Kıbrıslırum okurlarımızdan, “kayıplar” konusunda yıllardır her daim bize yardım eden, Kamboslu Kiriakos Kofteros, biri Kıbrıslıtürk, öteki Kıbrıslırum iki Kıbrıslı kadının birbirine yakın trajik hikayesini kaleme aldı... Okurumuz Kiriakos Kofteros, şöyle yazdı:
“Sevgili Sevgül,
Sana daha önce Vroişa (Yağmuralan) köyündeki tepelerde 20 Mart 1975 tarihinde trajik biçimde vefat eden kadından söz etmiş miydim? Bugün bu konuda sosyal medya paylaşımımda Rumca olarak birşeyler kaleme aldım ama bunu çevireceğim.
Bu Kıbrıslıtürk kadının adı Reyhan Hüseyin Güneş idi ve büyük olasılık Yukarı Arodezli idi. Kıbrıslıtürk gazetelerinin onunla ilgili o günlerde neler yazdığını merak ediyorum, bir de onun ve ailesinin fotoğrafları olup olmadığını... Bu Kıbrıslıtürk kadının öyküsü, 20 Temmuz 1974 tarihinde, nehrin doğusunda bir orman yangınında hayatını yitiren bir Kıbrıslırum kadının öyküsüyle benzerlik taşıyor... Yazdıklarımı seninle paylaşmak istiyorum...
MART 1975’TE REYHAN’IN VROİŞA’DAKİ ÖLÜMÜ...
Mart ayı geliyor... 20 Mart 1975 tarihinde Reyhan Hüseyin Güneş, hemen yanımızdaki dağlarda vefat etmişti... İşgal altındaki bölgelere giderken karşılaştığı zorluklardan ötürü vefat etmişti... O günlerde pek çok Kıbrıslıtürk, gizli yolları izleyerek Baf’a bağlı köylerden kaçıyorlardı, işgal altındaki topraklara ulaşıp ulaşamayacaklarını bilmeden yola çıkıyorlardı... Bazı sorumsuz insanların bazı köylerde terör yayması da bu duruma yol açıyordu...
Reyhan, Arodez köyünde eşi ve evlatlarıyla birlikte yaşıyordu... 1975 yılının Mart ayında, bir grup köylüsü gizlice yola çıkarak Limnidi’ye doğru yol aldı...
Reyhan henüz 26 yaşında genç bir kadındı, ta başından zorlanacağını hissediyordu... Vroişa’nın (Yağmuralan) zorlu tepelerinde, son nefesini vermişti... Her kim Vroişa’ya giderse görecektir ki Finokli ile Vroişa arasındaki tepeler çok sarp kayalıklardan oluşan kötü yerlerdir... Onunla anlatılan öykülerden birinde (bu yolda) çok zorlandığı ve kalbinin buna dayanamadığı şeklindedir. Bir diğer versiyonda ise, onun tepelerden kayıp düştüğü ve vefat ettiği anlatılıyor.
Bu trajik öyküyü, köylüsü Yılbay Kondaras anlattı, çok iyi bir insandır Yılbay ve o günlerde, o da bu zorlu yolu katedenler arasındaydı... Diyoriyoz (Yorgoz/Sadrazamköy) ile Girne arasındaki yolda, Gabudi’nin oradaki “Kontaras” lokantasında bulabilirsiniz Yılbay’ı...
Reyhan geride iki küçük evlat bırakmıştı... Reyhan’ın Rumca’da anlamı feslikan kokusudur... Köylülerinin kurtuluş olarak gördüğü bir yere gitmek için ister legal, ister illegal olsun, çıktıkları yolda Reyhan hayatını yitirmişti...
Aynı şeklide Tasulla Vasiliu da çocuklarıyla birlikte o trajik Temmuz’da hayatını yitirmişti... Her iki talihsiz kadını anıyorum ve Kambu ile Limnidi vadilerinde yaşamlarını yitirenlerin hatırası önünde eğiliyorum...
