Hz. Ömer Tekkesi

Hz. Ömer Tekkesi


Tuncer Başışkan

Bugünkü yazımda Kıbrıs’ın en önemli adak yerlerinden biri olan Girne kazasına bağlı Hz. Ömer Tekkesi üzerinde duracağım. Bu tekkeye ilkin, Girne’nin doğusunda ‘Üç Mil’ adıyla bilinen deniz kenarındaki hasır ‘galiflerde’ ailece yaz tatili geçirdiğimiz 1950’li yılların başlarında götürülmüştüm. Şimdilerde askeri yasak bölgede bulunan bu galiflere ulaşılan toprak yolda Mehmet Necati Özkan’ın bir oteli de vardı. 1950’li yılların ikinci yarısında ise Tekke’yi hem İstincolu Zehra Şukri nenemin ‘zikir’ arkadaşlarıyla, hem de Suna teyzemin devam ettiği Atatürk Enstitüsü’nün düzenlediği bir gezi programı çerçevesinde ziyaret etmiştim. Bu nedenle çocukluk yıllarımda en çok ziyaret ettiğim ibadet yerlerinden birinin Hz. Ömer Tekkesi olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.

Tekke, Girne’nin yedi kilometre doğusundaki Çatalköy’ün (Ayios Epiktitos) deniz kıyısında bulunmaktadır. Üzerine yapıldığı volkanik kaya kütlesindeki tektonik çöküntüler ve oyuklar tekkeye bir görsellik kazandırmaktadır. Ancak tarihi öneme haiz olan böylesi bir yapının dış cephesinin betonla balıksırtı şeklinde sıvanmasının ve mezarların mozaikle kaplanarak orijinal şekillerinin değiştirilmesinin restorasyon kurallarına uymadığını belirtmek isterim. Belki o zaman Osmanlı-Türk eserlerin tamamına sahip olan Vakıflar İdaresi’nin bünyesinde bir restorasyon şubesinin oluşumu da ele alınmış olur diyelim.

OSMANLI DÖNEMİ TEKKESİ VE BİR RİVAYET

1879 yılında İstanbul Evkaf’ı tarafından hazırlanıp 1883 yılında Captain M. B. Seager tarafından İngilizce olarak yayınlanan Kıbrıs’taki Vakıf malları listesinde tekkenin yerinden şu şekilde söz edilmiştir: “The zavieh of Eomer, on the sea shore of the village Hellal(?), caza of Kyrenia, in the island of Cyprus” (“Kıbrıs adasının Girne kazasındaki Helal (?) köyünün deniz kıyısında bulunan Ömer Zaviyesi”). Tekke’deki mescit’in güneydoğusundaki türbede yedi mezar bulunmaktadır. Kimi rivayetler mezarların gömü amacıyla kullanıldıkları doğrultusunda iken, kimi rivayetler ise İslamiyet’in Kıbrıs’ta pekişip yaygınlaşması amacıyla bir “makam türbesi” olarak inşa edildiklerinden gömü amacıyla kullanılmadıkları doğrultusundadır.

Mezarlara ilişkin bir rivayete göre Muaviye ordusu komutanlarından Ömer, M.S 647 (veya 649) yılında başlayan Arap akınları sırasında görevli olarak altı askeriyle birlikte Kıbrıs’a gelir. Bizanslılardan korunmak için şimdiki türbenin yanındaki bir mağaraya saklanırlar. Ancak Bizanslılar yerlerini saptayıp mağaraya baskın düzenlerler. Mağarada gerçekleşen çarpışmada şehit düşerler. İki yıl sonra cesetleri hiç bozulmamış olarak bulunduktan sonra tekrar aynı yere gömülürler. Diğer bir rivayete göre, Arap akınları sırasında, Muaviye ordusunda bir komutan olan Ömer askerleriyle şimdiki türbenin bulunduğu yerden karaya ayak basar. Burada Bizanslılarla yapılan savaşta askerleriyle birlikte şehit düşer. Savaştan sonra pişmiş topraktan yapılmış lahitlere (tabutlara) konup buraya gömülürler. Adanın 1571 yılında Osmanlı idaresine girmesinden sonra söylentilerden hareketle mağaranın yeri saptanır. Kuzeybatısına bir türbe yapılarak ceset kalıntıları buraya taşınır. Zamanla türbeyi içine alan şimdiki mescit, çevresine ise imam, türbedar ve ziyaretçiler için odalar yapılır.

