Hayatın bana korkutucu geldiği o yılları anımsıyorum. Çocukluk ve gençliğin önemli bir dönemini kapsıyor bu zaman dilimi. İnsanın başına her türlü felaketin gelebileceğinin bilgisi vardı bir yanda, diğer yanda ise bir kuşatılmışlık hali, türlü türlü tutsaklıklar ve çaresizlik… En kötüsü ise gerçek kimliğinin baskı altında tutulması, kendini samimiyetle ifade etme güçlüğü ve oradan oraya sürüklenmekteyken konuşan sesinin içindeki gerçek ses olamaması. Bin bir türlü hayat gailesi ve sorumluluğun verdiği baskı ise diğer yanda. Tercih etmediğim bir evde kalmaya, bir işte çalışmaya, istemediğin insanlarla iletişim içinde olmaya mecbur olmak, ekonomik güçsüzlükten ötürü yaşanan türlü türlü bağımlılık…
Radikal bir çözüm bulmak zor olduğundan böylesi durumlarda nefes alınacak alanlar açmak oluyor çare. En zor ortamda bile kendine bir mutluluk köşesi yaratması mümkün insanın. Böylesi zorluklar yaşamış olmanın hayatın diğer dönemlerine katkısı ise acılara talimli olmak. Bir çeşit bağışıklık halinin yanı sıra zorluklarla başa çıkma yeteneğini de kazanmış oluyor insan.
Yaşadığımız her günün sorumluluğunu taşıyoruz. Bazen durup düşünmeli belki de: “Neredeyim? Buraya nasıl geldim? Nereye doğru gidiyorum?” diye. Nasıl ki geçmişte hiç planlamadığımız ve arzu etmediğimiz şeyler başımıza gelmişse gelecekte de olacaktır bu. Ama başımıza ne gelirse gelsin onunla mücadele etme kapasitemizdir önemli olan.
Şu hatıralar denizinde neler yok ki? Birden olmadık bir şey, çok eskilere ait bir an şiddetle sarsabiliyor bizi. İnsanın geçmişinde de bazı fay kırıkları var sanki ve birden hareket edip yıkıp duruyor ortalığı. O enkazın altından kendini kurtarmaya çalışıyorsun sonra.
Kendi hayatlarımız ve başkalarının hayatlarına dair dersler hiç bitmiyor. Yeni bir şey öğreniyor, yeni bir şey keşfediyoruz sürekli. İnsan kendi hayatını en tuhaf hayat, kendi ailesini dünyanın en tuhaf ailesi sanır çoğu zaman. Sonra başka hayatlara, başka ailelere dair bilgiler ediniriz ve öyle olmadığını anlarız. Başkalarının acılarına bakarken kendi acılarımızın çok da dikkate değer olmadığını görebiliriz.
Çok mutlu sandığımız, vitrinde ışıltılı biçimde sergilenen pek çok hayat bizim bilmediğimiz nice kalp kırıklıkları, korkular ve acılarla doludur aslında. Sosyal Medya kişisel hayatların vitrini halinde. Zamanla insan bunu da okuma yeteneğini geliştirecek herhalde. Hangi gülüş gerçek, hangisi sahte, yazılan ne ölçüde samimi, hangisi kibirli, hangisi alçakgönüllü bunu görebilme yeteneğimiz artacak belki de…
Hayat insanlara rol yapmasını öğretiyor en çok da. Başkaları bizi ezip geçmesin, kendi ayrıcalıklı konumlarıyla üzerimizde iktidar kurmasın diye yöntemler geliştirmeye başlıyoruz.
Kadınlar yaşlanmamak için çırpınıyor, estetik salonlarını dolduruyorlar çünkü orta yaş hiyerarşi basamaklarında korkunç bir yerde duruyor. Gençliğin, güzelliğin yitmesi bir hor görülme, küçümsenme, hatta alay konusu haline geliyor.
Başkalarına nasıl görüneceğimiz çok önemli her zaman. Çünkü değerimiz onların terazilerinde biçiliyor.
Ünlülerin yaşamı denen bir doruk var hayat skalasında, dış görünüşleri, servetleri ve yaşam biçimleriyle servis ediliyor önümüze. Çağdaş efsaneler bunlar. Yükseklerde duranlar… Güzellikleri, zekâları ve servetleriyle her türlü sorunu çözmeye muktedir ayrıcalıklılar dilimini oluşturanlar.
Aileler ve ailevi mutluluklar baş tacı ediliyor sosyal medyada. Yalnızlık ise bir yandan bir cazibe unsuru diğer yandan kederli bir durum olarak algılanıyor. Yalnızların harika birlikteliklere ulaşma potansiyeli var ama şu anda katlanılması zor bir musibetten mustaripler.
Bütün bu kargaşa içinde en değerli insanlar gösteriş yapmadan başkalarına destek olmaya çalışanlar belki de… Bir ödül beklemeden hayata bir katkı koymaya çalışan gizli kahramanlar.
İnsan sevilmek, onaylanmak, hayatın nimetlerinden yararlanıp türlü hazlarını tatmak istiyor elbet bu ölümlü dünyada. Güzel bir hayat hikayemiz olsun, acılar ve dertler bizden uzak dursun istiyoruz. İçimizde bir huzur, kendimize dair sahici bir memnuniyet yoksa yaşanan hiçbir ihtişamın faydası yok aslında. Bir keder önünü kesince, dünyanın en güzel manzaralarını bile göremiyor insan. Kendi küçük bahçemizde, kendi seçtiğimiz birkaç güzel insanla bir cennet yaratabiliriz bazen. Gerektiğinde yasımızı tutarak, gerektiğinde neşelenerek… Sonsuz bir güvenle sımsıkı sarılacağımız birileri varsa zaten ayaklarımızın altındadır dünya.