PRİO’ya göre, Yukarı Arodez’den Kıbrıslıtürk köylüler, öncelikle Aşağı Arodez’e gitmişlerdi 20 Temmuz 1974’te ve sonra da dağlardan gizlice kaçarak Türkler’in kontrolündeki kuzeye gitmişlerdi – bu yolculuk esnasında bir kişi tepelerden düşerek vefat etmişti... 1973 rakamlarına göre Arodez’de 99 Kıbrıslıtürk ve 311 Kıbrıslırum yaşıyordu...
TASULLA VASİLİU VE KIZLARININ ÖYKÜSÜ...
20 Temmuz 1974... Galini (şimdiki adı Ömerli – S.U.) ve Bodamos du Kambu (Yedidalga) köylüleri, Türk kuvvetlerinin kendi sahillerine çıkarma yapmasından ve köylerinin gemiler ve uçaklardan bombalanmasından ötürü kaygılıydılar. Pek çoğu dağlara kaçmıştı, nehrin güneyindeki Kambos köyüne kaçmışlardı, buralarda daha güvenli olacaklarını düşünüyorlardı. O günlerde çoğu insanın arabası yoktu. Bir kısım insan, kamyonlara doluşarak yarım saat uzaklıktaki Kambos’a gitmeye çalışıyordu, orada bir geceliğine kalmayı ve ertesi günü neler olup bittiğine bakmayı hesaplıyorlardı...
Takis Vasiliu ile Tasulla, nehrin yanındaki bir evde yaşıyorlardı, Bodamos du Kambu’dan çok uzakta değillerdi ve iki kızları vardı. Kızlarından birinin adı Maria’ydı ve beş yaşındaydı, öteki kızlarının adı Lambi idi ve dört yaşındaydı. Takis askere katılmak üzere zaten evden ayrılmıştı. O yaz, Tasulla’nın kızkardeşinin çocukları da onlarla birlikteydi çünkü kızkardeşi kocasıyla birlikte İngiltere’de çalışmaktaydı. Tasulla’nın annesiyle babası da gelerek güvenlik için Kambos’a gitmelerini önermişti... Tasulla başta bunun için isteksizdi ancak sonuçta gitmeyi kabul etti diğer insanlarla birlikte ve köyden birisinin sürdüğü bir kamyona bindi.
Kamyonun arkasından 30-40 kişi vardı, kamyonun üstü açıktı, kimisi kamyonun demirlerine tutunmuştu, kimisi ise oturuyordu... Tasulla’nın evinden dört kilometre kadar uzaklaşmışlardı, Ambeligu kavşağını geçmişlerdi, ormanlık alandaydılar ve aniden kendilerini dumanlar içinde buldular... Önlerinde büyük bir vadi vardı ve kuzeybatıdan bir orman yangını yaklaşmaktaydı... Kamyon durmuştu ve kamyonu süren şöför de ilerlemesi mi gerektiği yoksa geri dönmesi mi gerektiği konusunda düşünüp karar vermek zorundaydı... Korku, kaos ve çığlıklar arasında bazı çocuklar kamyondan atlayarak Kambos’a yürüyerek gittiler ve güvenliğe kavuştular, bazıları geçen arabalar tarafından alınıp Kambos’a götürülmüştü...
Ancak kamyonu geri döndürmek kolay değildi. Şöför zor manevralar yapmaya çalışıyordu, bir kavşak üzerindeydi ve yol dardı, nehre doğru aşağıya bakmak ise korkutucuydu...
Bu esnada başka araçlar geçip gidiyordu, Kambos’tan gelen ya da Kambos’a giden araçlardı bunlar... Orman yangınları konusunda deneyim sahibi olan Kamboslu sürücüler ise, ilerlemenin mümkün olduğunu ancak şöförün durmaması gerektiğini söylüyorlardı... Üstü açık başka araçlarda aynı gün Kambos’a gitmeye çalışan yolcular arasında o gün ciltleri yanmış olan ve o yanık izlerini hala taşıyan insanlar bulunmaktadır.
