Ödül Aşık Ülker
Doğu Akdeniz Üniversitesi (DAÜ) Uluslararası İlişkiler ve Siyaset Bilimi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ahmet Sözen, iki devletli çözümün söylemde kalacağını düşündüğünü belirterek, “Ne Kıbrıs Rum tarafının, ne de bu bölgenin başta AB olmak üzere ilgili aktörlerinin veya ABD gibi Türkiye’nin geleneksel müttefiklerinin iki devletli çözüme sıcak bakabileceğini düşünmüyorum. O yüzden bence bu, söylemde kalacak ve günün sonunda Kıbrıs’la alakalı tekrar bir süreç başlayacaksa, bunun temeli yine iki tarafın kağıt üzerinde bugüne kadar kabul ettiği, 77- 79 Doruk Anlaşmalarına dayanan ve iki tarafın da aslında ikinci seçeneği olan iki bölgeli, iki toplumlu bir federasyon olacaktır” diye konuştu.
“Bizim artık müzakere masasında kaybedecek zamanımız yok. Bizim iki devleti savunmamız lazım” diyenler olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Sözen, Türk tarafının geleneksel Kıbrıs politikasını değiştirip, iki devletli çözümü savunmasının hiç rasyonel ve akıllıca olmadığını söyledi.
Prof. Dr. Sözen şöyle devam etti:
“Siz iki devletli çözümü savunduğunuz zaman, daha önce altında imzanız olan, egemenliğini, bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü savunduğunuz hatta garanti etmeyi taahhüt ettiğiniz bir ülkenin bölünebileceğini tescilliyorsunuz demektir. Şimdi savunulan politika bir emsaldir. Bu emsal, yarın, öbür gün Türkiye’yi de vurabilir, özellikle Kürt politikasıyla alakalı...”
“Bir süreç başlayacaksa, bunun temeli federasyon olacak”
“Ne Kıbrıs Rum tarafının, ne de bu bölgenin başta AB olmak üzere ilgili aktörlerinin veya ABD gibi Türkiye’nin geleneksel müttefiklerinin iki devletli çözüme sıcak bakabileceğini düşünmüyorum. O yüzden bence bu, söylemde kalacak ve günün sonunda Kıbrıs’la alakalı tekrar bir süreç başlayacaksa, bunun temeli yine iki tarafın kağıt üzerinde bugüne kadar kabul ettiği, 77-79 Doruk Anlaşmalarına dayanan ve iki tarafın da aslında ikinci seçeneği olan iki bölgeli, iki toplumlu bir federasyon olacaktır”
- Soru: Cumhurbaşkanlığı seçimini Ersin Tatar’ın kazanması sonrasında Kıbrıs Türk tarafının Kıbrıs sorunuyla ilgili duruşunda değişiklik oldu. Kıbrıs Türk tarafının “iki devletli çözüm” tutumu ne anlama gelir ve Kıbrıs sorununu nasıl etkiler?
- Prof. Dr. Sözen: Biliyorsunuz Tatar’ın seçilmesi çok tartışmalı oldu, özellikle Türkiye gibi bu bölgenin en önemli aktörünün, belki de tarihinde hiç olmadığı kadar seçimlere müdahalesi çok tartışıldı. Bu sadece bizim içimizde değil, dünya medyasında da tartışıldı ve böyle bir sonuç çıktı, Sayın Tatar seçildi. Bu tabi, Türkiye’nin özellikle Crans Montana sonrasında, Kıbrıs Konferansı’nın çöküşünden sonra izlediği politikayı da destekleyen bir sonuçtu. O yüzden burada bir sürpriz yok. Ama şimdi izlenen politika gerçekten Türkiye’nin yıllardır izlediği çizgiden, yani Kıbrıs’la ilgili Türk dış politikasında bir eksen değişikliği midir? Yoksa, ileride tekrar başlayabilecek bir müzakere sürecinde elini yükseltmek, müzakere masasına daha güçlü bir pozisyonda oturmak mıdır? Bunun cevabı şu anda tam net değil açıkçası. Ne Kıbrıs Rum tarafının, ne de bu bölgenin başta AB olmak üzere ilgili aktörlerinin veya ABD gibi Türkiye’nin geleneksel müttefiklerinin iki devletli çözüme sıcak bakabileceğini düşünmüyorum. O yüzden bence bu, söylemde kalacak ve günün sonunda Kıbrısla alakalı tekrar bir süreç başlayacaksa, bunun temeli yine iki tarafın kağıt üzerinde bugüne kadar kabul ettiği, 77- 79 Doruk Anlaşmalarına dayanan ve iki tarafın da aslında ikinci seçeneği olan iki bölgeli, iki toplumlu bir federasyon olacaktır.
