı. Çağlayan 1993’te Central Saint Martins’den mezun olur olmaz haftalarca arka bahçesinde gömülü duran giysi koleksiyonuyla tanınmaya başladı. O yıldan beri, yılda 6 koleksiyon çıkarırken, Londra, Paris, Tokyo ve İstanbul’da da büyük sergiler açtı. Aynı zamanda sanat eserleri üretip, Sadler’s Wells için kareografi parçaları sundu ve 2005 Venice Biennale’de başrolünde Tilda Swinton’un bulunduğu film ile Türkiye’yi temsil etti. Çağlayan son beş yıl boyunca Viyana’daki Univerisity of Applied Arts’da öğretmenlik de yaptı. Çağlayan neredeyse moda yerine ailesinin tercihi olan mimarlık bölümünü okumak üzereydi. Fakat, insan bedeni üzerindeki fikirleri dolayısıyla bu bölüme yöneldi. Çağlayan’a göre insan bedeni yarattığınız şeyin hayat bulmasını sağlıyor. İnsan bedeni üzerindeki ilgisi onu dansa da çekmiş. Sadler’s Wells’in yönetmeni Alistair Spalding, düzenli olarak seyircisi olan Çağlayan’a Sidi Larbi Cherkaoui gibi kareograflarla çalışmayı teklif etmiş. ‘Giysiler hareketi yaratmak için bir araçtır’ diyen Çağlayan daha sonra 2005’te Gravity Fatigue için Damian Jalet ile de işbirliği yapmış. ‘Kıbrıs’ta doğup, adayı ve Türkiye’yi çok sık ziyaret etsem de tam bir Londralıyım’ diye de ekliyor Çağlayan. Aynı zamanda, bugün birçok moda evinin tam tersine, Çağlayan hala kendi şirketinde tasarımcı olarak çalışıyor. ‘Aktif olarak işin içindeyim, çok sıkı bir programım var. Bunun övünecek bir yanı yok fakat çoğu zaman saat sabah 3’e kadar dışarı çıkmıyorum.’
İzole edilmiş sağ kalanlar
KUZEY RUHU
1964'ten bu yana 180 km uzunluğundaki bir tampon bölge- etnik bölünme ve iç şiddetin kalıntısı olarak- Kıbrıs ve başkenti Lefkoşa boyunca uzanmaktadır. Kıbrıs’ın Güneyi 2004’te Avrupa birliğine girerken, Kuzey (1983’ten beri Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti) izole bir şekilde, sadece Türkiye tarafından tanınarak, süregelen ambargolarla cezalandırılarak ve çeşitli fırsatlardan mahrum kalarak var olmaktadır. Yine de, Kuzey Lefkoşa'nın kalbindeki surlarla çevrili şehrin içinde iyimserlik devam ediyor. 1970'lerde Londra'ya taşınan ancak memleketiyle yakın bağları olan bir Kıbrıslı Türk olan Çağlayan, bizi şehirlerine yatırım yapma cesaretine sahip ve hala büyümekte olan yaratıcı girişimciler topluluğuyla tanıştırıyor.
Huseyin Çağlayan:
Kuzey Kıbrıs'ın izole durumu dünya görüşünüzü ve çalışmalarınızı nasıl etkiledi?
Anber Onar, sanatçı ve galeri müdürü
Amerika'da 12 yıl geçiren Onar, 2004’te sınırlar yeniden açıldığında Lefkoşa'ya geri döndü.
Onar, ilk projesi için, “İnanç Sıçramaları” sergisinin bir parçası olarak, deli gömleği giyen 37 üniversite öğrencisini BM tarafından kontrol edilen tampon bölgeye doğru yönlendirdi. 2007’de dezavantajlı çocuklara odaklı ‘sidestreets’ adlı organizasyonu başlatan sanatçı ‘İlk kez, Sınırı bir alan olarak düşünmeye başladım. Birdenbire tanıdığım şehir iki katına çıktı. Tek istediğim, insan gibi hissetmeleriydi. Kuzey Kıbrıs o kadar izole olmuş ki, evrenimizin merkezi olduğunu düşünüyoruz ' sözlerini iletti.
