İki Arada Bir Derede Kalan Türkiyeli Kürtler!

İki Arada Bir Derede Kalan Türkiyeli Kürtler!


İlksoy Aslım
ailksoy@yahoo.com


Giriş

17 Aralık 2013 yolsuzluk soruşturmasıyla birlikte Türkiye’de deyim yerindeyse “kan gövdeyi götürmekte.” Düne kadar iktidarı paylaşan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ile “Hizmet” hareketi birbirlerini yok etmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Bu karmaşa içinde Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin Kürtlere yönelik başlattığı “barış süreci”nin söz konusu şartlarda belirsizliğe itildiği değerlendirilmesi yapılmaktadır. Bu yazıda, konuyla ilgili yaşanan süreç hem Türkiye Cumhuriyeti yöneticileri hem de Kürt hareketi açısından değerlendirilerek olası gelişmeler okura aktarılacaktır.

Dünden Bugüne Türkiye Kürtleri

Gaile’nin 248’inci sayısında Ali Dayıoğlu, Kıbrıs Türk basını ile KKTC polisinin ülkemizdeki Kürt öğrencilere yönelik tavrını anlatırken Türkiye Cumhuriyeti topraklarındaki Kürt milliyetçiliğinin kısa bir tarihçesini de yazdı.  O tarihçeyi özetlemek konuyu anlamak açısından isabetli olacaktır.

Mustafa Kemal Paşa’nın Milli Mücadele sırasında düşmana karşı en geniş cepheyi oluşturma politikası herkes tarafından bilinmektedir. Mustafa Kemal bu cepheyi oluştururken, Kürtlerin desteğini alabilmek için “Türkiye Halkı” terimini kullanır. Bu söylem Kürtlerin de Türkiye halkının bir parçası olduğunu anlatır. Mustafa Kemal, Kürtlerin çoğunluk oluşturdukları yerlerde kendi kendilerini özerk olarak idare etme hakkına sahip olduklarını ifade etmektedir. Ancak Milli Mücadele başarıya ulaşıp Cumhuriyet ilan edildikten sonra kurulan ulus-devlet Türk kimliğine dayandığından, Kürtlere verilen sözler geçersiz sayılır ve hakları ortadan kaldırılır. İttifakın bozulmasından sonra Türkiyeli Kürtlerin mücadelesi Şeyh Sait İsyanı ile başlar ve 1980 sonrasında PKK önderliğinde devam eder. 2000’li yıllarda Kürt sorununun terörden öte bir kimlik sorunu olduğu Türkiye Cumhuriyeti yöneticilerince kabul edilince devletle Kürtler arasında bir “barışma süreci” başlar. Zaman zaman gel-gitler yaşansa da, devletle barışma süreci nedeniyle Kürtler, söz ve eylemlerinde mümkün olduğunca daha dikkati davranmaya başlarlar.        

Gezi Direnişi, Yolsuzluk Soruşturması ve Kürtler       

2013 yılında başlayan Gezi olayları sürecinde Kürtler toplumsal direnişlerle ilgili nasıl davranacakları konusunda ilk tereddütlerini yaşarlar. Bir yanda AKP hükümetinin/Başbakan Tayyip Erdoğan’ın politikalarına karşı çıkanların başkaldırısı, diğer yanda Kürtlerle “barış süreci”ni götüren yine aynı hükümet ve başbakan. Gezi direnişine destek vermesi halinde bunun olası sonuçların ne olabileceğini anlamaya çalışır Kürt hareketi. Acaba verilecek destek nedeniyle “barış süreci” zarar görür müydü? Kürtler kuşkularında haksız değildi, çünkü Gezi sürecine bireysel destek veren milletvekili Sıtkı Süreyya Önder, Erdoğan’la Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) arasında geçici bir krize sebep olmuş ve bir dönem Önder, Abdullah Öcalan ile İmralı’da görüşmeye gidecek olan heyetten çıkarılmıştı.   