“İki devletli çözümü savunmak hiç rasyonel değil”
“Siz iki devletli çözümü savunduğunuz zaman, daha önce altında imzanız olan, egemenliğini, bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü savunduğunuz hatta garanti etmeyi taahhüt ettiğiniz bir ülkenin bölünebileceğini tescilliyorsunuz demektir. Şimdi savunulan politika bir emsaldir. Bu emsal, yarın, öbür gün Türkiye’yi de vurabilir, özellikle Kürt politikasıyla alakalı...”
“Bizim artık müzakere masasında kaybedecek zamanımız yok. Bizim iki devleti savunmamız lazım” deniyor hep. Kimse bu konuda elinizi tutmuyor. Savunun da bu nereye gider? Aslında Türk tarafının açık açık, geleneksel Kıbrıs politikasını değiştirip, iki devletli çözümü savunması hiç rasyonel değil, akıllıca değil. Neden? Çünkü uluslararası ilişkilerde, izlediğiniz dış politikada, belli prensipler üzerine oturttuğunuz politikaların her zaman sonuçları olur. Bunlar emsal teşkil eder. Siz iki devletli çözümü savunduğunuz zaman, daha önce altında imzanız olan, egemenliğini, bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü savunduğunuz hatta garanti etmeyi taahhüt ettiğiniz bir ülkenin bölünebileceğini tescilliyorsunuz demektir. Şimdi savunulan politika bir emsaldir. Bu emsal, yarın, öbür gün Türkiye’yi de vurabilir, özellikle Kürt politikasıyla alakalı... Türkiye’nin bugün en büyük sorunlarından bir tanesi Kürt sorunudur ve Türkiye bugüne kadar bunu tek devlet çatısı altında, hatta federasyon bile savunmadı, bir ara “barış süreci” başlamıştı. Türkiye bunu, “bütün Türkiye için daha çok demokratikleşme, gücü daha çok bölgesel aktörlere yayarak, gücün merkezden daha çok yerele kaymasıyla” çözmeyi planlıyordu. Bugün Kıbrıs’ta toprak bütünlüğünü savunmaya, iki devletli çözüm politikasını izleyen Türkiye’ye yarın öbür gün, daha güçlü uluslararası aktörler “o zaman gelin Kürt sorununu da iki devletli şekilde çözelim” derse, buna cevap ne olacak? Biliyorum, 77’den bugüne kadar çok zaman geçti ve müzakereler bir çözüme ulaşmadı ama bu, ille de federal çözümün kötü bir model olduğu anlamına gelmiyor. Süreç acaba doğru kurgulandı mı, doğru çalışıyor mu?
