Mustafa Akıncı Cumhurbaşkanı seçildi. Kıbrıs sorunu hareketlendi. Liderlerin pozitif mesajları ile ortam yumuşadı. Kahve zivaniya atmosferi daha da tatlandırdı. Liderler ayda iki kez görüşmek üzere anlaştı ve düzenli görüşmeler de başladı.
Müzakereciler düzenli ve uzun süreli toplantılarına başladı. Hem özlü konulara, hem de güven inşa edici önlemlere girdiler. Pozitif kararlar alındı. Geçişlerin daha kolaylaştırılması, yeni kapılar açılması, mayınların temizlenmesi gibi önemli mevzularda adım atma kararı alındı.
Hava gerçekten çok iyi…
Nitekim dış dünyadan da bu hemen yankı buldu. AP Başkanı Shultz dahil önemli isimlerden ve merkezlerden umut dolu, cesaretlendirici mesajlar geliyor.
Buraya kadar işler yolunda…
--
Peki ama bu olumlu hava hep böyle sürüp gidecek, liderler güle oynaya hem güven inşa edici önlemlerde adım atacak, hem de günün sonunda federal bir çözüme ulaşıp imzayı atacaklar ve yarım asırdan uzun süren Kıbrıs sorununu tarih sayfalarına havale edecekler mi?
Herkes birbirine bu soruyu sorup duruyor.
Kıbrıslı Türkler de, Kıbrıslı Rumlar da…
“Bu tatlı hava nereye kadar sürer acaba?” diye meraklı, endişeli bir bekleyiş var.
Bu soruya yanıt verirken araya bir sürü ‘acaba’lar da giriyor tabii…
“Acaba konjonktür Kıbrıs’ta çözüme hazır mıdır?”
“Acaba biz ‘evet’ desek de karşı taraf ‘hayır’ deyip yine umutlarımızı yıkar mı?”
“Acaba iki toplum kabul etse, uzlaşsa, referandumlarda ‘evet’ dahi dese Türkiye buna izin verir mi?”
Acaba, acaba, acaba…
Bir yığın ‘acaba’mız var bizim!..
--
İyi başlayan Akıncı-Anastasiadis döneminde gerçekten de geçmişe kıyasla çok önemli değişiklikler var ve bunlar insanı umutlandırıyor.
Güney’de AKEL ile DİSİ’nin daha sağduyulu yaklaşımları, medyada ve sivil toplumda yavaş da olsa başlayan pozitif gelişme, gazın Anadolu topraklarından geçebilme olasılığının Kıbrıs Rum liderliğince seslendirilmesi, Kuzey’de ‘hayır’cı kesimin seçimlerde aldığı ciddi yenilgi ve çözüm güçlerinin yeniden zinde halde sahada oluşu, hatta Doğu Akdeniz’deki neredeyse bütün ülkelerde yaşanan istikrarsızlık, Kıbrıs’ta çözüm konusunda ümitleri yeşertiyor.
Bu listeye başka unsurlar da eklemek ve umut çıtasını yukarıya çekmek mümkün…
Ancak bunun yerine ‘yoğurdu üfleyerek yemeyi’ tercih etmek ve olası risklerden de söz etmek gerekiyor.
--
Olası provokasyonları hesaba katmaz, daha doğrusu çözümü torpillemek isteyen merkezlerin bunu yapmayacaklarını, başaramayacaklarını düşünür ve bu olasılığı dışarıda bırakırsak, Kıbrıs’taki olumlu havayı zehirleyebilecek iki ciddi tehlikeden söz edilebilinir.
Birincisi, ‘aşırı talepler ve beklentiler’ oluşturmak…
İkincisi, iç dinamikler yerine çözümü ‘dış dünya’dan beklemek…
Eğer Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar bu süreçte pesimizmin ve maksimalizmin pençesine düşmemeyi başarabilirse, masadaki liderlerin çözüme ulaşması da o kadar kolay olacak.
Bu iki ‘hastalık’ geçmişten günümüze çok umutları söndürdü, çok planı rafa kaldırtırdı ve bir anlamda çözümsüzlüğün devamını, yani statükoyu besledi.
Artık bu ‘hastalık’lardan kurtulabilecek kadar bağışıklık kazanmış olmamız lazım…