O zaman Tasulla gerisin geriye çocuklarıyla birlikte eve dönmeyi kararlaştırmıştı – yokuş aşağı yalnızca dört kilometre uzaktaydı evi... Öteki çocuklar, diğer yolcularla birlikte ayrılmış gitmişlerdi bile, zaten diğer yolcuların çoğu da akrabalarıydı... Tasulla oradan ayrıldı ve dumanlar içerisinde kayboldu. Kamyon da Bodamos du Gambu’ya onlar olmaksızın geri döndü... Bir süreliğine “kayıp” idiler... Sonuçta başka araç sürücüleri, Tasulla ile çocuklarını yolda ölü olarak buldular ve polise haber verdiler...
Tasulla, çocuklarına sarılmış vaziyette bulunmuştu... Tam olarak yanmamışlardı ancak ölüm nedeninin alevlerden ötürü sıcak havayı içlerine çektikleri için oksijen eksikliği olduğu anlaşılıyor... Orman yangınlarında, ateş ve hava akımları bir şeytan gibi davranır: Hiç ortada yokken, aniden ortaya çıkabilirler...
Ksero polisine Tasulla ve kızlarının ölü bedenlerini alarak onları Pedulla köyüne götürmeleri emredilmişti, burada bir tıp doktoru onları muayene ederek ölüm sertifikasını hazırlayacaktı... Tasulla’nın erkek kardeşinin de katılımıyla köydeki mezarlığa defnedilmişti... Tasulla’nın eşi Takis, bir eş ve bir baba olarak tüm ailesini kaybetmişti...
Tasulla’nın ailesinin dramı burada sona ermedi... Tasulla’nın eşine bir mezar gösterilmişti, o da bu mezara bir haç dikmişti, üstünde isimler olan...
2014 yılında eşinin ve kızlarının kalıntılarını, Tasulla’nın annesiyle babasının mezarının bulunduğu Lefkoşa’ya taşımaya karar vermişti... Ancak üç kez hükümete bağlı yetkililer tarafından gömü yeri kazılmış olsa dahi, Tasulla ve kızlarının kemikleri bulunamadı. Bulunan kemiklerde yapılan DNA testleri de, sonuç vermedi. Görülen oydu ki, 1974’ten sonra mezarlıkta yapılan çalışmalar sonucunda, kemikler yerinden oynamıştı... Ya da kemikler oldukları yerden alınarak mezarlığın başka bir bölümüne gömülmüş fakat bunun kaydı tutulmamıştı... Onları da “kayıp” olarak sayabiliriz...”
Değerli okurumuz Kiriakos Kofteros’un iki Kıbrıslı kadınla ilgili bu trajik öyküsünü Yılbay Direkçi arkadaşımıza sorduk ve o da bize, Reyhan Güneş hanımın o zorlu yolculukta vefat ettiğini, daha sonra Lefkoşa’ya defnedildiğini aktardı...
Reyhan Güneş ile Tasulla Vasiliu’nun ailelerinin acılarını paylaşıyoruz...
Çok değerli okurumuz Kiriakos Kofteros’a da bu öyküleri bizimle paylaştığı için çok teşekkür ediyoruz...
Reyhan Güneş hanımın fotoğrafını henüz bulamadık... Umarız onu da başarırız ve onun fotoğrafını da yayımlayarak anısını bu sayfalarda yaşatabiliriz...
HATIRLATMA... HATIRLATMA...