“Tek olabilir seçenek iki bölgeli, iki toplumlu federasyon”
“Eğer biz mümkün olanı yapacaksak, beğenelim ya da beğenmeyelim, bu iki tarafın da ikinci seçeneği olan iki bölgeli, iki toplumlu federasyondur. Şu anda tek olabilir seçenek budur”
Kamuoyu araştırmalarıyla adanın iki tarafında bütün alternatif çözüm modellerini test ettik, “iki devlet”, “federasyon”, “konfederasyon”, “üniter devlet”, hatta ve hatta “Kuzey’in Türkiye’ye bağlanması ”opsiyonlarını sunduk. Bütün bu opsiyonlar içinde iki tarafın insanlarının tek kabullenebileceği alternatif “iki bölgeli, iki toplumlu federasyon” olarak çıkıyor. Bunu beğenelim ya da beğenmeyelim... Diğer çözüm modelleri ya bir taraftan ya da iki taraftan da reddediliyor. Yani eğer biz mümkün olanı yapacaksak, beğenelim ya da beğenmeyelim, bu iki tarafın da ikinci seçeneği olan iki bölgeli, iki toplumlu federasyondur. Şu anda tek olabilir seçenek budur.
Egemen eşitlik ne demek?
- Soru: Cumhurbaşkanı Tatar, sürekli egemen eşitlik vurgusu yapıyor. Bu ne anlama geliyor?
- Prof. Dr. Sözen: Bunu kendisine sormak lazım. Çünkü Annan Planı’na, rahmetli Rauf Denktaş’ın ısrarlarıyla, buna benzer tabirler konmuştu. “Sovereignly” yani “egemence” diye Türkçe ’ye çevirebileceğimiz bir kelime üretilmişti. Bu kadar zaman İngilizce eğitim aldım, eğitim veriyorum, bu kelimeyi ilk defa duydum. Annan Planı’nda merkezi devlete bırakılacak yetkiler dışındaki, “artık yetkiler” dediğimiz yetkilerin iki oluşturucu devletçe egemence kullanılacağı tabiri Annan Planı’nda vardı. Yani eğer Sayın Tatar’ın kastettiği buysa, bunun yolu da bulunabilir diye düşünüyorum. Ama şu anda muğlak bir ifadedir, buradaki kasıt, egemence dendiği zaman, bir birliğe gireceksek, iç ismi konfederasyon ya da federasyon olsun, istediğim zaman bundan çıkma hakkını mı söylüyor, bilmiyorum. Bu ifadeler biraz muğlak görünüyor.
Acaba Kıbrıs Türk toplumunun, ki iki devleti savunanlar toplum kelimesini de çok benimsemiyor, daha çok halk diyor, yani Kıbrıs Türk toplumunun, halkının self determinasyon hakkına sahip olduğunu mu vurgulamaya çalışıyor? Peki bu self determinasyonu nasıl tanımlıyorlar? Otomatik olarak ayrı devlet kurma hakkı mı? Birinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra self-determinasyon prensibi çıktığı zaman, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu çökerken, bunların içindeki milletlere kendi kendini yönetme, self-determinasyon hakkı tanındı ve bu otomatik olarak o dönemde ayrı devlet kurma hakkı gibi görüldü. 1970’li yıllarda bu biraz değişti, “self-determinasyon hakkına sahip olabilirsin ama bu sana ayrı devlet kurma hakkı vermez, var olan devletin demokratik yönetimine katılım hakkı verir” şeklinde algılanır oldu. Bu Belçika’da, Kanada’da, İsviçre’de var. Hatta bugünkü Irak’ta da var. Bu, farklı etnik veya farklı dini gruplara demokratik yönetime katılım hakkının verilmesidir. Bu da self-determinasyon olarak görülüyor. Bunun en güzel örneklerinden biri, İspanya’daki Katalanlara verilen haktır. Onlar “biz ayrı devlet istiyoruz” diyerek referanduma da gittiler, çoğunluk bunu istedi ancak ne AB, ne de dünyanın diğer önemli ülkeleri bunu tanıdı. Niye tanımadı? “Kendi anayasanıza göre ve pratikte siz self-determinasyon hakkına sahipsiniz. Çünkü var olan demokratik yönetime katılabiliyorsunuz, hakkınızı kimse elinizden almıyor” dendi. Annan Planı’nın referanduma götürülmesi ve iki ayrı referandum olması, hem Kıbrıslı Türklerin hem Kıbrıslı Rumların ayrı ayrı self-determinasyon haklarını yansıttıklarının biri ifadesiydi. Bunu ayrılıkçı amaçla değil, ortak bir devlette, demokratik yönetimde eşit bir şekilde var olmak için kullandılar.
