'İstediğini elde etmek kadar kötü bir şey yoktur hayatta' Donald Margulies
Komşunun çimleri daha mı güzel görünüyor bu akşam gözünüze, bayağı bayağı daha yeşil canım bunlar. Siz de o çin tohumlarını mı tercih etmeliydiniz yoksa? Aldığınız yer garanti vermişti oysa, dört mevsim yeşil olacaktı bunlar. Uzaktan fena görünmüyor aslında da, yakına yaklaştığınız zaman pek seyrek duruyorlar.
Sipariş verdiğiniz yemek önünüze geldiği anda hemen pişman olup karşınızdaki tabağın daha güzel olduğuna karar verenlerdenseniz, ne demek istediğimi çok iyi anlıyorsunuz siz. Seçim yapmakta zorlanmakla kalmıyor, sonuca ulaşınca acaba öteki yolda daha az mı diken vardı diye meraklanıp duruyorsunuzdur. Hatta yolları değiştirdiğiniz de çok olmuştur, hep bir diğerini görmek istediğinizden. Bazen kürkçü dükkanına dönmek olmuştur bir sonraki seçim, bazen yoldaki cam kırıklarını ayıklamakla yıllar geçirmişsinizdir.
Yetinmeyi bilirmisin şarkısını çalmıştır size dostlar, tam en çok istediğiniz şeye ulaştığınızda artık onu istemediğinizi anladığınız zaman. Tatminsizlik mi bunun adı diye sık sık meraklanıyorsunuzdur, bir hayal daha ulaştığınız anda solarken.
Hep zor olanı seçmiş, bundan gurur duymuşsunuzdur bir de üstelik. Ulaşmaya çalıştıkça tutkuyla bağlanmış, ulaşamadıkça delirmişsinizdir gözünüzde büyüte büyüte o hayali. Bir kez ulaşıldı mı, vardığınız tat düşündüğünüzden çok uzaklara düşüyordur sizin. Aşkın ilaçsız olduğuna inanmışsınızdır da, yine de bir panzehir bulma yolunda tüketmeye devam ediyorsunuzdur ömrünüzü.
Şımarık ya da bencil dendiğini arkanızdan çok iyi biliyorsunuzdur. Her şeyi sorgulamaya alışmışsınızdır ya, tabii ki kendinizi de sorguluyorsunuzdur, hiç durmadan canınızı yakarak. Olmuyordur ama işte, hep daha çok olsun, daha iyi olsun, hepsi benim olsun, her şeyin en güzeli olsun diye diye kendinizi yiyip bitirmeniz yılların alışkanlığı olmuştur.
Seçim yapmaktan ölesiye korkar hale de gelmiş olabilirsiniz, herşeye sahip olmaya kalktığınız zaman hepsini birden kaybettiğinizde. Oscar Wilde’a inanmışsınız bir kere, her seçimi bir kaybediş, her tercihi bir vazgeçiş olarak görüyor, durmadan kaybediyorsunuzdur, kazandıklarınıza hiç aldırmadan.
Her ülkede yaşamak istiyor, her tecrübeye varmak istiyorsunuz. Seçtiğiniz ülke bir diğerini haritadan silerken içiniz cız ediyor, başka denizlerde yüzmeyi de beceremiyorsunuzdur, hep vazgeçtiğiniz denizler peşinizden gelirken.
Huzur haramdır sizin gibilere, küçükken tabağınızda bıraktığınız pirinç taneleri misali, seçmediğiniz herşey gölgeniz oluyor, yalnız akşamlarınızda boğazınıza diziliyordur. Bir yan kapıyı da açmış olsanız, bu kez de bu kapının arkasını merak edeceğinizi çok iyi bilmek, pek de birşey değiştirmiyordur uykusuz gecelerinizde.
Bir dolu düşleriniz, meraklarınız, hayalleriniz var sizin biliyorum. Hepsini deniyor, aradığınız tadı hiçbirinde bulamıyor, yoruluyorsunuz. Derinlik, bağlılık hep başkalarının payına düşmüş sanki, roller dağıtılırken hayatta. Siz tanıdık, bildik olandan sıkılıyor, kalın perdelerin gizlediği başka dünyalara merak salıyorsunuz durmadan. Bir anda o perdeleri aralamak hayattaki tek amacınız haline dönüşüyor. Mutluluk mor perdenin ardında, bugüne kadar hiç bu kadar emin olmadınız hiçbirşeyden. Perde kalınlaştıkça tutku artırıyor, mor rengin albenisi koyulaştıkça tüm enerjinizi alıyor bu yeni dünya. Juliette’ni bulmuş Romeo’ya soyunuyorsunuz. Herkes biliyor perdeyi araladığınız anda Juliette’in külkedisine dönüşeceğini, siz kabullenmiyorsunuz bir türlü.
Yalnız bir savaşçısınız siz, hani şu kalabalıklar ortasında tek kalanlardan. Tüm dünyaya karşı savaşmak ayrı bir gurur katıyor, dudaklarınızın kenarındaki küstah gülümsemeye. Ne imkansızlıklar gördünüz, ne savaşlar kazandınız, elbet bunun sonunda da zafer çubuğunu tüttüreceksiniz, biliyorsunuz. Siz zaten imkansız aşkların adamısınız, kolay av neyinize?
Tüttürüyorsunuz o çubuğu eninde sonunda, oynuyorsunuz bu oyunu, neyi nasıl alacağınızı çok iyi biliyorsunuz çünkü. Yüzünüzdeki çizgileri yıllar değil, kazandığınız zor zaferler oluşturmuş sizin, ne kadar da ukala bakıyor gözleriniz o çubuğu kavrarken.
Heyhat yine olmamış, yine eksik birşeyler kalmış, dolduramıyor hiçbir şey içinizdeki koca boşluğu. Perdelerin rengi anlamsız artık, hatta birden ne kadar eskimiş olduklarını fark edip de gözlerinize baktırma zamanının geldiğine karar veriyorsunuz, kapıyı ardınızdan usulca çekerken. Kırıp döktüğünüz kalpler umurunuzda biliyorum, kendi kalbinizden de bir parçayı hep bırakıyorsunuz zaten, çektiğiniz her kapının ardında.
Kızamıyorum ben size, görüyorum ruhunuzu kanatan yaraları. Pansuman yapmaya çalışırken nasıl tuz bastığınızı anlayabiliyorum üzerlerine. Cezmi Ersöz’ü tanımamışsınız henüz, yaraların yaşamaktan kaynaklandığını bilemiyorsunuz, beceriksizliğiniz bundan sizin. Öğrenememişsiniz boşluğu hiçbirşeyin kapatamayacağını, her aşkın bittiğini, her güneşin battığını. Ufuk çizgisinin bile sonu olduğunu anlamıyorsunuz bir türlü. Sonsuzluk arayıp duruyor, bulamadıkça eksiliyorsunuz.
Hayal kırıklıkları biriktiriyorsunuz durmaksızın, düşlerinizden bile vazgeçmeye karar verdiğiniz anlar oluyor, onu da beceremiyorsunuz. Ruhunuzu Küçük Prens’le büyütmüşsünüz, hayalsiz de yaşayamıyorsunuz. Çalkalanıp duruyorsunuz işte böyle, zor dostum, huzur haram sizin gibilere.
Bu makale Zoom Dergisi Ekim 2013 sayısında yayınlanmıştır.