İdareyi teslim etti kulunuz, maslahat elde kaldı, buyurunuz!

Serhat İncirli

Devlet zihniyeti ve devletçi zihniyeti bir birine karıştırmamak gerekir…
“Devlet zihniyeti”; Şener Şen ve Kemal Sunal filmlerinden alışık olduğumuz, “Faşo Ağa, Maho Ağa, Devlet Baba” gibi alışkanlıkların zihniyetidir…
Ben bilmem ağam, sen bilirsen!
Allah devleti başımızdan eksik etmesin ağam!
Bu zihniyet köhnedir ve hiçbir işe yaramaz…

-*-*-

Devletçi zihniyet ise devletin yetebildiğince her işin veya sorunun üstesinden gelmesi halidir.
Zaman zaman “komünist” bir oluşumla da karşımıza çıkabilen bu sistem de “tek başına” başarılı değildir…

-*-*-

Peki doğru olan nedir?
Doğru olan farklı ekonomik şartlarda, farklı çözüm yöntemleri ile her sorunu çözebilmektir aslında…
Yani, eğer KKTC gibi sistemsiz, guduru, sömürge, onursuz ve de gurursuz hatta dilenci bir devlet yapısı söz konusuysa, hiçbir işin içinden çıkamazsınız.
Narenciye satamazsınız mesela, suçu başkasına atarsınız.
Nüfusu bilmezsiniz ama guduru nüfus yığmayı başarı sayarsınız.
Papa’yı davet etmeyi devlet işi kabul edersiniz, rezil olduğunuzu fark bile edemezsiniz.
Her altı ayda bir seçim yapar, ülkeyi kendinizin yönettiğini sanırsınız.

-*-*-

Ülkede hiçbir şey, ama hiçbir şey hatta bireysel anlamda seks çalışmalarınız bile FETÖ’den, MİT’ten, mafyadan isimlerle birlikte ne yazık ki kontrolünüz dışındadır.

-*-*-

Başka bir ülkenin büyükelçisi, komutanı, hatta din adamı, hatta ve hatta en alelade memuru, senin bakanlar kurulunun üzerinde durur ve dönüp sana her türlü hakareti de içeren tavırları takınabilir.
Üstüne üstlük de cumhurbaşkanın Nasreddin Hoca seviyesini kendine uygun görürse, halk da döner; bu çirkefleşmiş, kokuşmuş, ucundan ben de koparayım, hep siz mi yiyeceksiniz – biz de yiyeceğiz şeklinde örgütlenmiş çorbaya resmen dalar! 

-*-*-

Hiçbir sorun çözülmez…
Çözüm önerenler de ya hain ilan edilir ya Rumcu ve üzerine iki büyük bayrak çekildi mi mesele kapanır…
Sonra çocuklar göç eder.

-*-*-

Çok basit bir örnek vermek istiyorum…
Sakın yanlış anlaşılmasın, birini suçladığımdan değil…
Birine ders verdiğim yargısına da kapılmayalım lütfen.
Sistemi eleştiriyorum…

-*-*-

İskele’de bir okul açıldı…
Kıbrıs Postası gazetemizde dün sabah bir haber okudum…
İskele Evkaf Türk Maarif Koleji’nde sorunlar giderek büyüyor…
Sorunlar neymiş?
Sekreter yok, kapı kolları kırık ve bilgisayar odasına internet bağlanamamış…
Okulun müdürünün kim olduğunu bilmiyorum, ilgilenmiyorum da…
Eminim çok değerli bir eğitimcidir…
Okul Aile Birliği Başkanı’nı da bilmiyorum…
Ama burada, devletçi zihniyet ile devlet zihniyeti zirve yapmış durumdadır.

-*-*-

Neredeyse “Hükümet istifa” diyecekler…
Bir; devlet bürokrasi çamurunda gömülüdür, belki de sekreter ataması Kamu Hizmeti Komisyonu’nun başına getirilen ve artık çalışmak istemeyen değerli kardeşlerimizin kımıldamasını beklemek zorundadır… 
İlk sınav tarihi, pandemi koşulları da dikkate alınarak, çıkmaz ayın 32’sinde yapılacaktır.
Efendim ne mi yapmak lazım?
Okul Aile Birliği, bölgedeki iş insanlarından, halktan da destek toplar, “yasal atama yapılıncaya kadar, geçici istihdamla” bu işi çözer…
Haaaa devlet kıçını kımıldattığı ve atamayı yapabilecek aşamaya geldiği anda, yani sekreter yasal olarak atanacağı zaman da varsa eğer torpilini kullanır ve bu geçici kişiye şans tanınır. O geçici kişi de işe pişmiş durumdadır.
Dünya’da örneği var mı?
Vardır.
Çeşitli kurumlar, kendi bünyelerinde altı ay, bir yıl gönüllü olarak çalışanlara, olası münhalde öncelik tanır, tanıyabilir, tanımalıdır.