“İki devletli çözümü topluma kabul ettirecek tek bir Rum siyasi aktör yok”
- Soru: İki devlet konusu Güney’de de daha fazla dillendirilir oldu. Gazeteci Andreas Parascos geçtiğimiz günlerde Rum lider Anastasiades’in bunu söylediğini duyduğunu yazdı. Güney’de bunun dillendirilmesi önümüzdeki süreci nasıl etkileyecek?
- Prof. Dr. Sözen: Bu tartışmalar ne kadar aleni yapılıyor emin değilim. Belki kapalı kapılar ardında bu tartışmalar yapılıyor ama DİSİ kadar etkili olan bir diğer parti AKEL tarafından da bu söylemler çok şiddetli bir şekilde reddediliyor. DİSİ içindeki bir grup iki devletli yapıya sıcak bakmıyor.
Ben o dönemde, bunun, Crans Montana’da istediğini alamayacağını düşünen Anastasides’in, 6-7 ay sonra olacak olan Cumhurbaşkanlığı seçimine konsantre olabilmek için, ürettiği bir kaçış yolu olduğunu düşünüyorum. Orada Çavuşoğlu’na “şu anda ben bunu kendi halkıma kabul ettiremem, satamam. Önümde bir seçim var, bırakın seçimlerden sonra her çeşit konuyu konuşuruz” şeklinde bir konuşma olduğunu düşünüyorum. Türk tarafı bunu çok büyüttü. Ben, Kıbrıs Rum tarafında herhangi bir liderin, gerek DİSİ, gerek AKEL, gerek DİKO’dan, en büyük partilerin liderlerinde, siyasi elitleri içerisinde iki devletli çözümü tartışacak ve topluma kabul ettirecek tek bir siyasi aktörün olduğunu düşünmüyorum. Bunlar beyhudedir, boşu boşuna zaman kaybedilmiştir, ki Kıbrıs meselesi bunun çok güzel bir örneğidir. Geçmişte öyle dönemler oldu ki, 3-4 yıl müzakere olmadı. 1994’ten, Gali Fikir Dizisi ve güven yaratıcı önlemlerden sonra, 97 yılına kadar müzakere yapılmadı. Ondan sonra 1998’de “konfederasyon” dedik, 2000’e kadar anlamlı müzakere olmadı. 2000 yılında Annan Planı’na giden yol çıktı. 2004’ten 2008’e kadar yine anlamsız bir şekilde müzakerelerin olmadığı 4 yıl yaşadık. Sonra, Crans Montana’dan buraya da benzer bir şey yaşadık. Şimdi gayri resmi beşli toplantı yapılacaksa, ki yapılacak gibi görünüyor, toplantının başında belki taraflar eteklerindeki taşı dökecek ama günün sonunda buradan bir süreç çıkacaksa, bu süreç ancak ve ancak iki tarafın da kabul edebileceği bir temelde başlayacak. Çok uzun uzadıya, yıllar alacak, çalışma gruplarının kurulacağı bir süreç olmayacak. BM Genel Sekreteri’nin daha önce de raporlarında yazdığı gibi stratejik bir anlaşmaya bizi götürebilecek ya bir süreç başlayacak ya da başlamadan yine bir süre orada devam edip, sonlanacak.
“Hiç bir girişim son şans değildir”
“Eğer hala daha çözmediğiniz ciddi bir uyuşmazlık varsa, hiç bir girişim son şans değildir, uzun vadeli ve kalıcı bir şekilde çözene kadar hiçbir girişim son şans olmayacaktır”
- Soru: Pek çok süreç öncesinde olduğu gibi, şimdi de son şans ifadeleri kullanılmaya başlandı...
