“ Ey acı! Ey acı!
Yiyip bitiriyor hayatı zaman,
Ve yüreğimizi kemiren,
Göze görünmez düşman
Bu anlaşılmaz, bu garip düşman
Büyüyüp güçleniyor kanlarımızla,
Durmadan kaybettiğimiz kanlarımızla…”
Primat, Latince’de ‘en baştaki, mükemmel’ gibi anlamlara sahip ‘primas’ sözcüğünden türer. İri beyinli memelilerin, yani primatların en gelişmiş olanı, yine en gelişmiş beyne sahip olan insandır. İnsan beynini diğerlerinden ayıran özellik, evrim sürecinde sürekli gelişen üst beyin tabakasının, deyim yerindeyse ‘son sürümüne’ sahip olmasıdır. Beynini ‘benzersiz’ kılan bu ‘sürüm’ sayesinde insan, diğer hayvanlardan farklı olarak bir akıla, bilince, düşünme, konuşma ve hayal etme gibi pek çok yetiye sahiptir.
Tam da bu nedenle insan hem iyiliktir, hem de kötülüktür!
***
İyilik ve kötülük gibi davranış biçimlerinin, sadece insanlara has özellikler mi yoksa ‘atalarından’ taşıdıkları kalıtsal davranışlar mı olduğunu anlamak amacıyla yapılan çok sayıda bilimsel çalışma var.
Evrim ve sosyal davranışların doğası üzerine çalışmalar yürüten bilim insanı Dr. Keith Jensen’in, insana en çok benzeyen primatlar olarak kabul edilen şempanzeler ve babunlar üzerinde yaptığı deneylerin sonucuna göre, muzlarla sınanan maymunlar, diğerlerine iyilik yapmak gibi bir gaile taşımazken, diğerlerine kötülük yapmak niyetini de barındırmazlar. Kendilerine yetecek olan yiyecekle ilgilenip, yiyeceğin fazlasını diğerlerine verme eğilimi göstermedikleri gibi, kendilerine de saklamazlar. Yani evet iyilik yapmazlar, ama kötülük de yapmazlar.
Ya biz insanlar?
***
Covid-19 salgınının dünyayı nasıl değiştirebileceği üzerine çok sayıda fikir yazısı kaleme alınıyor şu günlerde. Pek çok saygın yazar ve sosyal bilimci, bu kıranın uzun vadede ‘insanlığın’ yeniden ve belki daha olumlu bir seyirde biçimlenmesi, gerek ekonomik gerekse sosyal anlamda daha yaşanılır bir dünya kurulabilmesi adına olumlu sonuçlar üretebileceği üzerine değerlendirmeler yapıyorlar.
Uzun vadede pozitif dönüşümler görebilmeyi umut etmekle beraber, bugün, en azından kendi ülkemizde yaşadığımız süregelen deneyim, yardımlaşma, dayanışma ve empati kurabilme gibi ‘iyilik’ yanlarımızı ortaya çıkardığı kadar, içimizdeki ‘kötülükleri’ daha yüksek sesli bir böğürtüyle kusmamıza da vesile oluyor.
***
Portekizli yazar Jose Saramago, bir gün arabasının içerisinde kırmızı ışıkta bekleyen bir adamın, aniden kör olmasıyla başlayan ve bu körlüğün bir salgın hastalık gibi ülkeye nasıl yayıldığını anlatan ‘Körlük’ adlı romanında, hükümetin eski bir akıl hastanesinde karantina altına aldığı yüzlerce körün, yaşadıkları ‘yoksunluklar’ nedeniyle nasıl ‘dönüştüklerini’, kör olmanın yanı sıra, açlık, pislik ve adaletsizlikle sınandıkları bu kötü koşullarla baş edebilmek adına, nasıl ‘canavarlaştıklarını’ resmediyor.
Bir yanda, ‘yoksunluğu’ fırsat bilerek çaldıkları yiyecekleri paylaşmanın karşılığında ‘kanırta kanırta’ kadınların bedenlerine sahip olanlar, diğer yanda ise bu ‘pisliğin’ içerisinde hayatta kalabilmek uğruna, insan öldürmek zorunda kalanlar…
‘Korku insanı kör eder’ der genç kız, kapatıldıkları o akıl hastanesinin içerisinde yaşananların, yani korkunun, onları ikinci kez ‘kör’ kıldığını savunur, olan biteni, metaforik anlamda bir körlükle açıklamaya çalışırken.
‘Haklısınız, ama biz gözlerimiz görmemeye başlamadan çok önce zaten kör olmuştuk’ diye yanıt verir yaşlı adam…
***
Bir yanımız korku, diğer yanımızsa korkmaya başlamadan çok daha önceden kuşandığımız ‘kötülüklerimizle’, yeni ‘canavarlar’ çıkarıyoruz içimizden biz de bu süreçte.
Ne kadar öfke, ne kadar kibir, ne kadar açgözlülük, ne kadar hor görme varsa o mükemmel(!) ‘insanlık’ donanımımızın içinde, bir bir püskürtüyoruz etrafa.
Ve yazının girişindeki ‘Düşman’ şiirinde, Baudelaire’in dediği gibi;
‘Yüreğimizi kemiren,
göze görünmez düşman,
büyüyüp güçleniyor kanlarımızla’…