Anayasa referandumu için Türkiye’de yapılan iç ve dış kampanyalar Türkiye için endişeler uyandıracak nitelik ve boyuta gelmiştir.
İçerde çok keskin söylemler var. Konu ‘Evetci – Hayırcı’ olmaktan çıkmış durumda, ‘Hainler – Vatanperverler’ diye bölünme ve kutuplaşma oluşmuş. TC Cumhurbaşkanı ve hükümeti topyekün bir siyasi taarruzda, kendileri gibi olmayan ve düşünmeyenlere karşı ellerindeki her yetkiyi ve gücü kullanmaktan çekinmiyor. Muhalefet hem savunmada hem de iktidarın hışmından kendilerini ve yurttaşları koruma derdinde… Anayasa değişikliği içeriğine dair tartışmalar TV programlarında akademisyen ve entelektüeller tarafından yapılmaktadır; onlar dahi zaman zaman düşük nitelikle, konu dışına çıkan, “tencere dibin kara – seninki benden kara” tarzı söylemlere girmektedir.
Bu referandum hayırlısıyla biter de ondan sonra iç siyaset sakinler mi?! Hayır… Öyle görünüyor ki, şu anda Türkiye’yi yönetenler varını yoğunu bu referanduma bağlamış, bütün gücüyle konu üstüne abanmış, sonucu da fikir ve içerikle değil, güç ile almak tercihinde veya zorunluğunda görüyor kendini… Referandum bitince, bu güç kullanım süreci bitecek gibi görünmüyor… Kendileri gibi olmayan ve düşünmeyenlere karşı siyasi ‘yok etme’ eğilimi devam edecek gibi… Ve bu da, kendilerini de tüketen süreci hızlandıracağa benziyor. Türkiye’yi şu anda yönetenler, yönetsel tüm demokratik yöntemleri terk etmiş veya tüketmişse, bölerek ve yok ederek yönetme icraatına geçmişse, bu onların tükenme süreci ile ilgili bir aşamada olduğunu göstermektedir.
Dış siyaset, iç siyasetin üzerinde kurulur… İçerde kendi yurttaşları ile kavga edenlerin, kendi yurttaşları ile karşı saflar oluşturanların, kendi yurttaşlarına baskı ve korkutmayı reva görenlerin, dışarda güvercin ve kuzu olması beklenemez… Ancak, dışarısı, içerisi gibi değil, dışarısının tepki etkisi, içerideki tepki kitlelerini büyütür. Türkiye’yi son on dört yıldır yönetenler, 2003’de devraldıkları kötü ekonomiyi toparlayıp istikrara ve büyümeye geçirebilmişse, içerde ve dışarda barışık siyasetler uyguladığı için başarabilmiştir. Şimdilerde içerde ve dışarda uygulanan hiddet ve çatışma siyaseti kısa süre öncesinin ekonomik ve siyasal başarılarını tüketecektir.
Doğudaki komşularla savaş halinde, batıdaki komşularla da çatışmalı diplomasi hallerinde olmak, Türkiye’nin ihracat ekonomisini gerileteceği kesindir. İhracatının yüzde altmışını başta Almanya olmak üzere AB pazarına yapan Türkiye, turizm gelirlerinde en büyük payı AB üye ülkelerinin turistlerinden alan Türkiye, AB üye ülkeleri ile girdiği çatışmalı ilişkilerle kendi ekonomisinin dış kaynaklı gelirlerini tehdit etmektedir. Kendi iç pazarında Hollanda orijinli ürünleri boykota kalkışsa, Almanya’da Türkiye orijinli ürünlere boykot sürpriz olmayacak… Dolayısıyla, kendini güçlü görme saplantısı, içerde bir süre etkili olabilir ama dışarda anında göreceği tepki ile olumsuz sonuçlar yaşatacaktır.
Türkiye’nin dışarda diplomatik çatışmaya girdiği ülkeler, hala daha üyesi olmayı istediğini söylediği AB üyesi ülkelerdir, halen üyesi olduğu NATO üyesi ülkelerdir. Bu ülkelerle diplomatik çatışmanın, içeride bir kahramanlık gibi algılanmasının faydaları hesaplanabilir. Ancak, Türkiye’nin dışarda yalnızlaşmasının hem ekonomik, hem de askeri zafiyetleri yaşanmaya başlanınca, bunun ucuz kahramanlık olduğunun anlaşılması geç ve güç olmayacaktır. Maharetin, keskin diş gösterip ısırma tehdidi yapmakta değil, diplomasi dili konuşup destek sağlayabilmekte olduğu acı bir şekilde öğrenilecektir.
Diğer ülkelerle yaşanan bu diplomatik çatışma ortamında iki de ilginç nokta var. Birincisi, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi başkanlığını da yapmış bir kişi olarak Dış İşleri Bakanı Çavuşoğlu’nun dış dünyada itibarı, sempatisi ve büyük bir diplomasi ağı var. Türkiye hükümeti bu kapasiteyi olumlu kullanmak yerine çatışmalara yol açacak şekilde kullanması, Anayasa referandumunda çok zorda olduğunun ve tüm sermayesini kırıp dökmek pahasına da olsa kullanmak zorunluğu ile karşı karşıya olduğunu gösteriyor. İkincisi ise, dış ve dünya siyasetinde Çavuşoğlu’ndan daha fazla etki alanı olan Abdullah Gül’ün sessizliği… Belli ki kendini geleceğe saklıyor…
Anayasa referandum kampanyası, Türkiye’yi yönetenler tarafından, Türkiye’nin içini dışını siyasi, ekonomik, sosyal olarak tarumar edecek bir hal aldı. Sonuç şimdiden hayırlı olsun ama sonuçta, her yönüyle güç yitirmiş bir Türkiye olacak… İşte burası Kıbrıslı Türkler için önemlidir. Türkiye’nin çıkarları için, Kıbrıs’ta Kıbrıslı Türklerin olması – olmaması önemli olmayabilir, Kıbrıslı Türklerin çıkarları için ise güçlü bir Türkiye önemlidir; bu bir reel-politiktir. Şu anda Türkiye’nin içi – dışı karışıksa, Kıbrıslı Türklerin bel bağladığı görüşme ve barış süreci de tehlikelerle doludur.
Ne söylenebilir… Tanrıya çok inananlara Tanrı daha çok akıl verse olmaz mıydı?!..