- Prof. Dr. Sözen: Annan Planı döneminde ben bunu bir defa kullanmıştım ve yanıldım, son şans değildi. Hiç biri son şans değil. Yıllar içerisinde, uyuşmazlıkların çözümü uzmanı olan bir akademisyen olarak ben de daha iyi tecrübe ettim, eğer hala daha çözmediğiniz ciddi bir uyuşmazlık varsa, hiç bir girişim son şans değildir, uzun vadeli ve kalıcı bir şekilde çözene kadar hiçbir girişim son şans olmayacaktır. 5+1 görüşmesi, “burada bir çözüm çıkacak” şeklinde algılanması gereken bir toplantı olmayacaktır. Stratejik bir anlaşmaya götürecek bir süreç başlayabilir mi, başlayamaz mı, yani bir nevi zemin etüdü olacak.
Federasyon-Konfederasyon
- Soru: Dışişleri Bakanı Tahsin Ertuğruloğlu’nun konfederasyon yönünde açıklamaları var. Cumhurbaşkanı’yla tutarsız açıklamalar yaptıkları yönündeki eleştirilere karşılık Ertuğruloğlu, geçtiğimiz günlerde mecliste temelde iki ayrı egemen eşit devlet olduğunu ve konfederasyonun da federal bir çözüm olduğunu söyledi...
- Prof. Dr. Sözen: Olaya çok akademik bakarsak, ikisi de bir federasyon çeşididir. Klasik federasyonda, federasyonu kuran birimlerin, bunlar devletler, eyaletler, bölgeler olabilir, federasyondan otomatik ayrılma hakları yoktur. Ama konfederasyonda, onu kuran birimlerin diledikleri zaman bu birlikten çıkma şansları var. Çoğu zaman bu iki kavram karıştırılıyor. “Konfederasyonlarda kurucu tarafların yani o kanat birimlerin merkezi hükümete göre daha çok yetkileri var, federasyonda ise merkez hükümetin yetkileri daha çoktur, kurucu kanatların yetkileri daha azdır” deniyor. Böyle bir şey kesinlikle doğru değil. Yani siz bir federasyon kurup, merkezi devlete çok kısıtlı yetkiler verirsiniz, kanat devletler çok güçlü olabilir. Bir konfederasyon kurarsınız, merkezi hükümete çok yetki verip, kurucu kanatlara az yetki verebilirsiniz. Bu da mümkündür ama ikisinin arasındaki esas temel fark, birinde kurucu birimlerin istediği zaman oradan ayrılma hakkı olması, diğerinde ise böyle otomatik bir şeyin söz konusu olmamasıdır. Ama ayrılma konusunda ille de kağıt üzerinde olan bir konu değildir. Yani siyasi gelişmeler, dünya olayları aslında bunu çok etkiler. Siyasi gelişmeler sizi nereye götürecek bilemezsiniz. Kurucu anlaşmaların metinleri çok önemlidir ama siyasi gelişmeler de çok önemlidir. Bu bağlamda, bir federasyon olan Sovyetler Birliği’nin ve Yugoslavya federasyonlarının parçalanması küresel çapta siyasi gelişmelerin tetiklediği önemli örneklerdir.
“Tatar, çok rahat iki devletli çözümden çark ettirilebilir”
Prof. Dr. Ahmet Sözen, “Ben Erdoğan’ın bu süreçte dominant olacağını düşünüyorum. Rahmetli Rauf Denktaş gibi çok güçlü bir Kıbrıs Türk lideri, gücü sadece bilgisinde, deneyiminde değil, Türkiye’deki değişik yapılarla çok yakın olan bir lider bile, günün sonunda Türkiye ‘müzakereye oturacaksın’ dediği zaman konfederasyondan çark edip oturdu. Sayın Tatar, Rauf Bey kadar dirayetli bir siyasetçi değil, çok rahat iki devletli çözümden çark ettirilebilir” diye konuştu.
