Tayfun Çağra
Vera, 30’lu yaşlarda Çek bir kadındı… Özellikle Avrupa ülkelerinde gezer, rastgele konakladığı yerlerde peyzaj resimleri yapardı. Sürekli farklı yerlerde bulunmasından ve resimler yapmasından dolayı adı ‘gezgin ressam’a çıkmıştı.
Resimleri sanat dünyasında isim yapmıştı ve çeşitli sergilerde resimlerine yer ayrılırken resimlerinin satışından oldukça da para kazanıyordu.
Maddi olarak rahattı, bu rahatlık ve yaptığı resimlerin mutlaka alıcı bulacak olmasının bilinci onu resim yapmaya daha da itiyordu.
Üretkenliği günden güne artıyordu. Öylesine ki çoğu zaman fazla resimler ortaya çıkıyor ve neredeyse bir resim arşivi oluşturmaya başlamıştı çünkü tümünü de sergilemek çok mümkün değildi.
Gezgin ressam olmanın özelliğiyle yine Avrupa’nın ortalarında bir yerde bir köye uğramıştı. Ulu ağaçların, ormanın yer aldığı, derelerin gürül gürül aktığı ve göllerin oluştuğu muazzam bir yerde konaklamıştı. Köydeki pansiyonda yatıyor, kalkıyor ve hemen peyzaj çalışmalarını yapacağı yere gidiyordu. Bir gün gölde, bir gün ormanda, bir gün derenin kenarında o cenneti renkleriyle vermeye çalışıyordu.
Vera’nın o resimlere kendi içindekini eklediğini söylemek gerek. Çünkü ağacın dalını çizerken o dalı sürekli içinde bulundurduğu hüznü yansıtacak şekilde biçimlendiriyordu. Derede akan suyu boyarken, suyun akışına o hüznü yine yansıtıyordu. Belki de resimlerinin satılmasındaki neden de o hüznü alıcının yakalamasıydı.
Ama ne olduysa oldu. Bir süre sonra o hüzün resimlere yansımamaya başladı. Aksine dallar coştu, dereler köpürdü, otun yeşili, havanın mavisi olması gerekenden de daha yeşil, daha mavi olmaya başladı.
Köyün papazı Vera’nın resimlerine böylesine coşku katmıştı. Papaza aşık olan Vera, bu aşkına karşılık da bulmuştu çünkü Ortodoks olan Papaz, Katolikler gibi evlenme yasağına dahil değildi. O yüzden de Vera’nın aşkına korkusuz karşılık veriyordu.
Bu yaşanan aşk, köyün içinde de anlayışla karşılanmıştı. Papazlarının aşık olması, resmi bir birlikteliğe gidiyor gibi görünmesi köylüleri de heyecanlandırmıştı. Daha önce böyle bir şey yaşanmamıştı çünkü köylerinde… Bu birlikteliği destekliyorlar, hatta onlara sürprizler hazırlıyorlar, beraberliği teşvik ediyorlardı.
İşte böyle bir sürecin sonunda Vera’nın resim sergisi zamanı gelmişti. Vera, o köyde yaptığı resimleri sergiye koymuş ama daha önceki beğeniler gibi beğeniler olmamıştı bu kez… Sadece köyde ilk dönemde yani aşkın başlamadığı dönemde yaptığı resimler alıcı bulmuştu. Coşkunun, neşenin yer aldığı resimler sergi duvarlarında kalmıştı.
Vera, tabii ki bunun nedenini biliyordu. Hüzün yine satmıştı ama coşku, sevinç elinde kalmıştı. Peki şimdi ne olacaktı? Papaz aşkından vaz mı geçmeliydi resimlerinin satması için… Bir tercih mi yapmalıydı kariyeri için… Neden coşku satmıyordu, hüznün çekiciliği neydi?
Bir süre düşündü Vera… Ne resimden ne de Papaz’dan vazgeçebilirdi. Peki ne yapmalıydı! Aşkına devam etti Vera… Ancak resimlerine de devam etti. Aşkının verdiği coşku resimlerine yine yansıdı ama aşkı olan papazın fikrini de uyguladı. Tuvale yansıyan coşkuyu bir fırça darbesiyle hüzne dönüştürdü. Bu kez resimlerde her coşkunun sonunda yaşanan hüznü anlatmaya başladı resimler…
Yine sattılar. Hüzün yine yakaladı insanları… Ama Vera papazıyla mutluydu. Gezginciliği peki… Papazın yanında sona erdi. Resimler artık sadece o köyden yaydı hüznü…