İÇİM RAHAT…

İngiliz arkadaşım Peter, “çok ilginç bir ülke Türkiye, her gün yeni bir gündemle uyanıyorsunuz. Sıkılmak mümkün değil burada” dediğinde güldüm. Peter’i bu kadar şaşırtan Türkiye gerçekliği, bizim için bir yaşam biçimi aslında. Bizi şaşır

 

 

İngiliz arkadaşım Peter, “çok ilginç bir ülke Türkiye, her gün yeni bir gündemle uyanıyorsunuz. Sıkılmak mümkün değil burada” dediğinde güldüm. Peter’i bu kadar şaşırtan Türkiye gerçekliği, bizim için bir yaşam biçimi aslında. Bizi şaşırtacak şey, 2 gün üst üste vukuatsız yaşamak olurdu…

10 gün önce 38 insanın bombalanarak katledildiği Türkiye’de, bu haberi vermek için hiç te aceleci davranmayan medya, eski Genelkurmay Başkanı’nın ifade vermek üzere Adliyeye gitmesini ve tutuklanmasını dakika dakika canlı olarak verdi.

10 gün önce yaşları 12 ile 30 arasında değişen 38 gencin bombalarla paramparça edilmesini “o kadar da sorun etmeyen” ve lafı “canım onlar da ne arıyorlardı ki o bölgede?” diyerek katledilmelerine “gerekçe üretmekte” hayli cömert davrananlar, eski bir komutanın darbe teşebbüsü suçlamasıyla tutuklanmasına bir türlü “anlam veremediler”.

Bir Genelkurmay Başkanının yargı önüne çıkartılması, 38 Kürt gencinin bombalanmasından daha büyük haber değeri taşıyor bizim memlekette…

Toplumun küçümsenmeyecek bir kesimi için bir Genelkurmay Başkanının yargı önüne çıkartılması, 38 Kürt gencinin katledilmesinden daha dehşet verici!

Perşembe günü tam da kararlaştırıldığı gibi saat 13:30 da korumaları ve lüks otomobiliyle, sinekkaydı traşı ve şık takım elbisesiyle Adliyeye gelişi canlı olarak verilen Paşa gecenin ilerleyen saatlerinde “darbe teşebbüsü ve çete oluşturmak” suçlamasıyla tutuklandı. Ve Paşa, “ben bu ülkenin silahlı kuvvetlerine komutanlık yaptım, silahlı çete oluşturma suçlaması benim için kabul edilemez bir cezadır” sözleriyle Silivri’ye gönderildi.

Büyük kederle izledim Paşa’yı. Silivri’nin kapısına kadar ekran aracılığıyla eşlik ettim kendisine. Duyduğum kedere rağmen, içim rahattı, bu ülkede milyonlarca insanın sahip olmak bir yana, asla hayal bile edemeyeceği ayrıcalıklarla tutuklanışını izlerken…

Şanslıydı Paşa. Gecenin bir yarısı kapısı kırılarak içeri giren polisler tarafından pijamalarıyla uyandırılmamıştı. Eşinin, çocuklarının, komşularının gözleri önünde aşağılanarak “derdest edilmemiş”, evi hoyrat polisler tarafından tarumar edilmemişti.

Şanslıydı Paşa. İtilip kakılarak gözaltına alınmamış, randevulu olarak sorgulanmıştı. Sorgusu esnasında işkence ve kötü muameleye, en hafifinden dayak ve hakarete maruz bırakılmamıştı. Bırakınız kendisine cop sokulmasını, cop bile görmemişti tahminimce… Göz altında kaybedilmekten hiç endişe etmemişti örneğin…

İçim rahat… Paşa’ya zorla tek tip elbise giydirilmeyeceğini, “Türkçe konuş, çok konuş” denmeyeceğini, çarpıntısı olduğunda hemen GATA’ya nakledileceğini, avukatlarıyla dilediği gibi görüşebileceğini, tutuklu olduğu her dakika medyanın gözünün üzerinde olacağını, mahkemeye giderken diğerleriyle kelepçeli ve tek sıra halinde fotoğrafının çekilmeyeceğini, savunmasını ana dilinde yapabileceğini biliyorum…

İçim rahat… Paşa’nın sırf aşağılama amacıyla prostat muayenesine tabi tutulmayacağını, kendisine zorla yemek yedirilmeyeceğini, ilaçlarla uyuşturulmayacağını, eşine ve yakınlarına “düşükler” denmeyeceğini, çıkarılacağı mahkemede kendisine “sen” diye hitap edilmeyeceğini, hakkında “bebek” ve “don” davaları açılmayacağını, yargılama sonunda idam edilmeyeceğini biliyorum…

Yargısız infaz nedir bilmeyecek Paşa… Yargılanacak, belki aklanacak, belki ceza alacak.