Hükümet ile çözüm sürecini yürüten Abdullah Öcalan’ın 17 Aralık’ta başlayan yolsuzluk operasyonu konusundaki açıklaması nasıl okunabilir? Öcalan, “ülkeyi bir darbe ateşiyle yangın yerine çevirmek isteyenler bizim bu ateşe benzin taşımayacağımızı bilmelidirler”  sözleriyle cemaat ile kavgasında hükümete destek mi veriyordu? Utku Çakırçözer ve bir grup gazeteci, görüştükleri BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’tan bu soruya yanıt aradılar.  Demirtaş’a göre Öcalan, uluslararası bir organizasyon olarak gördüğü “paralel devlet”in cemaati de kapsadığını düşünmekte ve bu oluşumun hedefinin ‘Başbakan’ı götürmek’ olduğu değerlendirmesini yapmaktadır. Demirtaş’ın açıklamalarından anlaşıldığı üzere BDP, Başbakan’a yönelik bir darbe girişimine karşı çıkarken, ilkeleri gereği “hükümetin gidecekse sandıkla” gitmesini önermektedir. Demirtaş yolsuzluğa karşı olduklarını anlatırken “yolsuzluk varsa Başbakan hesabını vermeli” demekte ve Başbakan’ı koruma güdülerinin olmadığını ifade etmektedir. 

Açıkçası, Demirtaş’ın kaygısı Erdoğan’ın geleceğiyle ilgili değil ama, çözüm sürecinin ancak onunla devam edebileceğidir. Erdoğan’ın kaybetmesi “çözüm sürecini bitirir” şeklinde bir inanç BDP çevresinde belli ki çok yaygındır. Demirtaş, “Erdoğan ve AKP’nin cemaatle olan mücadelelerinde sıkıştıkları köşeden ancak demokrasi ve çözüm sürecine sarılarak” çıkabileceklerini düşünmektedir. Bununla birlikte Demirtaş, AKP’nin “demokrasi yoluna” gireceğine ilişkin büyük bir inancı olmadığını da ifade etmektedir. Eş Genel Başkana göre esas zorluk, “AKP’nin bunu yapma kapasitesi”nin çok düşük olmasıdır. Demirtaş, AKP’nin “bu darbeye demokrasi hamlesiyle cevap verecek niteliği yok” demektedir.

Demirtaş AKP’nin tavrından rahatsızlık duyarken, kendilerinin “AKP’ye destek” verdiği iddialarından da rahatsızdır. Çünkü ona göre ne CHP ne de diğer toplumsal muhalefet hareketi Kürt sorunu konusunda ortaya bir çözüm alternatifi koyabilmektedir. Kısaca Demirtaş, kimlik kazanma sürecindeki Kürtlerin muhalefet güçlerince yalnız bırakıldığına inanmaktadır. Ona göre muhalefet de önerilerde bulunmalı ve sorunu çözmeye hazır oldukları mesajını vermelidir. Bu şekilde davranılmadığı takdirde “Kürt hareketi Başbakan’ı karşısına alıp elinin tersiyle itecek değildir” mesajını muhalefete iletmektedir. Demirtaş, bunun da ötesinde, “diğer partilerin cesur hamleleri AKP’yi zora sokacaktır” diyerek muhalefetten beklentisini açıkça ortaya koymaktadır.

Kürtler Doğru Ata mı Oynuyor?

Geçmişte Erdoğan’a birçok kesim tarafından verilen desteğin devam edip etmediği gerek uluslararası, gerekse ulusal düzeyde sorgulanmaktadır. AKP’ye Türkiye içindeki liberal kesim ve cemaatten gelen desteğin epeyce aşağılara düştüğü fazla araştırmaya gerek duyulmadan ifade edilebilir. Bununla birlikte, Akil İnsanlar Heyeti’nden bir grubun Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’la 18 Ocak günü yaptığı görüşme sonrası verilen demeçler önem taşımaktadır.  Heyet üyelerinden Can Paker son günlerde gelişen siyasi olaylar nedeniyle “barış süreci nereye gidiyor” endişesi taşıyıp hükümetten görüşme talep ettiklerini ifade eder. Paker’e göre “çözüm süreciyle ilgili çok güçlü bir irade” devam etmektedir. Paker, hükümetin soruna köklü bir çözüm getirmeyi hedeflediğini ve bir seçim yatırımı olarak kesinlikle görmediğine inanmaktadır. Doğu Erdil de “irade”nin yerinde olduğunu, “bir sürü paket üzerinde ciddi ve yoğun çalışıldığı” bilgisini aldıklarını dile getirmektedir. Zübeyde Teker ise, “hem çözüm sürecinin hem de demokratikleşme meselesinin hem Öcalan hem de Tayyip Erdoğan nezdinde güçlü bir iradeyle sahiplenildiğini ve devam ettirileceğini” beyan etmektedir. Oldukça iyimser ifadeler kullanan heyet üyeleri Erdoğan’a destek vermeye mi çalışmaktadırlar, yoksa süreç olumlu yöne mi gitmektedir? 