Toya Akpınar ve Sinem Ertaner, SOL Atelier ve Soul of Life Garden sanatçıları
Arap Ahmet bölgesinin uykulu bir köşesinde göze çarpmayan beyaz bir kapı vardır. Yanından geçip giderseniz, arkasında gizlenen, maskeler, duvar resimleri ve belirsiz heykellerle bezenmiş seramikleri kaçırabilirsiniz. ‘ Bahçemiz her zaman açıktır’ diyor SOL Atelier ve Soul of Life Garden’ı eski öğretmeni ve seramik sanatçısı olan Sinem Ertaner ile birlikte yürüten sanatçı Toya Akpınar.
Birlikte sofra takımları üretip, seramik dersleri ve grup sergileri düzenliyor ve sanatçı misafirleri ağırlıyorlar. İkili ayrıca eski kentin terkedilmiş evlerinde, renovasyon sırasında evlerin 'hikayeleri' yenilenmeden uluslararası sanat sergileri düzenliyor. Akpınar, ‘biz geçmişten cevaplar arıyoruz’ diyor. Ertaner ise ‘Kıbrısın başka bir parçasının olduğunu bilmek bana umut veriyor ve daha dışavurumcu olmamı sağlıyor’ dedi.
Can Yeşilada, avukat ve Zahra II ‘nın sahibi
Yeşilada, İngiltere'de hukuk okuduktan sonra Lefkoşa'ya geri döndü ve 2014'te ailesi, ara bölgeye doğru geniş bir açıyla bakan sahipsiz bir ev satın aldı. Böylece, 1920’lere ait bu bina restore edilmiş ve Yeşilada buraya Zahra II adını verdiği kafeyi açmaya karar vermiş. ‘Bazı insanlar buraya satranç oynamaya gelir, fakat çoğu politika ve eleştirel düşünce için de geliyor. Kahve ve iyi bir sohbet aklın ilacıdır’ diyor Yeşilada. Ara bölgenin ayakları içindeki yaşam Yeşilada'nın görüşünü daha da hassas hale getirmiş: ‘Türkiye’ye gittiğinizde yeterince Türk veya yeterince dindar değilsiniz, aynı zamanda bir Kıbrıslı Rum’a konuştuğunuzda da Kıbrıslı değilsiniz; bu da bir kimlik krizi yaratıyor’.
Nazar Erişkin ve Fezel Nizam, Grön Restorant sahipleri
Kuzey Lefkoşa’nın ilk vegan restorantı Grön, Temmuz’da Bandabuliya’da açıldı. Genç TV’nin genel yayın yönetmeni olan Nazar Erişkin ve Doğu Akdeniz Üniversitesi’nde genetik bölümünde öğretim görevlisi olan- aynı zamanda hayvan hakları, çevre ve sağlık açısından veganizmin önemini anlatan ideolojik bir internet yayınını yöneten- Fezel Nizam restoranlarının menüsünü, deneyime açık yemekler ve ‘veganlaşmış’ yerel mutfağın bir karışımı ile (örneğin; pancar köklü köfte) taze tutuyorlar.
Son 10 yıldır hayvan ve insan hakları için mücadele veren Nizam ‘Bizim kendi kanunlarımız var, ancak hala eskiden kalma sömürge yasalarıyla iç içe geçmiş şekilde’ diyor. ‘Bir toplum olarak mental ve fiziksel açıdan o kadar takılı kalmışız ki… Tek yapmak istediğimiz bir vegan restorantı açmak ama liberal kesim bile bize çok marjinal olduğumuzu söyleyip duruyor.’
