Kuruluş yasası geçtiğimiz gün Cumhuriyet Meclisi’nden onay alan Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Dairesi, etkin bir şekilde çalıştırılabilmesi durumunda, toplumsal yaşamımızda çok önemli dönüşümler sağlayabilecek bir adım.
Öncelikle emeği geçen herkesi tebrik ediyorum.
Daire’nin amacı, yaşamın farklı alanlarında toplumsal cinsiyeti nedeniyle ayrımcılığa uğrayan herkese hizmet edebilmek.
Esas mağdurları tabii ki kadınlar ve LGBT bireyler olan bu ayrımcılığın ortadan kaldırılması ya da en azından azaltılması adına pek çok farklı alanda alınması gereken sayısız önlem var.
Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Dairesi de bünyesinde kurulacak farklı birimler aracılığıyla bu yönde çalışma yapacak.
Bu birimlerin kuşkusuz en önemlilerinden biri de eğitim odaklı olanı.
Ve bu çerçevede, Eğitim Bakanlığı bünyesinde de ‘Cinsiyet Odak Noktası’ oluşturulması planlanıyor.
Toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılığın, biraz da ‘öğreti’ üzerinden serpildiği gerçeğinden hareketle, çocuk yaştan itibaren uygulanan eğitim politikalarının dönüştürülmesi, okul müfredatlarının, bu tür ayrımcılığı beslemeyecek şekilde değiştirilmesi, öncelikli bir gereklilik.
Ailevi ve toplumsal öğretilerin yanı sıra, eğitim araçları aracılığıyla da cinsiyet rollerini ta küçük yaştan itibaren benimseyen çocukların, ileriki dönemlerde insanları bu roller içerisine oturtması ve bu kalıp rollerin dışına çıkan bireyleri ötekileştirmesi, kaçınılmaz bir sonuç.
Çok basit haliyle yemek pişiren, temizlikten sorumlu olan anne figürleri...
Eve ekmek getiren, ailenin ‘koruyuculuğunu’ üstlenen güçlü baba figürleri...
Ve tabii bir de aile biriminin iki mutlak cinsiyeti olarak kadın ve erkeğin öğretilmesi var ki bu da çocukların, eşcinsel bireyleri ‘normal olmayanlar’ olarak idrakinin önemli nedenlerinden biri.
Tüm bunların, eğitim müfredatı bağlamında yeniden düzenlenmesi, ‘toplumsal kalıpların’ bu yolla kırılarak çocukların küçük yaştan itibaren cinsiyet odaklı değil de insan odaklı bir mekanizma içerisinde eğitilmesi gerekiyor.
İlki, yani gerek aile içinde gerekse kamusal alanda kadına ve erkeğe biçilen rollerin yeni baştan inşa edilmesi de kolay olmayacaktır ancak daha da zoru, ikinci konudur.
Yani eşcinsellik ve eşcinsel bireylerle ilgili eğitimdir.
Çünkü bu noktada diğerine oranla çok daha güçlü bir toplumsal dirençle karşılaşılacağı aşikâr.
Ceza Yasası’nın eşcinselliği suç sayan maddelerinin değiştirilmesi sürecinde yaşananları hatırlayın!
Bu değişikliklere çok ciddi anlamda karşı çıkan kesimin, eşcinselliğin eğitim müfredatlarına girme ihtimali karşısında göstereceği direnci şimdiden tahmin etmek zor değil.
Ancak yavaş ama somut adımlarla, bu yönde ilerleme kaydedebilmek zorundayız.
Avrupa’nın pek çok ülkesinde doğrudan eşcinsel unsurlardan oluşan ailelerin ve arkadaş çevrelerinin yer aldığı özel ders kitapları var çocuklar için.
Yani örneğin çocuklar, ebeveynlerinin illa ki bir kadın ve bir erkekten oluşmasının gerekmediğini, küçük yaştan itibaren öğreniyorlar.
Bir evde bir baba ve bir anne figürünün olabileceği gibi, iki baba ya da iki anne figürünün de sıradan, normal bir yaşam biçimini sembolize ettiğini, bu kitaplar aracılığıyla benimseyip, gerek kendi ailelerinde gerekse arkadaş çevrelerinde karşı karşıya kaldıkları bu gibi durumları garipsememeyi, reddetmemeyi ve daha ileriki yaşlarda ‘nefret etmeye’ kadar varan tepkiler biriktirmemeyi öğreniyorlar.
Dediğim gibi bizim gibi ülkelerde henüz o boyutta bir demokratik olgunluk maalesef yerleşmiş değil.
Ancak artık bir yerden başlamanın vakti geldi de geçiyor bile.