Akil İnsanlar Heyeti üyelerinin açıklamalarının aksine, AKP ve Başbakan Erdoğan’a inanmayan veya tavır ve açıklamalarına büyük kuşku içinde yaklaşan kesimler de bulunmaktadır. Örneğin Adnan Bostancıoğlu, AKP ve Erdoğan’a ciddi eleştiriler yöneltmektedir.  Ona göre, “hırsızlık ve yolsuzlukla itham edilenler yargıyı tümden yürütmeye bağlamanın hazırlığı” içindedirler ve tasarlanan yeni rejim “post-modern” faşizmdir. Yeni rejim bir zorunluluk sonucudur çünkü ülke içinde “yolsuzluk ve hırsızlıkları ortaya çıkmış”, yurtdışında “El Kaide’ye silah ve mühimmat sevkiyatı yapan bir rejimin baskıcı olmaması mümkün” değildir. Ayrıca uluslararası savaş hukukuna aykırı eylemlerini ısrarla sürdürmesi nedeniyle de rejimin başı büyük bir beladadır. Geçmişte Erdoğan’ın yakın çevresinde olan Cengiz Çandar, Ortadoğu ve Kuzey Afrika için sunulan Türkiye modelinin sonuna gelindiğini, bunun sorumlusunun da Recep Tayyip Erdoğan’ın kendisi olduğunu yazmaktadır.  Geçmiş senelerde Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) Ankara Büyükelçiliğini yapmış Morton Abramowitz ile Eric Edelman, “The Washington Post”ta Blaise Misztal ile yazdıkları makalede Türkiye’nin rotasını değiştirmesi için baskı yapılması çağrısında bulundular.  Yazarlar, Başbakan Erdoğan’ın yolsuzluk iddialarının üzerini komplo gerekçesiyle örttüğünü, polisin bağımsız soruşturma yapma yeteneğini sınırlayıp gazetecilerin konuyla ilgili haber yapmalarını engellediğini, ABD Büyükelçisini bile sınır dışı etmekle tehdit ettiğini yazdılar. Erdoğan’ın şu anki rotasının Türkiye’yi “kusurlu bir demokrasiden otokrasiye taşıyabileceği”ni savundular. Ayrıca ABD’nin yıllarca süren sessizliğinin Türkiye başbakanını cesaretlendirmiş olabileceğini ve bunu önlemenin yolunun ABD’nin Erdoğan’a “aşırılığa kaçan eylemleri ve demagojisinin, Türkiye’nin siyasi kurumları ile değerlerini altüst ederken, ABD-Türkiye ilişkilerini tehlikeye attığını” ifade ettiler. Bu yazıdan yalnızca iki hafta önce de ABD Dışişleri Sözcüsü “hiç kimsenin hukukun üstünde olmadığı bir Türkiye’yi destekliyoruz” beyanatını vermişti.  

Atlantik’in ötesinde işler sarpa sarmaya başlarken, Erdoğan’ın son Brüksel ziyareti ne gibi bir sonuç doğurmuştu? Öncelikle saptanması gereken, AB ve Türkiye’nin birbirlerine olan ihtiyaçlarının bir kez daha ortaya çıkarmasıdır. Buna rağmen, Kıbrıs ve demokratikleşme konuları iki engel olarak varlıklarını devam ettirmektedirler.  Başbakan Erdoğan’ın “Paralel yapıyı AB’ye örneklerle anlattım. İkna ettiğimi düşünüyorum”  söylemi atılması gereken adımların unutulmasını sağlayamamaktadır.

Sonuç        

Yukarıda anlatıldığı gibi, AKP’nin kurmakta olduğu rejim hem Türkiye içinde hem de Türkiye dışında eleştirilmektedir. Buna rağmen, küresel neo-liberal politikaların yerel uygulayıcısı olan AKP’nin devlet ve devlet dışı uluslararası aktörler tarafından bir anda terk edileceği fikri doğru değildir. AKP’nin yaptığı tüm iç ve dış politika “yanlış”larına rağmen, uluslararası güçlerin desteğini bir süre daha koruması büyük bir olasılıktır. AKP içinde Erdoğan’a karşı bir alternatif yaratılabilirse yola onunla devam edilebilir. Ayrıca sistem partilerinden CHP de böylesi bir misyona sahip olabilir. 