Dünyada “iki devletli çözüm bir alternatiftir” diyen tek bir ülke olmadığını söyleyen Prof. Dr. Sözen, “AB ve ABD bir kenara, dünyada ‘Evet, Kıbrıslı Türkler haklıdır ve iki devletli çözüm bir alternatiftir” diyen tek bir ülke var mı? Azerbaycan da dahil... Ben bunu görmüyorum” dedi.
- Soru: Cumhurbaşkanı Tatar, Lute ile yaptığı görüşmelerden sonra “bizi anladıklarını gördüm” anlamında açıklamalar yaptı...
- Prof. Dr. Sözen: O toplantılarda ne konuşulduğunu bilmiyorum. Lute ne söyledi de Sayın Tatar “bizi anladılar” hissine kapıldı, bilemiyorum. Sayın Tatar, “Crans Montana’daki çöküş bizden dolayı değildir. Biz Annan Planı’na evet dedik ama mağdur olduk. AB’ye giremedik, yardımları da doğru düzgün yapamıyorlar” gibi konuları gündeme getirdiği zaman, tahmin ediyorum ki gerek Avrupalılar gerek BM yetkileri “I see that”, “we appreciate that” falan gibi şeyler söylüyor olabilirler. Ama bu, gerek AB, gerek BM yetkililerinin, “demek ki iki devletli çözüm yegane alternatiftir ve biz de bunu destekliyoruz” dediği anlamını gelmiyor. Nitekim AB’den birçok yetkili, Kıbrıs’ta iki devletli çözümün mümkün olmadığını birçok kez dile getirdi. En son, Amerika’nın yeni atanmış Dışişleri Bakanı Antoni Blinken da Kıbrıs’ta iki devletli çözümü Amerika’nın desteklemeyeceğini çok net bir şekilde söylemişti.
Aslında AB ve ABD bir kenara, dünyada “Evet, Kıbrıslı Türkler haklıdır ve iki devletli çözüm bir alternatiftir” diyen tek bir ülke var mı? Azerbaycan da dahil... Ben bunu görmüyorum.
“Amerika’daki seçimlerin uluslararası siyaseti etkileme potansiyeli var”
- Soru: ABD Başkanı’nın değişmiş olması, ABD’nin olaylara, bölgedeki duruşunu nasıl etkiler?
- Prof. Dr. Sözen: ABD’deki başkan değişikliği başlı başına çok önemli bir gelişmedir. Amerika’daki son seçimlerin sonucu sadece bizi değil, küresel anlamda uluslararası siyaseti etkileme potansiyeli olan bir gelişmedir. Trump döneminde 2007-2008 dünyadaki küresel finansal krizden sonra, küreselleşmeci yaklaşımlara ve var olan siyasi elitlere karşı, küresel çapta yükselen bir popülist siyaset ortaya çıktı. Amerika’daki Trump bunun bir tezahürüydü. İngiltere’deki Brexitciler, Brezilya’da Bolsonaro gibi... Trump’ın en güzel örneği olan bu popülist siyasetçiler, var olan sisteme, siyasi elitlere ve siyasi kurumlara karşı olmaları ve kurumların meşruiyetini, önemini izledikleri politikalarla yerle bir ederler, hem kendi ülkeleri içindeki kurumları, ki yargı ve yasama bunlardandır, hem de uluslararası kurumları... O yüzden Trump döneminde hem Amerika’nın kendi kurumlarına, hem de uluslararası kurumlara verdiği çok büyük bir zarar olmuştur. Şimdi Biden bütün bunların yanlış olduğunu ve tekrardan bütün kurumların tedavi edilmesi gerektiğini ve demokrasinin, kuvvetler ayrılıklarının güçlendirilip, müttefiklerle koordine olarak, işbirliği içinde politikalar izlenmesi gerektiğini ortaya koydu. Avrupalı müttefiklerle yani Transatlantiğin diğer tarafındaki NATO müttefikleriyle tekrardan ilişkilerin güçlendirileceği ve bundan sonra ilişkilerin kişisel bazda yani başkandan başkana değil, kurumlar arasında olacağının söylenmesi, bize Amerika’nın, dünyanın birçok yerinde olacağı gibi tekrardan müttefikleriyle koordinasyon içine gireceği ve konulara müttefikleriyle beraber bakacağı mesajını veriyor. Bu bizim için, içinde bulunduğumuz bu bölge için ne anlama geliyor? Bu, ABD’nin uluslararası kurumlarda, eskiden olduğu at başı pozisyonunu tekrardan sürdürmeye çalışacağı ve dünya konularında daha görünür, daha angaje olacağı demektir. Yani ABD kurumlarıyla gerek Doğu Akdeniz’de, gerek Ortadoğu’da konulara çok daha angaje olacak.
