Yurdumuz yandı.
Bu duyguyu kaç kişi samimiyetle hissetti bilmiyorum.
Limasol’dan başladı yangın, evleri yuttu alevler, Larnaka’ya büyüdü.
Üzüldü hemen herkes, bundan kuşku duymuyorum.
Dünyanın neresinde bir insan ölse hissettiğimiz sızı gibidir bu…
O değil merak ettiğim…
Bu hüzün, bu acı, “memleketim” hissiyle kaç yüreği yaktı?
* * *
Ortak yurt duygusu ve bilincinin çok fazla olduğunu düşünmüyorum.
Öyle olsaydı Kıbrıs bölünmüş olmazdı!
Onca aç gözlülük, hırs, gasp, talan olmazdı…
Milliyetçiliğin ve savaşların çizdiği sınırların çok daha fazlası hayatın içinde yaşanan bölünmüşlüktür.
Bu durum rastgele değildir, tarihseldir, tasarlanmıştır ve baskıyla, korkuyla, güçle örülmüştür.
Her kim ki iki toplum için ortak müşterekler yarattı, tehditle yaşadı, bedelini ödedi; ortak sendikaları örgütleyenler, gazeteciler, siyasetçiler öldürüldü.
İnsanların beynine işlendi ne kadar ayrılıkçı sembol varsa, hınç dokundu belleklere, düşman öğretisi hep gündemde tutuldu.
* * *
Kıbrıs’ta bölünmeyi tutuşturan ve içten içte hep kor tutulan yangın, ne varsa “ayrı ayrı” olsun diyedir.
Hüzünler de…
Sevinçler de…
Ne varsa…
Ne gelirse aklınıza…
Mezarlar da ayrı ayrıdır…
Ağıtlar da…
Törenler de ayrıdır, nutuklar da!
Kentleri değil renkleri dahi ayırmışlardır bu yurtta!
* * *
Hem kundakçıdır bölücüler, hem itfaiyeci!
Milliyetçi uzlaşı çok büyüktür.
Türkçe ya da Yunanca hıncın, nefretin, taksimin ve aslında çatışmanın ortak dilini konuşanlara karşı sınırsızlığı düşleyenlerin çok daha diri olmalıdır yürekleri…
Yangından yangına hissetmek yetmez, bu ülkenin hepimizin olduğunu…
Coğrafyanın kader, memleketin ortak olduğunu…
İnsan için olduğunu hayatın…
Gecenin utançtan kıpkızıl kesildiği ve birbirimize uzak hüzünlerle dokunduğumuz bir temmuz daha acıyla örülmüştür.
Katillerin kahramanlaştığı, mağdurların sessizleştiği ve içimizdeki yurtsuzluğun büyüdüğü bir temmuz daha ateşle yutmuştur insanlığı…