MEZARLARIN ÖNEM KAZANMASI RİVAYETİ

Yedi mezarın bulunduğu yerin aniden önem kazanmasının ve buraya bir türbe ile mescit yapılmasının XVIII. Yüzyıl ortalarına denk düşen bir olaya dayandığı rivayet edilmektedir. Rivayete göre Kıbrıs’a gelen korsanlar yerleşim birimlerini talan ederler, sonra da kadınları kaçırırlarmış. O sıralarda Girne’de oturuyor olmasına karşın davarını Ayios Epiktitos köyü (şimdiki Çatalköy) ile bu köyün deniz sahilinde otlatan Deli Hasan (veya Hacı Hasan) diye bilinen bir çoban varmış. Bu kişi aslında bir veli olmasına karşın, kurandan sürekli olarak ayetler ile dini maniler söylemesi itibarıyla adı deliye çıkmıştı. Kendi halinde, merhametli, az konuşan, gülmeyen, çok ciddi görünümlü bir kişiliği varmış. Bir gün yine sürüsünü köyün deniz sahilinde otlatırken kıyıya yanaşmakta olan çıplak direkli bir gemi görmüş. Gelenlerin korsan olduklarını anlayarak kayaların arkasına saklandıktan sonra, insanları onların şerrinden koruması için tanrıya dua etmeye başlamış. Tam o sırada kırmızı atlı yedi süvari belirmiş. Süvariler bir çobana bir de kıyıya yanaşmakta olan gemiye baktıktan sonra, atlarını nallarından kıvılcımlar çıkartarak deniz kenarındaki kayalıktan gemiye doğru sürmüşler. Denizin üzerinde yol alarak geminin yanına varmışlar. Atların ayakları geminin direğine vurunca gemi batmış. Kayalığa giden Hacı Hasan, atların kayaların üzerinde bırakmış oldukları nal izlerini görmüş. Bunun üzerine sürüsünü orada bıraktıktan sonra koşarak köye gidip olayı anlatmış. Köylüler önce ona inanmamışlar. Ancak ertesi gün kayaların üzerindeki nal izlerini görünce doğru söylediğine kanaat getirmişler. Hatta kayalıktaki nal izlerini gören köydeki bazı Rumlar Müslüman olmuşlar. O günden sonra da Kıbrıs’a hiçbir korsan gelmemiş. Köylüler buradaki ceset kalıntılarına ilkin “Ömer taifesi” adını vermişler, zamanla da bu adı kısaltarak “Hz. Ömer” diye anmaya başlamışlar. Daha sonra yedi süvariye olan minnettarlıklarının ifadesi olarak aralarında para toplayıp atların nal izlerinin bulunduğuna inanılan kayalığa şimdiki türbe ile mescidi yaptırmışlar.

Anadolu’da kahramanlaşıp efsaneleşen Hz.Ali, Battal Gazi, Hacı Bektaş-ı Veli, Köroğlu, Ahmet Duran Hazretleri ve bazı Evliyaların izleri ile atlarının ayak izlerini taşıdığına inanılan taşlar kutsal sayılıp ilgi görürken, bu inancın Kıbrıslı Türklerin yanı sıra, Makedonya Yörükleri, Oğuz Türkleri, Türkistan Türkleri, Musevilik, Hıristiyanlık ve Kıbrıs’taki Ortodoks ile Maronit inançları arasında da yer aldığını bu vesileyle belirtmiş olalım.

