Türkiye’de 14 Mayıs 2023 tarihinde gerçekleştirilecek yürütme ve yasama seçimlerinin mevcut ortamda hangi koşullardan etkilenmekte olduğuna bakarak, sonuçlarına ilişkin muhtemel senaryolardan bahsedebiliriz.
Kabaca iki senaryo gündemdedir:
Bu senaryolardan birincisi, sandıklardan çıkacak sonucun Türkiye’de bir değişimin önünü açmasıdır.
Bu senaryonun gerçekleşmesi için sayısız neden vardır.
Yirmi yıldır iktidarda kalan AK parti ve lideri, ciddi derecede yıpranmıştır. Bu yıpranmışlık siyasal iktidarı ve özellikle liderini giderek artan ölçülerde devlet olanaklarını partizanca kullanmaya ve iktidarinı bu yolla sürdürmeye yönlendirmiştir.
Bu durum, siyaseti çoğunlukla dışarıdan izleyen toplum kesimlerinde tepkilere yol açmaktadır.
Siyasete, bir partinin tek başına ya da etrafındaki küçük uydu partilerle birlikte hakim olduğu durumlarda, iktidar bloku içinde gerçekleşen çatlamalar da siyasal rejimin geleceği açısından önem taşımaktadır.
Şimdi Türkiye bu çatlamaların etkisini yaşamaktadır.
İktidar blokunun ana gövdesinde yer alan Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu, Ali Babacan ve benzeri önemli figürler, iktidar yapısında ve rejimde değişim talep eden muhalefet cephesine kaydılar.
İktidar blokunda ikinci sırada yer alan MHP’de ise İYİ partinin kurulmasıyla daha derin ve etkili bir çatlak ortaya çıkmış ve muhalefetin değişim talebini güçlendirmiştir.
Her ne kadar da iktidar blokunda ortaya çıkan bu çatlamalar hakim partinin ve iktidarının dağılmasıyla sonuçlanmasa da, muhalefetin seçimleri kazanmasına yeterli olmaktadır.
Tüm komuoyu yoklamaları, hakim parti konumundaki AK partinin ve liderinin, seçmen desteğinin gerilemekte olduğunu gösteriyor.
Türkiye’nin yaşamakta olduğu ve en başta alt ve orta sınıfların daha da fakirleşmesi şeklinde gelişen ekonomik sorunlar da seçim yoluyla değişim senaryosunu güçlendirmektedir.
Deprem sırasında, hükümet ve liderinin yaşanan sorunları küçük gösterme çabaları ve onların yönetimindeki devlet kurumlarının içine düştüğü acizlik-beceriksizlik-plansızlık, halkın iktidara ve onun liderine olan güveninde ciddi bir erozyona neden olmuştur.
Tüm bunlara, bir de dış politikada yaşanan tıkanıklıklar, tutarsızlıklar ve yalnızlaşmalar eklenince, değişim sonaryosunu gerçekleştirmesi önünde seçmen tercihkeriyle alakalı herhangi ciddi bir engel kalmamaktadır.
Bununla birlikte, ikinci senaryonun varlığı yadsınamaz.
Sandıkla ve seçmen eğilimleriyle ilişkili olan birinci senaryonun aksine, ikinci senaryo, hakim iktidar blokunun, iktidarda kalma isteğini, sandık dışı unsurlarla gerçekleştirme ısrarıyla ilişkilidir.
Bu ikinci senaryo, siyasal iktidarın hem giderek gerileyen seçmen desteğini partizan uygulamalarla diriltme çabalarını hem de bu mümkün olmazsa değişim talebini fiili engellerle baltalama niyetini açığa vurmaktadır.
Muhalefet partileri seçim listelerinin hazırlanması, oy verme ve oyların sayımı aşamalarına şimdiden kuşkuyla yaklaşmaktadırlar.