Yena Hacışevki, flüt yapımcısı, Atelier Kabuk
Bandabuliya'nın derinliklerindeki eşsiz Atelier Kabuk bir müzikal enstrüman emporyumu ve kişisel gelişim atölyesi için ayrılan bir mekandır. Kurucusu Yena Hacışevki bu mimarı oyuk içindeki –ama popüler- işini kurmadan önce arkeoloji bitirmiş. Onun en önemli ürün tasarımı olan, “Aşk Flütü”, iki kişilik bir enstrümandır ve yüz yüze veya yanak yanağa olmak üzere iki variyasyonu vardır. ‘Çalarken birbirinizin yüzünü göremeyebilirsiniz, ama birbirinize yeterli alanı vermeyi öğrenirsiniz’ diyor her flütünü el oyması yerel kamıştan üreten Hacışevki. 2017’de 190 insanın 48 metre uzunluğundaki ‘trans-boundary’ (sınırları aşan) flütünü çalarak Lokmacı barikatından tampon bölgeye geçtiği etkinliği düzenledi. Sıradaki etkinliği ise ‘ilişkileri iyileştirecek’ bir atölye etkinliği. Burada çiftler bir psikolog eşliğinde ‘Aşk flütlerini’ çalacaklar.‘Ben sadece flüt üretmiyorum’ diyor Hacışevki. ‘Ben birbirimizi anlamamız için enstrümanlar yaratıyorum’.
Diyetisyen Emine Uluçay Mufazalova ve Ayşe Hacıarif, The Cyprea.
2014’te, iki en yakın arkadaş yemek, sağlık ve seyahat alanlarında paylaşım yaptıkları Instagram sayfalarını açtılar. İngiltere’de diyetisyenlik okuduktan sonra Lefkoşa’ya geri taşınıp hobi olarak başladıkları şeyi internet üzerinde beslenme koçluğu yaptıkları bir işe çevirdiler. The Cyprea adını taşıyan instagram hesapları o günden bugüne ekrandan tuğla ve harca yayılıp, Bandabuliya'nın avlusunda mermer ve açık pembe renklerle süslenmiş yerini almış. ‘Avrupa dışı bölgede yaşayan bir Avrupa vatandaşı olarak bazen bazı şeyleri kendiniz için değil de, bir Kıbrıslı Türk’ün dünyada bir şeyler yapabileceğini göstermek için yaparsınız’ diyor Mufazalova. ‘Biz de interneti bu yüzden seviyoruz, herkesle iletişim içinde olabiliyorsunuz’ diye ekliyor Haciarif.
Simon Bahçeli, kafe sahibi, Hoi Polloi
Yarı İngiliz, yarı Kıbrıslı Türk olan Simon Bahçeli Londra’da büyümüş ama çocukken Kıbrıs’ı sürekli olarak ziyaret etmiş. ‘Büyüyüp özgür olduğumda buraya geri geleceğimi biliyordum, öyle de oldu’. 1991’de kalıcı olarak göç edip, üniversitelerde öğretmenlik yapmış ve bir dil okulu açmış. 2002’de, sınır kapısı kısıtlamaları kalkmadan bir yıl önce, gazeteci olarak çalışmaya başlamış ve 10 yıl boyunca Thomson Reuters şirketi için ‘Kuzey’ konusunu ele almış. ‘Burada sadece bir tip haber yapılabiliyor, herşey Kıbrıs meselesiyle ilgili’ diyor Bahçeli. ‘Burada Avrupa’nın her yerinde gördüğünüz çok uluslu şirketler ya da mağaza zincirleri olmadığı için buradaki izole durumu çok sevmiştim.’ Fakat herkes, ‘Burada ne yapıyorsun? Hepimiz buradan kaçmaya çalışıyoruz sen ise buraya geri geliyorsun’ diyordu. Yine de, Bahçeli burayı bir fırsatlar ülkesi olarak gördü. 2016’da eski şehrin kalbinde bir ‘kiralık kafe’ ilanı Bahçeli’yi yeni girişimi, Hoi Polloi için teşvik etti. Kafenin yontulmamış dış cephesinde topluluk haberleri ve etkinlik afişleri ile matlaştırılmış pencereleri bulunuyor. ‘İnsanlar burada buluşup, projeleri için fikirlerini oluşturuyor,’ diyor. Bu kafe, bar ve canlı müzik mekanının sınıra yakın olması bir çok Kıbrıslı rum’u da buraya çekiyor. ‘Kıbrıs’taki herkese açık olduğumuzun bilinmesini sağlıyoruz. Biz milliyetçiliğin zıttıyız.’