“Biden, gerek Doğu Akdeniz, gerek Türkiye-ABD ilişkilerinde önemli rol oynayacak”
Şunu da unutmayın, Biden çok deneyimli bir siyaset adamıdır. Yarım yüzyıllık bir siyasi geçmişi vardır. 1970li yılların başında, 20li yaşların sonunda Amerikan Kongresi’ne girmiş bir siyasetçidir. Çok tecrübelidir. Hayatında çok trajik, dramatik olaylar da yaşamış bir insandır, ilk karısını ve çocuklarını kazada kaybetmiş birisidir. Bunlar da onu olgunlaştırmıştır. İki dönem Cumhurbaşkanı Yardımcılığı yapmış, bu bölgeyi çok iyi bilen biridir. Kıbrıs’a da gelmiştir. Dış politika kendini çok rahat gördüğü bir yerdir. Amerika’da içte de çok tamir gereken şeyler var ama oralara ekibi zaten girecek. Bence kendisi dış politikada da Trump’a göre daha aktif bir başkanlık yapacak. Dediğim gibi Biden, gerek Doğu Akdeniz, gerek Türkiye-ABD ilişkilerinde kurumlarıyla önemli rol oynayacaktır.
“Türkiye ile ABD arasında çok ciddi görüş ayrılıkları olan konular var”
- Soru: Türkiye’deki mevcut yönetimle Türkiye-ABD ilişkilerinde iyileşme bekleyebilir miyiz?
- Prof. Dr. Sözen: Türkiye ile ABD arasında çok ciddi görüş ayrılıkları olan konular vardır. Bunların başında birincisi Rusya’dan alınan S-400 hava savunması sistemi, ki bu çok büyük bir dert. Zaten ilk defa bundan dolayı ABD, ki Türkiye’ye çok yakın gibi görünen başkan döneminde bile, bir müttefik ülkeye CAATSA yaptırımları uygulanmıştır, Türkiye F35 programından atılmıştır. ABD’nin Suriye’deki YPG’ye verdiği destek konusu Türkiye ile taban tabana zıt bir noktadadır. Trump için insan hakları, demokrasi konuları çok önemli değildi ama Biden’ın yemin töreninde yaptığı konuşmada çok ciddi bir demokrasi, insan hakları, çok kültürlülük vurgusu vardı. Bu konularda Türkiye’deki iç siyasetteki gelişmeler, yani Türkiye’nin daha çok otoriterleşmesi gibi konular yine Türkiye ile ABD arasında ciddi sıkıntılar yaratacaktır. Burada biraz top Türkiye’nin tarafındadır. Türkiye bütün bunlara nasıl cevap verecek? Son zamanlarda Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın reformları tekrardan gündeme getirmesi ve bunun Amerika’daki başkan değişikliğiyle eş zamanlı olması tesadüf değildi. Türkiye gerçek anlamda bu konularda nasıl adım atacak? Bunlar önemli. Yani sadece dış politikada değil, Türkiye’nin içte de tutum değişikliğine girmesi lazım, bu konuda benim çok ciddi soru işaretlerim var.
