Pazar günü Kıbrıs’ın güneyinde milletvekilliği genel seçimleri var. Aynı gün Türkiye’de de AKP yeni genel başkanını, yani yeni başbakanı seçecek.
Her iki seçimin sonucu da şimdiden belli oldu.
Güney Kıbrıs’ta Disi birinci parti olacak. Oy oranı % 30’un biraz altında kalacak ama ipi önde göğüsleyecek.
Türkiye’nin yeni Başbakanı da Binali Yıldırım olacak. AKP çevrelerinde yılbaşından önce konuşulmaya başlanan “Binali bey gelince işler düzelecek” denen Binali Yıldırım adı dün resmen açıklandı.
Rum tarafındaki seçimler kendi sistemleri içinde demokratik katılımla gerçekleşecek. Seçmenler sandığa giderek tercihlerini siyasi partilere ve kişilere yapabilecek.
AKP’de ise seçim dünden bitti. “Eğilim Yoklaması” denilen kendi içlerinde güya en geniş katılımla belirlenen “eğilim yoklaması” dan Binali yıldırım adı çıktı. Bu da kendilerine gore demokratik katılımcı bir yöntem.
Ama genel parti içi demokrasi anlayışından uzak bir yöntem. Demokratik partilerde başkan seçimi başkan adayları ortaya çıkarak parti üyelerine kendilerini tanıtır, görüş ve düşüncelerini aktarır, partiyi nereden alarak nereye götüreceğini izah eder ve destek ister. Kongre’de sandıklar kurulur üyeler, ya da üyeleri temsilen seçimle gelen delegeler oy verir ve istediği başkanı seçer.
Gerçek eğilim yoklaması kongrede kurulan sandıktır. Yoksa ben eğilim yoklaması yaptım sonuç budur derseniz bu belki size gore demokratik bir yöntemdir, ama genel demokratik anlayışa terstir.
Elbette bu AKP’nin iç meselesidir. Ama eğer AKP Türkiye’de tek başına iktidarsa ve seçeceği başkan aynı zamanda başbakan olacaksa bu hepimizin meselesi demektir.
Rum tarafında başkanlık sistemi var. Bu nedenle milletvekilliği seçimleri hükümeti doğrudan etkilemeyecek. Ama partilerin alacağı oy ve çıkaracağı milletvekili sayısı doğrudan değil ama dolaylı olarak hükümeti de etkileyecektir.
Üstelik Şubat 2018’de yapılacak başkanlık seçimine 2 yıldan az bir sure kala yapılan bu seçimden sonar siyasi arenada yeni başkanlık seçimine dönük ittifak politikaları da mevcut hükümeti etkileyecek faktör olacaktır.
Pazar gün bu iki seçim bitecek. Ardından Türkiye’de yeni hükümet kurulması gündeme gelecek. Muhtemelen hükümet hazırdır ve çok kısa sürede kurulacaktır.
Rum tarafında da ilk günlerde hükümeti etkileyen gelişmeler olmayacağına göre görüşme süreci beklentilere uygun olarak hızlanacaktır.
Liderlerin görüşmelere başlamalarının birinci yılında yaptıkları ortak açıklamada belirttikleri “2016 yılı içinde çözüm” dileklerine sanırım katılmayan yoktur.
Mümkün mü?
Bence mümkündür. Ama iki tarafta da iyi niyet ve çözüm yönünde motivasyon olması gerekir. Ben iki tarafta da bunları göremedim. İyi niyet de eksiktir, motivasyonsa yok denecek kadar azdır.
Bu şartlarda 2016’da çözüm mucizelere bağlıdır diye düşünüyorum. Hele Türk tarafının son açıklamalarına baktığımda gördüğüm tablo iyi niyetli yaklaşım değildir.
“Rum tarafındaki seçimlerden sonra, yani Pazar’dan sonra görüşmeler hızlanacakmış, toprak dahil özlü konulara girilecekmiş, bu çerçevede sonuç alınırsa alınırmış, alınmazsa da ne olacağına bakacakmışız” açıklamalar özetle böyle.
Eğer doğru anladımsa bu yaklaşım sonuç alıcı değil. Evet Rum tarafını motive etmek gerekir. Ama bunu yaparken uluslararası desteğin yanımızda olması gerekir. Siz tek başınıza Türkiye ile böyle bir yaklaşım ortaya koyarsanız bu uluslararası destek alamaz. Alamayınca da mahkum olursunuz. Sizi adayı “Taksim” etmeye çalışmakla suçlarlar.
Bugüne kadar iyi niyetle sürdürdüğümüz görüşme sürecinde “her zaman bir adım önde olma” politikasını asla terketmemeliyiz.
2016 olmazsa 2017 olur. Dünya’ya kendimiz anlatmanın yollarını bulmalıyız. Bugün artık 2004 referandumunda evet oyu verenlerin bile unuttuğu Evet’imizi unutmamalı, unutturmamalıyız.
İç konularda olduğu gibi yaşamsal öneme sahip dış konularda da çok erken unutuyoruz. Bu da bize pahalıya mal oluyor.