MUSTAFA KEMAL SAYIN’IN SAPTADIĞI BİR RİVAYET

Araştırmacı yazarlarımızdan rahmetlik Mustafa Kemal Sayın’ın saptamış olduğu bir başka rivayete göre, miraç sırasında Hz. Muhamed rüyasında Kıbrıs’ı görüp de yoldaşı Hz. Cebrail’den burasını sorunca, o da “Cezire-i  Hadıdır” (Yeşil  adadır), Müslümanlara kısmettir” yanıtını vermiş. Bunun üzerine keşif yapmak üzere Kıbrıs’a yedi kişilik bir birlik göndermiş. Birlik Arap tüccarların kılığına girerek önce Girne’ye çıkmışlar, sonra da çevredeki köylüler ve çobanlarla arkadaşlık kurmuşlar. Bu arada gönülden Müslümanlığı benimseyen Ayios Epiktitoslu bir çobanla arkadaş olmuşlar. Ancak Girne Valisi bu Arap casusların varlığını öğrenince etrafa arayıcılar salmış. Çoban da onları sahildeki kulübesinde saklayıp, yiyecek ihtiyaçlarını karşılamış. Ancak çobanın yanaşması, yedi kişinin varlığından haberdar olunca, durumu Girne Kalesi’ne ihbar etmiş. Çoban bunu anlayınca onları sadece kendisinin bildiği deniz kenarındaki bir mağaraya götürüp saklamış. Onlar da her gece mağaranın ağzına üç mum yakarak kendilerini almaya gelecek olan gemiyi beklemeye başlamışlar. Ancak bu gemi yolculuk sırasında battığından ve kendilerine yiyecek getiren çoban da tutuklandığından, orada açlık, susuzluk ve hastalıktan ölmüşler. Bir süre sonra çoban salıverilip de mağaraya gelince onları ölü bulmuş. Bir çukur kazıp onları yan yan koymuş, Ömer adındaki liderlerinin göğsüne boş zamanlarında okudukları Mushaf’ı koyduktan sonra üzerlerini bir taş yığınıyla örtmüş ve mağaranın kapısını da taşlarla örüp kapatmış. Ölmeden önce bu sırrını oğluna söylemiş. Aradan yıllar geçtikten sonra Kıbrıs’a gelen Müslüman akıncılar yerlerini saptayıp mağaranın üzerine büyük bir kaya diktikten sonra oradan ayrılmışlar. Osmanlıların adayı ele geçirdikleri 1571 yılından sonra bazı din bilginlerinin derledikleri bilgilere dayanılarak mağaranın yeri aranmaya başlanmış. En sonunda yeri bulununca mağaranın üst kısmına bir oda ve mezarların üzerine gelecek şekilde yedi sanduka yapıldıktan sonra mağara yeniden kapatılmış. Daha sonra bu oda restore edilerek sağlam bir yapıya dönüştürülmüş.

TÜRBENİN RUMLAR TARAFINDAN DA KUTSAL SAYILMASI

Yakın geçmişimizde şimdiki türbenin civarında bulunan bir mağara Kıbrıslı Türkler ile Kıbrıslı Rumlar tarafından kutsal sayıldığından adak amacıyla ziyaret edilirdi. Müslümanlar gibi Hıristiyanların da “Yediler”in kutsallığına inanırlardı. Kıbrıslı Türkler yedi mezarın bulunduğu türbeyi kutsal saydıkları gibi, mağarayı da kutsal sayarlardı. İngiliz yazarlardan Rupert Gunnis ise, bu mağaranın Kıbrıslı Rumlar tarafından Aya Phanontes adıyla bilindiğini kaydetmiştir. Mağaraya mum ile yağ yakılır, para bırakılır, kenarlarıyla tavanındaki diken gibi sivri taşlara çaput bağlanır, tutulan dilekler gerçekleşince de bağlanan çaputlar oraya gidilip çözülürdü.

TANIMI

Bir söylentiye göre Ömer, Mandrezli Hasan Usta isimli bir kişinin rüyasına girmiş ve ondan mescitle türbeyi tamir etmesini istemiş. Bunun üzerine o da gerekli tamir işlerini yapmış. Yine Evkaf arşivindeki İngiliz Sömürge Dönemine ait 118 numaralı dosyada mescitle türbenin 1904 yılında tamir edildiği ve 3.6.1904 Pazar günü düzenlenen resmi bir törenle açılışının yapıldığı kayıtlıdır.

Mescidin güneyinde düz çatılı ve kemerli bir son cemaat yeri, bunun denize bakan batı cephesinde ise kemerli bir açıklık bulunmaktadır. Son cemaat yeri Tatlısu, Kalavason, Ornuta, ve Aşağı Deftera camilerinin bir benzeridir. Yamuk planlı olan mescidin düz çatısı iki kemerle taşınmaktadır. Kuzey duvarında basit bir mihrap bulunmaktadır. Mihrabın gerisinde yedi mezarın bulunduğu önü kemerli olan türbe yer almaktadır. Mescidin giriş holünün güneydoğu köşesinde dikdörtgen bir oda, bunun üst katında ise iki ayrı oda bulunmaktadır. Bu odalar imam, türbedar ve ziyaretçiler için yapılmışlardır. Ziyaret amacıyla kullanılan mağaranın üzerine 1974 yılından sonra bir tuvalet inşa edilip ortadan kaldırılmıştır. Birkaç kez yıkılan, 1974 yılında ise yıldırım isabetiyle hasar gören tekke, 1978 ile daha sonraki yıllarda iç ve dışına yapılan bilinçsiz onarımlarla orijinal görünümünü büyük oranda yitirmiştir.