Böylesine kaygan bir zeminde Türkiyeli Kürtler hareketi nasıl bir politika izleyecektir? Uzun yıllar kimlikleri reddedilen, haklarını aradıklarında her türlü baskıyı yaşayan bu halkın Erdoğan’a mahkûm olduğu düşüncesini kabul edebilmek kolay değildir. Kürtlerin de alternatif politikaları bulunmaktadır. Abdullah Öcalan, Erdoğan ile başlattığı süreci onunla sürdürmeyi tercih etmektedir. Bugün Kürtler ile devlet arasındaki silahlı çatışmaların durmasına paralel olarak Türkiye’de nispi bir sükûnet yaşanmaktadır. Bu “barışçıl” dönemin devam etmesi Kürtler açısından büyük önem taşımaktadır. Kürtler devletle görüşmelerini sürdürürken, Türkiye’deki diğer muhalif güçler ile mümkün olan en geniş cepheyi oluşturabilirler. Yerel seçimlerde Halkların Demokratik Partisi şemsiyesi altında yapılan açılımın başarılı olması Türkiye’deki dengelerin yeniden kurulmasına sebep olabilir.

Kürtler Ortadoğu’da oluşan yeni dengelerin kendilerine sağladığı avantajı da kullanabilirler. Türkiyeli Kürtler AKP ve Erdoğan’ın yaşadıkları sıkışıklığı demokratikleşme süreciyle aşılmasına katkıda bulunabilirler. Mevcut iktidar içi mücadele Kürtlerin de olumlu katkılarıyla Türkiye halklarını daha demokratik ve özgür bir ülkeye taşıyabilir. Tersi, despotizmin egemen olduğu bir Türkiye’nin yaratılmasıdır.

 

-----------------------------------------

Ali, Dayıoğlu, “Bize Kıbrıslı Türk Yerine “Akdeniz Kökenli” Denilse Hoşumuza Gider mi?”, Gaile, No. 248, (18 Ocak 2014), s. 6-7. 
  “Öcalan: Operasyona Karşıyız Ama Müzakere İstiyoruz”, Doğu News, 12 Ocak .2014, http://dogunews.com/879-ocalan-operasyona-karsiyiz-ama-muzakere-istiyoruz.html., 21.01.2014.
  Utku Çakırçözer, Demirtaş: Başbakan’ı Seçim Öncesi Alabilirler!,”, Cumhuriyet, 14 Ocak 2014, http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/29093/Demirtas__Basbakan_i_Secim_Oncesi_Alabilirler_.html#., 14.01.2014.
  “Beşir Atalay Akil İnsanlar Heyeti’ni Kabul Etti”, Akşam, 18 Ocak 2014, http://www.aksam.com.tr/siyaset/besir-atalay-akil-insanlar-heyetini-kabul-etti/haber-277683. 20.01.2014.
  Adnan Bostancıoğlu, “Post-modern Faşizm”, Birgün, 13 Ocak 2014, http://birgun.net/yazi-goster/adnan-bostancioglu/13-1-2014/post-modern-fasizm-1662.html., 14.01.2014.
  Cengiz Çandar, “‘Tek Adam’ Olursan, Ekonomiyi De Çökertirsin”, Radikal, 24 Ocak 2014, http://www.radikal.com.tr/politika/tek_adam_olursan_ekonomiyi_de_cokertirsin-1172321., 24.01.2014. 
  Morton Abramowitz, Eric Edelman, Blaise Misztal, “The United States Needs To Tell Turkey To Change Course”, The Washington Post, 23 January 2014, http://washingtonpost.com/opinions/the-united-states-needs-to-tel... 24.01.2014.
  “ABD Dışişleri Sözcüsü: Hiç Kimsenin Hukukun Üstünde olmadığı Bir Türkiye’yi Destekliyoruz”, T24, http://t24.com.tr/haber/abd-disisleri-sozcusu-turkiyede-kimsenin-hukukun-ustunde-olmadigi-bir-adaleti-destekliyoruz/248017., 20.01.2014.
  Kıvanç Ulusoy, “Türkiye-AB İlişkilerinde Yeni Perde”, Aljazerera, 22 Ocak 2014, http://www.aljazeera.com.tr/gorus/turkiye-ab-iliskilerinde-yeni-perde., 24.01.2014. 
  Utku Çakırözer, “AB Tüyünü Batırmış”, Cumhuriyet, 24 Ocak 2014,

Dergiler Haberleri