Dervish G Zeybek, koreograf, Studio 21 cc
Derviş Zeybek, çatışma çözümü üzerine doktora, dans ve koreografi alanında da kariyer yaptıktan sonra, bilgisini halk pratiğine dökmek istedi. Bunun için Surlariçi’ni seçen Zeybek, ‘burası insanların ruhunun gizlendiği yer’ diyor. 2006’ta Lefkoşa sokaklarında 4 genç çocukla tanışan Zeybek, onlara dans öğretmeye başladı. İçinde Bulgar, Rus, Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rumları barındıran bir grup oluşmaya başladı. ‘Grubumuzun Kıbrıs’ın demografisini gösteren en iyi örnek olduğunu düşünüyordum’ diyor Zeybek. Studio 21 cc, 2011’de Büyük Han yanında açıldı. ‘Grup bu stüdyoda birlikte yaşadı, uyudu, yemek yedi ve eğitildi; biz insanlara nasıl dış finansmana sahip olunmayan ve toplumun birbirine yardım ettiği eski zamanlardaki gibi olunacabileceğini gösterdik’. Hip-hop, tiyatro, video, sahne ve müzik üretimi ile denemeler yaparak, dansçılar Türkiye Yetenek Sizsiniz programının finaline kadar gelmeyi başardılar. ‘Kıbrıs’ın dönüşümüne inanıyorum’ diyor aynı zamanda yerel bir sanat festivalinin de kurucusu olan Zeybek. ‘Bu problemlerin hepsini bir kenara çekip, üretken olmaya devam etmeliyiz’.
Aycan Garip, sanatçı, yazar ve proje koordinatörü
Lefkoşa'nın kültürel mikro kozmolojisi üzerine doktora sahibi Garip, Avrupa birliği tarafından finanse edilen Go Social Cy projesinde yer alıyor. Bu proje Kıbrıs Türk toplumunda sosyal girişimciliği desteklemekle birlikte, Kıbrıs’ın sosyo-kültürel sorunlarıyla ilgilenen sanatçı kolektifinin de bir parçası. ‘Güney’e her geçeceğimde kimliğimi göstermek zorunda olmaktan nefret ediyorum. Bu çok absürt. Etrafı suyla kaplı bir adayız, ulaşımı neden daha da zorlaştırıyoruz?’
The İskemleci, hasır sandalye atölyesi ve restorant
1949’da Nevzat öke Samanbahçe mahallesinde Kıbrıs mirasının bir sembolü olan hasır sandalyeler yaptığı atölyesini açtı. Geçtiğimiz ekim, torunları Melihat ve Gülfer dedelerinin mirasını yaşatmak için burayı bir restoranta dönüştürdü. Hemen köşede, amcaları Özkan da bu küçük aile işletmesini devam ettiriyor. Hızlıca gelişmekte olan Lefkoşa hakkında iyimser düşünen Melihat, mekanı zamansız kılmak için restorantlarını hasır mobilyalarla döşediklerini söylüyor. ‘Biz yurt dışına çıkan, seyahat edip başka şeyler gören nesiliz. Edindiğimiz deneyimleri buraya getirip, Kuzey’in ilerlemesine katkı koymak bizim görevimizdir.’
Seden ve Çise Tunççağ, bar sahipleri, The Room
Bu yılın başlarında, bir mimar ve aynı zamanda tarihi bina koruyucusu olan Çise ve kız kardeşi Seden Surlariçi’ndeki yenilenmiş dükkanlarında The Room adını verdikleri butik kokteyl barlarını açtılar. Ülkesi hakkında iyimser olan Çise, ‘İnsanlar gittikçe bu önemli evlerin değerini anlamaya başladı; Lefkoşa hem Venedik hem de Osmanlı tarzını bir binanın farklı katlarında bulabileceğiniz tek şehir olabilir’ diyor. ‘Bence bir şeyi yapmak istediğiniz sürece Kıbrıs’ta her zaman potansiyel vardır’ diye de ekliyor.