-*-*-

İki; okulda kapı kolları kırıktır…
Marangozluktan anlamam ama yalvarırım, müsaade edin, alayım çekicimi, bıçkımı ve gatsavidamı; bir hırdavatçıdan da rica edeyim, bana kapı kolu hediye etsin, ben takayım!
Abiler, ablalar, bir kapı kolunu tamir etmek, her hangi bir marangoz için 10, bilemediniz 30 dakikalık iştir… Hatta belki de sorun bile yoktur.

-*-*-

Efendim, bilgisayar odasına internet bağlanamıyor…
Ciddi olamazsınız!
Okulda kaç öğretmen var…
Hocalarım, hocanımlarım, ellerinizden öpüyorum; kulunuz kurbanınız olayım, ne olur aranızda para toplayın, her ay vereceğiniz bence en fazla 3’er TL’dir… Bağlayıverin şu interneti…
Haaaa devlet mi yapmalı?
Doğrudur!
Ama beklerseniz, taaaa Fuat Oktay’dan parasını istesinler; Fuat Oktay da beklesin Faiz beyle barışsın, ilişkiler düzelsin derken; bu yıl 6’ncı sınıfa başlayan çocuk, Hollanda’daki fakültesinden mezun olup, annesine “ben KKTC kokuşmuşluğuna geri dönmeyeceğim” dediği gün, belki size de internet bağlarlar!
Bilmem anlatabildim mi?
Değilse, haberi yayınlayan gazetenin patronu hem İskele’lidir hem de çok eski bir arkadaşımdır, sevgili Polat Alper’e söyleyin; en azından internet sorununuzu kesin çözer…

-*-*-

Lütfen devleti beklemeyin; devlet yoktur; var olduğu söylenen sadece okuldaki ihtiyaçlarla ilgili olarak önerdiğim “idare-i maslahat” kadardır. 
Siz okulda idare – i maslahat yapın ki çocuklar mağdur olmasın en azından…
Yoksa devlet açısından idare gitmiştir, maslahat elimizde kalmıştır!

-*-*-

Bunu da açıklayalım…
Yani idarenin tamamen gittiğini ve elimizde maslahatın nasıl kaldığı meselesini…
Efendim, ünlü hikayedir…
Şair Eşref’in hikayesi tabii ki…

-*-*-

Hilmi Yücebaş “Şair Eşref, Bütün Şiirleri ve 80 Yıllık Hayatı” adlı bir araştırma yayınladı… Bu araştırmada, kaymakam olan Şair Eşref’in İstanbul’a “idareye” çektiği bir telgraftan bahseder…
Eşref, 1847 – 1912 yılları arasında yaşayan ve hiciv sanatının önemli ustalarından bir şairdir… Eşref’in kaymakam olduğu Ege bölgesindeki ilçeyi de var ile yok pahasına basan, orayı burayı talan eden eşkıya bölgede hakimmiş… Eşref de her defasında durumu İstanbul’a iletiyor ve İstanbul’daki hükümetten de “Buradan yapılacak bir şey yoktur, oradaki jandarmalarla idare-i maslahat edilmesi…” diye cevap gelirmiş. Eşkıya bu, idare-i maslahattan anlar mı? Sonunda eşkıya ilçe merkezini basmakla kalmayıp kaymakamlık idare binasını da ele geçirmiş… 
Eşref tekrar İstanbul’a telgraf çekmiş. Cevap yine, “İdare-i maslahat edilmesi…” yollu gelince, bu kez Eşref çılgına dönmüş ve “yetti be!” deyip, İstanbul’a son telgrafını çekmiş: 
“İdareyi teslim etti kulunuz, maslahat elde kaldı, buyurunuz!”


 


Şair Eşref’in günümüze de uygun çok sevdiğim bir dörtlüğü ile iyi pazarlar diliyorum:

“Bir soğan soyuluyor, / Yaşarıyor gözler. / Bir devlet soyuluyor, / Aldırmıyor öküzler.”