Suriye'deki iç savaş nasıl sona erdirilebilir?
Cenevre'de önümüzdeki ay başlaması beklenen görüşmelerde yanıtı aranacak soru bu.
Peki bugüne kadarki iç savaşlardan elde edilen veriler ne diyor?
Birileri üşenmemiş son 70 yılda çıkan iç savaşların nasıl sona erdiğini araştırmış.
Öncelikle şunu bilmek gerekiyor: İç savaşlar öyle kolay kolay bitmiyor. 1945'ten bu yana patlak vermiş iç savaşların ortalama süresi 10 yıl. Sürenin önemi şu: Süre uzadıkça, savaşın zaman içinde yarattığı yılgınlıktan ötürü, özellikle de bir 'pat' durumu varsa, tarafların ateşkes ya da barış anlaşması imzalama niyeti de artıyor. Bu da demek oluyor ki Suriye'deki iç savaş henüz 'erken dönem'de. İkincisi, müdahil taraf sayısı ne kadar fazlaysa, iç savaşı sona erdirmek o kadar çetrefilleşiyor. Suriye'de taraflardan biri belli: Rejim. Karşıda ise en az 13 isyancı grup var. Kah bölünüyor, kah birleşiyorlar. Zaman zaman kendi aralarında çatışıyorlar. Saf değiştiriyorlar. Daha önemlisi, nitelik ve hedefleri de farklılaşabiliyor. Suriye'de ilk günlerde toplumsal, barışçıl, meşru bir hak arama mücadelesi olarak süreç bugün yer yer mezhepçi, Kaideci, kirli bir karakter arz ediyor. Bu da ister istemez, durumu karmaşıklaştırıyor. Bir başka deyişle, Suriye'deki iç savaş, ortalama bir iç savaştan da uzun sürebilir.
Üçüncü veri şu: İç savaşların çoğu, siyasi diyalog ve diplomatik müzakere yoluyla varılan anlaşmalarla değil taraflardan birinin askeri zaferiyle sona eriyor. Oran yüzde 75. Böyle bakıldığında, istatistiksel olarak Cenevre müzakerelerinden fazla umutlanmamak lazım. İç savaşları hangi taraf kazanıyor derseniz, az bir farkla rejimler önde.
Son olarak, diyalog ve müzakereyle sonlandırılan iç savaşların iki ortak noktası var. İlki şu: Siyasi iktidardan hangi tarafın ne kadar pay alacağı, doğrudan doğruya o tarafın sahadaki pozisyonuyla, bir başka deyişle silah gücüyle elde ettiği mevkiyle orantılı.
Bu açıdan Suriye'de, en azından şu an itibariyle, rejimden sonra iktidarın en güçlü ortağı Kaide çizgisindeki İslamcılar olabilir.Gelgelelik ne rejimin ne de İslamcı grupların karşılıklı masaya oturmak gibi bir niyeti var. Tam tersine birbirini yok etmeye ant içmiş iki taraf söz konusu.
Siyasi diyalog ve diplomatik müzakere yoluyla varılan anlaşmaların ikinci ortak nokta ise şöyle: Hem anlaşmanın ete kemiğe bürünmesi, uygulanabilmesi ve korunabilmesi için hem de anlaşma gereği silahsızlanan grupların can güvenliğinin sağlanabilmesi için mutlaka bir 'üçüncü taraf'a ihtiyaç duyuluyor. Bu da başta BM olmak üzere uluslararası örgütlerin elini taşın altına koymasını gerektiriyor. Suriye konusunda böyle bir irade sergilenebilir mi? İmkansız değilse bile çok zor. BM'nin, bölünmüşlükten muzdarip bugüne kadarki performansı hiç cesaret vermiyor. Kaldı ki tarafların tümünün böylesi bir 'barış koruma' gücünü kabul etmesi, otoritesini tanıması gerekiyor. Bu açıdan da rejim bir tarafa, İslamcı gruplar hiç ümit vermiyor. Hal böyleyken herhangi bir ülkenin ya da BM'nin, bir ateşkes ya da barış anlaşması durumunda, Suriye'ye asker göndermeye hevesli olacağını varsaymak safdillik olur.
Peki sonuç? Elbette her iç savaşın kendine özgü dinamikleri var ve nasıl biteceğine ilişkin kesin bir yargıda bulunulamaz. Ancak hem eldeki veriler, hem gidişat Suriye'deki iç savaşın daha uzun yıllar süreceğine işaret ediyor.
Nitekim bütün aktörler hesabını bu olasılığa göre yapmaya başladı. Darısı, rejimin üç beş ayda çökeceği beklentisiyle Suriye politikasını yüzüne gözüne bulaştıran AKP hükümetinin başına.
Ders almaz, veririz
Gezi Parkı'nda yaşananların neredeyse birebir aynısı şimdi de ODTÜ kampüsünde yaşanıyor.
Fark şu ki devlet, bu kez çok daha seri, organize ve planlı. Daha ilk günden itibaren bakanlık, belediye, valilik, yargı, emniyet ve tabii başbakanlık son derece sıkı bir eşgüdüm içinde.
Belli ki hükümetin Gezi'den çıkardığı tek ders bu. Şimdi ODTÜ'de uygulamasını yapıyor.
Boşuna demiyorlar, “Biz ders almayız, ders veririz” diye.
Ne şakacı bakanlarımız var
Ahmet Davutoğlu (Rehine krizine atfen): Başbakanımızın talimatlarıyla yürütülen sürecin başarısı Türkiye'nin bölgede geldiği yeri bir kez daha ortaya koymuştur.
Bekir Bozdağ (MİT Müsteşarı'na yönelik eleştirilere dair): Fidan'ımızı yedirmeyiz.
Egemen Bağış (AB İlerleme Raporu'na cevaben): Ülkemizde ifade ve basın özgürlüğü alanında tarihin en şeffaf ve özgürlükçü atmosferi yakalanmıştır.
Ne diyeyim, Allah da sizi güldürsün.
Çizgimiz ne renk şimdi?
Türkiye'deki Suriyeli mülteci sayısı 600 bini geçmiş.
Demek oluyor ki KKTC'nin resmi nüfusunu (286 bin) ikiye katlamış Türkiye'deki Suriyeli mülteci sayısı. 41 ilin nüfusundan da daha yüksekmiş bu rakam.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Suriye'den mülteci akını başladığında, “100 bin kırmızı çizgimizdir” demişti.
Şu an ne renk acaba o çizgi?