Son Müezzinimiz Ahmet Gürses...
Geçtiğimiz Çarşamba günü (21 Kasım) aldığım ilk vefat haberiydi tanıdık-saygı duyduğum birinden gelen. Toplumun en acılı günlerinde, saatlerinde kutsal bir görevi azımsanmayacak bir sayıda yerine getiren, ülkemizin son müezzinlerinde Ahmet Gürses bey ile ilgiliydi. Tam da bir kitap projesinden dolayı çözmekte olduğum bir belgeselin içerisinden canlı görüntülerini izler, Hür Söz gazetemizin ilk günlerindeki anılarını anlatırken, böylesi bir haberin bana ulaşmasında, rastlantıdan öte birşeyler olduğuna he zaman inanmışımdır.
Kendisiyle, yine o günlerde Türkçe Ezan konusundaki tartışmaların Türkiye medyasında ekranlara, gazetelere yansıdığı, 13 Kasım 2001 tarihinde, yani bundan 17 yıl önce kendisiyle gerçekleştirdiğim röportaj aklıma geldi. O günlerde yaptığım konuyla ilgili araştırmalarımda Kasım 1949 tarihli İsiklâl gazetemizde yer alan bir duyuru-haber de, kendisiyle görüşmem için en büyük neden olmuştu. Haber şöyleydi:
"İstiklâl gazetesi-2 Kasım 1949-s4
Türkçe Ezan Plâkları
Atatürk Meydanı Camii Müzezzini AHMET GÜRSES tarafından okunarak Plâğa alının TÜRKÇE EZAN plâkları pek yakında satışa arzolunacaktır. Bu plâkların her iki tarafında okunan Türkçe Ezan değişik makamlarladır. Ucuz fiatlarla plâklar için şimdiden Lefkoşa'da Mecidiye sokağında Erkek ve Kadın terzisi İrfan Ergün Hüseyin'e müracaat edebilirsiniz.
Atatürk Meydanı
Camii Müezzini
Ahmet Gürses"
Hemen kendisiyle irtibata geçip, namaz saatleri dışında randevulaştığımız gün ve saatte evine konuk oldum. Bu arada "müezzinlik" demişken, geçmişimle ilgili, rahmetli babamın büyükbabası Mustafa Efendi'nin de zamanında, yani 1800'lerin son, 1900'lerin başı olsa gerek, Lefkoşa'da (belki de Yenicami'nin) müezzin olmasından dolayı, bu "dünyaya" karşı farklı bir duygusal bağımın da olduğunu söylemek isterim. Bu vesileyle Ahmet Gürses beyi dinlerken, ortak bir kjnumuz da olmuştu büyük büyük babam Mustafa Efendi'den bahsederek.
Konuya geri dönersek; Türkçe Ezan'ın Kıbrıslı Türkler'in yaşamına ne zaman nasıl girdiği, nasıl karşılandığı benim ilgi odağım olmuştu. Evet, Atatürk Devrimleri'ni "en kısa zamanda" hayatına adapte eden, Türkiye'nin Misak-ı Milli sınırları dışındaki tek yerin Kıbrıs olduğuna inanıyorum. Fakat "ezan" konusu bambaşka bir boyut ve algıydı. İşte plâk yapımından okunmasına, halkın tepkisine kadar sorduğum bazı sorulardan aldığım yanıtlar şöyleydi Gürses beyden...
"Ben kendim gittim, Uzun Yol'da bir Ermeni'nin dükkânına götürdüler beni ve orada bu plâğı okudum. Ama esas yani Türkçe Ezan olarak; bize Türkiye'den emir geldi ve sözleri oradan geldi. 1949 yılı sıralarıydı, biz de Anavatan'a uyarak okuduk bir müddet...
Plâk olayında yardımcı olan bir iki arkadaş vardı ama isimleri aklımda geğil, Rum tarafına gitmiştik. 'Gel' dediler 'Plâk dolduran bir şirket var seni oraya götürelim oku.' Ermeniydi bu şirketin sahibi ve gittik orada bir ezan okudum, aldılar. Fakat ömrü pek sürmedi, bir defa iki defa çalındıktan sonra o plâk giderdi. Şimdiki gibi uzun ömürlü değillerdi. Yani bu plaklar satışı yapılsın diye değil. Çok yapılmamıştı, işte bazı arkadaşlar dinlesin diye. Hatta bazı camilerdeki müezzin arkadaşlar Türkçe Ezan'ı beceremezlerdi okumaya ve rahmetli Müftü Efendi beni görevlendirdi; 'Bu camiye git, oradaki arkadaşlara talim et meşk edin beraber, sen oku onlar seni takip etsinler' dedi. Zorluk çekerdim, bazı arkadaşlar makam bilmez, kulak yok, bildiğiniz gibi ses olmuş kulak olmamış, makam bilmedikten sonra zor olurdu. Çünkü sabah ezanı, Türkiye'de de öyle mutlaka 'Saba' makamında okunur. Bir müezzin şayet gerçekten makama aşinaysa mutlaka sabah ezanını 'Saba' makamında okuması gerekir. Öğleyin, hicaz veya uşak makamında okunması gerekir, ikindi rast makamında. Böyle değişik makamlar vardı...
İdare karar verdikten sonra halk birşey diyemez. Bu ezanı beğendik beğenmedik diye birşey yok da, bize emir Türkiye'den geldi, yeniden değişip Arapça okununca, bize de emir geliyor ve değiştiriyoruz...
Bir kısmı hoş görürdü, bazı koyu dindarların hoşuna gitmezdi. Bazı arkadaşlar minareye çıktıklarında, o zaman hoparlör de yok, minareden Türkçe Ezan'ı okuduktan maada, daha kısık bir sesle Arapça da okurdu. İnanç meselesi. Ben bu Türkçeyi kabul etmem derdi ve Arapça okuyanlar da vardı...(Eralp Adanır-Söz Uçar Yazı Kalır-Müziğimiz Üzerine Söyleşiler, Ağustos 2008, s: 364-368)
Böylesi bir yolculuktu onunla gerçekleştirdiğim, "Türkçe Ezan" konusunda. O günlerde maalesef akıl etmediğimden, video çekim yerine ses kayıd cihazıyla bu röportajı gerçekleştirmiş, Türkçe Ezan'ı ise bir kez daha benim için bu cihaza okumuştu. Kendisine Allah'tan rahmet dilerken, benimle paylaştığı Türkçe Ezan'ın sözlerini de sizlerle, geleceğe not düşmek adına paylaşıyoum.
"Tanrı Uludur, Tanrı Uludur
Tanrı Uludur, Tanrı Uludur
Şüphesiz Bilirim Bildiririm
Tanrı'dan Başka Yoktur Tapacak
Şüphesiz Bilirim, Bildiririm
Tanrı'nın Elçisidir Muhammed
***
Haydi in Salaha, Haydi in Salaha
Haydi in Felaha, Haydi in Felaha
Namaz Uykudan Hayırlıdır
Tanrı Uludur, Tanrı Uludur
Tanrı'dan Başka Yoktur Tapacak"(Söz Uçar Yazı Kalır-2008)