Yakın geçmişimizde Hz.Ömer’e adanan kurbanlar mescidin önünde kesilirdi. Sıtmaya yakalananlar, elbiselerinin uçlarından kestikleri çaput parçasına üç, ya da yedi düğüm attıktan sonra onları mescidin demir parmaklığına bağlarlardı. Sıtma geçince türbe yeniden ziyaret edilir ve demir parmaklığa bağlanan çaput parçaları çözülürdü. Yine aynı şekilde Hz. Ömer’e dilek ve adakta bulunacak kişiler, mezarların ayakucuna yandaki merdiven ayaklarıyla çıkarak dilekte bulunurlar ve orada bir Fatiha okuduktan sonra sağ elleriyle mezarların üzerinden bir avuç toprak alırlardı. (Şimdilerde bu ulaşım yolu bloke edilmiş durumdadır) Daha sonra adak sahipleri geri adımlarla türbeden çıkıp evlerine giderlerdi. Dileklerin gerçekleşmesi durumunda mezarlardan alınan toprak götürülüp yerine konur ve bu arada tutulan adaklar da yerine getirilirdi.

TEKKE GÖREVLİLERİ VE HAYIR SAHİPLERİ

1893 yılına kadar tekkenin imamının Lâptalı Hacı Mehmet Efendi olduğu ve 1916 yılından önce burada şeyh olarak görev yapan Hacı Hüseyin Efendi’nin 29.6.1916 tarihinde vefat ettiği Evkaf arşiv belgelerinde kayıtlıdır.

Tekkenin önündeki şadırvan yenidir. Daha önce buradaki eski çeşmenin, güneyindeki kayalıkta mezarı bulunan tekkenin şeyhi Yeşilbaş Hacı Osman Efendi tarafından yapıldığı anlatılmaktadır.
Ancak şimdilerde işlevini yitirmiş olan çeşmenin üzerindeki 12.6.1950 tarihli üç ayrı yazıtın birincisinde, çeşmeye suyun Şeyh Ahmet Salih İmamzade’nin gayretleriyle getirildiği, ikinci yazıtta çeşmeye suyu getirenlerin Lefkoşalı İbrahim Babuçcu, Hüseyin Bahrieli ve Girneli Mustafa Çoban Mehmet olduğu ve eski Türkçe ile Latin harfleriyle yazılmış olan üçüncü yazıtta ise çeşmenin Girneli Mustafa Çoban Mehmet tarafından yaptırıldığı kayıtlıdır.

Yeşilbaş Hacı Osman Efendi’nin mezarıyla ilgili bir rivayet de günümüze kadar gelmiştir. Rivayete göre 1940’lı yıllarda tekkede Mulla Dayı ile Hacı Şeyh olarak anılan Yeşilbaş Hacı Osman Efendi diye bir şeyh görevliymiş. Kısa boylu, sakallı, cübbeli, ermiş bir kişiymiş. Hayatı boyunca hiç evlenmeyen bu kişi önceleri Baf’taki Medresenin sorumlusuymuş. Ancak Medresenin kapanmasıyla burada imam olarak görevlendirilmiş. Hastaları sağaltmak için kitap açar, hatta hastalığın nedenlerini öğrenmek için bir kalburun içine çok sayıda bakla koyarak cinleri çağırırmış. Bazı geceler, türbenin olduğu yerde yedi kişi at koşturtur, bazı geceler de buradaki yedi ‘şehidanın’ bir bölümü Hacı Şeyhi hanaydan aşağıya atarken, öbürleri de aşağıda durarak onu havada yakalarlarmış. Ermiş olduğu söylenen bu şeyhe bir gün ölümü beyan olmuş. Bunun üzerine tekkenin 50 metre kadar güneyine mezarını kazmış ve buraya gömülmesini vasiyet etmiş. Ölümünden üç gün sonra cesedi bir çoban tarafından mescitte bulunmuş ve vasiyetine uygun olarak kazdığı mezara gömülmüş.

Dergiler Haberleri