“Erdoğan’ın alacağı tavırlar, biraz da kendisiyle ilgili varoluşsal kararlar olacak”
Çok kötümser olan bazı analistler önümüzdeki birkaç yılda Türkiye-ABD ilişkilerinin çok daha sallantılı, çalkantılı, fırtınalı olabileceğini de söylüyor. Bunun dışında Erdoğan’ın çok pragmatik, çok rahat manevra yapabilecek bir lider olduğu ve bir çok konuda Erdoğan’ın çark edebileceği, pragmatizmini kullanıp durumları pozitif yöne çekebileceği de söyleniyor ama bu konularda açıkçası benim ciddi şüphelerim var. Çünkü, Erdoğan’ın alacağı tavırlar, biraz da kendisiyle ilgili varoluşsal kararlar olacaktır. Bugün Türkiye’de güçler ayrılığı, tamamen bağımsız bir yargı, bireysel özgürlükler, demokrasi, hukukun üstünlüğü yüksek bir çıtaya getirilirse, bu defa kendisine gelebilecek muhalefeti bu siyasi iklimde nasıl berhava edecek? Benim çok ciddi soru işaretlerim var. Belki de bazı konularda artık dönülmez çizgiyi geçmiş olabilir.
“İçimdeki Pollyanna...”
- Soru: Son olarak ne söylemek istersiniz?
- Prof. Dr. Sözen: İçimdeki Pollyanna şunu söylüyor, birincisi Anastasiades’in iki devletlilik konusuna, ikincisi altın pasaportlar konusunda yaşadığı çok ciddi problemlere ve üçüncüsü iyi başlamış olduğu COVİD-19’la mücadelede son iki ayda yaşanan çok ciddi sıkıntılara bakınca Anastasiades’in bir “başarı” hikayesine ihtiyacı var. Ayrıca Kıbrıs konusuyla ilgili AKEL’in çok ciddi eleştirileri altındadır. Bir de Maraş konusu var, Türkiye’nin son adımıyla içeride Anastasiades aleyhine çok ciddi eleştiriler var. Bazıları, “Tasos döneminde Omorfo’yu, Anastasiades döneminde de Maraş’ı kaybettik. Elimizdeki iki büyük müzakere kozu gitti” diyor. Acaba bunlar nedeniyle Anastasiades biraz daha esnek bir pozisyona girer mi? Çünkü onun bir “başarı hikayesi”ne ihtiyacı var.
Diğer taraftan Türkiye özellikle dış politikada son yıllarda izlediği politikalardan dolayı oldukça sıkışmış durumda. Erdoğan’ın da bir “başarı hikayesi”ne ihtiyacı var. Acaba buradan bir şeyler çıkar mı? ABD’de yeni bir yönetim, Biden yönetimi var, onunla daha koordine çalışacak bir AB var. Acaba bütün bunlar bir araya geldiği zaman, tekrardan Kıbrıs meselesini, özellikle Guterres çerçevesine dönüşle, hızlı stratejik anlaşmaya götürecek bir süreç ortaya çıkar mı? Aklımın bir köşesinde de bu var.
“Tatar, Rauf Bey kadar dirayetli bir siyasetçi değil, çok rahat iki devletli çözümden çark ettirilebilir”
Ben Erdoğan’ın bu süreçte dominant olacağını düşünüyorum. Rahmetli Rauf Denktaş gibi çok güçlü bir Kıbrıs Türk lideri, gücü sadece bilgisinde, deneyiminde değil, Türkiye’deki değişik yapılarla çok yakın olan bir lider bile, günün sonunda Türkiye “müzakereye oturacaksın” dediği zaman konfederasyondan çark edip oturdu. Sayın Tatar, Rauf Bey kadar dirayetli bir siyasetçi değil, çok rahat iki devletli çözümden çark ettirilebilir.