Bu nedenle, muhalefet partileri, oyların demokratik usüllere göre sayımı ve dökümünün sağlanması için sandık gözlemcilerinin görevine büyük önem atfetmektedir.
Bir seçimde, sandık sonuçlarının seçmenlerin iradesini yansıtacak şekilde açıklanmasının bazı temel koşulları vardır.
Şu anda sadece sorun yaşanan alanları ele alabiliriz:
Bunların başında adayların rekabetçi bir ortamda yarışma olanağına sahip olması gelmektedir.
Görünüşte bu şart yerine getirilmektedir.
Bununla birlikte, devlet olanakları iktidar tarafından sınırsız bir şekilde kullanıldığından bu rekabete gölge düşürülmüştür.
Mesela iktidar bloku tarafından kontrol edilen devlet ve özel medya kurumları, muhalefetin sesinin duyurulmaması gibi görevler üstlenmiştir.
Seçim listelerinin şeffaf ve mevzuata göre hazırlanması da seçmen iradesinin anlaşılması için gereklidir.
Muhalefet partileri bu konuda ciddi endişeye sahip olduklarını, seçmen listelerinde birçok fazlalığın bulunduğunu bildirmektedirler.
Seçimlerin demokratik niteliğini sağlayan önemli koşullardan biri de seçim sürecinin yönetimiyle ilgilidir.
Seçim yönetiminin yargı organlarının etkin olduğu seçim kurullarına bırakılmasının nedeni, başta iktidar olmak üzere, herhangi bir aday tarafından seçim sonuçlarının çarpıtılmasıyla sonuçlanacak bir müdahaleye engel olmaktır.
Türkiye’de seçim kurullarının oluşumu ve geçmişteki kararları muhalefetin ciddi endişeye kapılmasına yeterlidir.
Ama önemi inkar edilemeyecek başka bir konu daha vardır.
Devlet kurumlarının, özellikle iç güvenlikten sorumlu olanlarının, yansız davranışı seçmen iradesine saygının bir gereğidir.
Her ne kadar da bu yansız davranış her zaman gerekli olsa da, seçim süreci boyunca yansızlık daha da anlamlıdır.
İşte bu nedenle demokrasilerde, iç güvenlikten sorumlu olan birimlerin siyasal yönetimlerinin yansızlık güvencesini muhalefeti tatmin edecek şekilde vermesi beklenmektedir.
Ama, bugün Türkiye muhalefetinin en çok şikayet ettiği konu da budur.
Seçimler sırasında güvenlik birimlerinin izlemesi gereken yansız davranış sandık güvenliğinin ötesinde demokratik seçim koşullarıyla alakalıdır.
Bu yansızlığın kaybolduğu durumlarda, siyasetin gündeminin yapay bir ‘asayiş sorunu’na çevrilmesi ve seçim sonuçlarının topyekün çarpıtılması ihtimali güçlenmektedir.
Oy kullanma, ancak barışçıl bir ortamda gerçekleştirildiği zaman demokratik bir eyleme dönüşmektedir.
Seçim sürecinin herhangi bir aşamasının herhangi bir şekilde militarize edilmesi, yani barışçıl ortamın bazulması, seçmen iradesini tanımak istemeyen otoriter rejimlerin başvurduğu başlıca yöntemdir.
Türkiye muhalefetinin bu tehlikeyi fark ettiğine dair çok açık belirtiler vardır.
Ama sorun, böyle bir tehlikenin sadece muhalefet tarafından fark edilmesiyle giderilebilecek nitelikte değildir.
Sorunun çözümü, ayni zamanda güvenlik birimleri başta olmak üzere, devlet organlarının, seçimin tüm süreçlerinin barışçıl bir siyasal ortamda gerçekleşmesine dair sorumluluklarını yerine getirmelerini gerektiriyor.
Hangi senaryonun gerçekleşeceği 14 Mayıs akşamına kadar olan süreçte anlaşılacaktır.