Öyle 30 küsur yıl süren Dev-Yol, Dev-Sol davaları gibi bir ömrü dolduran bir dava da olmayacak üstelik. Yargılaması bittiğinde hayatı kararmayacak, işsiz kalma derdi, gördüğü ağır işkencelerin travmasıyla boğuşma derdi olmayacak. Polis sireni duyduğunda tüyleri ürpermeyecek, üniformalı birini gördüğünde kaçmak, gözden kaybolmak istemeyecek…

Tam da olması gerektiğince, bu ülkenin her yurttaşının yararlanması gerektiği gibi suçlandığı andan itibaren anayasanın kendisine tanıdığı haklardan sonuna kadar yararlanıyor Paşa. Bu iyi bir şey…

Kimsenin tutuklanması kimseyi sevindirmemeli… Ama İçim rahat…  Allah kendisine sıhhat, afiyet, uzun ömürler; ailesine, sevenlerine sabırlar versin…  Paşa, Paşalar gibi yargılanıp çıkacak.

Beni asıl kederlendiren, herkesin gözü önünde ve mümkün olan en “hijyen” koşullarda, taciz edilmeden yaşanan bu tutuklama sürecine Paşa’nın ve toplumun verdiği tepki…

Kibir öylesine tavan yapmış ki, Paşa adeta “siz ne yaptığınızı zannediyorsunuz? Ben koskoca bir ordunun komutanıyım. Bunun hesabını vereceksiniz” diyor…

Kibir öylesine yaygınlaşmış ki, toplum “koskoca Paşa’ya reva görülene bakın, bunun hesabını vereceksiniz” diyor…

Kendisine hesap sorulabileceğine asla ihtimal vermeyen, hesap sorulmaya kalkışıldığında öfkeyle kükreyerek “siz kim olduğunuzu zannediyorsunuz?” diyebilecek kadar gözü kararmış bir kibir bu!

Hesap soruyor ama hesap vermeye yanaşmıyor!

Hiçbir zaman… Cumhuriyet tarihi boyunca hiçbir zaman hesap sorulmamış, hesap sorulmaya kalkışılması bile dehşet uyandıran bir kurum, o kurumun başındakilerin, mensuplarının ve o kuruma kayıtsız koşulsuz biat edenlerin anlaşılır kibri bu…

O kadar eminler ki bu ülkenin sahibi ve efendisi olduklarından…

O kadar eminler ki bu ülkede hiç ama hiç kimsenin kendilerinden hesap soramayacağından!

Sadece gücü olmadığından değil, hesap sormaya teşebbüs dahi edilemeyeceğinden öylesine eminler ki…

1938’de Dersim’i dümdüz ettiği halde kendisinden hesap sorulamayan

Temmuz 1943’te yargılanmak üzere kendilerine teslim edilen 33 köylüyü kurşuna dizdiği halde bunun lafını etmek bir yana, emri veren komutanın adını tam da köylülerin vurulduğu yerdeki kışlaya vermekten çekinmeyen,

1960’da darbe yaparak seçilmiş bir Başbakan ve Bakanlarını asmakta sakınca görmeyen,

1971’de kendisi Anayasal düzeni silah zoruyla değiştirdiği halde 20’lik delikanlıları “Anayasal düzeni yıkmaya teşebbüsten” darağacına gönderen,

1980’de bir kez daha Anayasal düzeni silah zoruyla yıkıp on binlerce insanı işkenceden geçiren, 16’lık çocuğu yaşını büyüterek idam eden,

28 Şubat 1997’de seçilmiş bir hükümeti alaşağı edip, toplumu yeniden formatlayan,

27 Nisan 2007’de e-muhtıra yayınlayarak Cumhurbaşkanlığı seçimlerine müdahale eden,

40 yıla yaklaşan bir kirli savaşta dağlara 3 haftalık eğitimle sürülüp hayatını kaybeden hiçbir askerin hesabını vermeyen

Aralık 2011’de 38 genci bombalayan bir geleneğin sürdürücülerinin bu denli kibirli olmasına şaşmamak gerek…

Bunun için Genelkurmay Başkanlığı süresince gazetecileri toplayıp toplayıp memlekete “ayar veren” kabul edilemez konuşmalar yapabildi Paşa…

Bunun için belgeye kâğıt parçası, lav silahına “boru” deyip geçerken gülmedi bile… Kaşlarını çatıp, öfkeyle sıkılan dişlerinin arasından bizleri azarladı… Bunun için en küçük bir soruyu, en küçük bir kuşkuyu bile “asimetrik saldırı” olarak algıladı…

Bunca şeyin hesabını generallerinden sormayan toplum, şimdi Silivri Paşalarının hesabını AKP Hükümetinden soruyor.

İyi bir şey bu… Devleti “devşirmekte” hayli iştahlı davrandığı gözlenen AKP’nin de bir gün hesap vermek durumunda kalacağını hatırlaması açısından… İyi bir şey…

Umulur ki AKP, 87 yıldır “dokunulmazlığından kuşku duymayanlara” dokunulduğunda, toplumda artık “dokunulmaz hiçbir şey” kalmadığı algısının yerleşmekte olduğunu görsün…

Umulur ki AKP tüm zorbaların ömrünün ancak bir vakit sürebildiğini idrak ederek, “yeni zorbalığa” soyunmasın…

Yoksa malum… Gün gelir… Gün gelir… Zorbalar kalmaz gider!

 

 

 

 

 

Arşiv Haberleri