“Larnaka’da TMT’nin kullandığı yani infaz yaptığı üç yer vardı…”
Bundan tam beş yıl önce, 5 Mart 2016’da bir okurumuzun paylaşmış olduğu önemli bilgileri aktarmıştık... Kayıplar Komitesi’nin işini kolaylaştırmak maksadıyla, bu bilgileri “HATIRLATMA” bazında, bir kez daha paylaşmak istiyoruz... O günlerde, bu sayfalarda şöyle yazmıştık:
“Bir okurumuz bizimle bildiklerini paylaştı. Okurumuz bize şöyle yazdı:
“Larnaka’da TMT’nin kullandığı yani infaz yaptığı üç yer vardı…
- Polis, eski Gençler Birliği Kulübü, Zefiros’un tam karşısı…
- Kale…
- Polisin yanındaki binaların olduğu alan eskiden futbol sahasıydı. Hemen yanında ise derin ve uzun bir sığınak vardı. Bu sığınak hem eğitim atışı için kullanılırdı, hem de diğer işler için…
Bir de Larnaka’daki Kıbrıslıtürk mezarlığının dışında, giriş kapısının sağ tarafında yan yana üç mezar vardı. Bu mezarlar, taş mezarlardı… İsimler üstünde yazılıydı… Bir tanesinin adı H… idi… Bunlar İngiliz zamanı asılmışlardı. Hikayenin hangi köyde geçtiğini bilmem ama bir Kıbrıslırum köyünü basmışlar ve herkesi öldürdükleri anlatılırdı. Küçük bebekleri havaya atıp çatalla yakalarlarmış… Asıldıktan sonra o zamanın imamı bunları mezarlığa kabul etmemiş, onun için mezarlığın dışına gömdülerdi. Aslında ben bu tür mezarların oldukları yerde kalmalarını, hikayeleriyle birlikte kalmalarını isterdim… Toplu mezarlar da dahil… Kimlik tespiti yapıldıktan sonra oldukları yere gömülmeli ve tarihi olarak kalmalıydı… Gelecek nesiller Kıbrıs tarihini oldukları yerden okumalıydı…
Larnaka’da Babutsalar’ın deniz tarafından köşede üç kişi gömülü olduğu söylenirdi… Ben orada gömülü olanların gene Haşim Arab’ın akrabalarından birileri olduğunu bilirdim, öyle duymuştuk…
Köfünye hadiseleri vardır… Sinemacı ve ailesinin İngiltere’ye kaçtıklarını bilirdik… Oğlu Bekir Paşa’da okuyordu… Atletizmde uzun koşularda daima birinci gelen, uzun boylu, atletik bir gençti… Köfünye hadiselerinden sonra 1967-68’de BOZKURT olayları vardır… Alpay’ın öldürülmesiyle Lefkoşa ikiye bölünmüştü. Aynı olaylar Glavya-Köfünye’ye kadar yayıldıydı… Glavya’da TMT’nin tetikçileri vardı. Üstelik Glavya’daki bu tetikçiler, iki toplum arasındaki provokasyonlarda çok önemli roller oynadılardı…
Geceyarısı anayollarda adam öldürüp kaçırırdı bu ekip – çoğu da kaza olarak geçerdi… Glavyalı …… ‘in kendi ağzından anlattıklarına göre bunun …. marka …. model bir aracı varmış, yandan sürgü camlı… Gece yolda buldukları motorlu Kıbrıslırumlar’ı yan camdan uzattıkları topuzla kafasına vurup düşürüyorlardı… Ve bunlar “kaza” olarak geçiyordu kayıtlara…
Ben şu anda yurtdışındayım… Yakında Kıbrıs’ta olacağım… Larnaka’ya muhakkak gideceğim… Eğer organize edersak gidip yerinde ziyaret eder, kontrol ederiz. Süleyman Aspiri’nin vurulduğu yeri, Haşim Arab’ın vurulduğu yeri ve Kale içindeki gizli mezar olarak bilinen yeri gösterebilirim…”
Bu okurumuza sonsuz teşekkürler. Kıbrıs’a geldiği zaman okurumuzun sözünü ettiği olası gömü yerlerini onunla birlikte Kayıplar Komitesi yetkililerine göstermeyi planlıyoruz.
Bu konularda daha ayrıntılı bilgi sahibi okurlarımı, isimli veya isimsiz olarak 0542 853 8436 numaralı telefondan beni aramaya davet ediyorum. Dileyen okurlarımız, 22-83607 numaralı telefondan Kayıplar Komitesi’ni arayabilirler… Bu konularda bildiklerimizi paylaştıkça, karanlıklar aydınlığa çıkacak… Aileler bir nebzecik de olsa huzura kavuşacak…”
(YENİDÜZEN – Kıbrıs: Anlatılmamış Öyküler... Sevgül Uludağ – 5.3.2016)
Söz konusu okurumuz daha sonra Kıbrıs’a geldiği zaman, bazı olası gömü yerlerini bize ve Kayıplar Komitesi yetkililerine göstermişti...