George Kumullis/POLITIS
(POLITIS gazetesinden çok değerli arkadaşımız, Kıbrıslırum araştırmacı yazar George Kumullis, geçtiğimiz haftalarda POLITIS gazetesinde Rumca olarak yayımlanan makalesini, ricamız üzerine İngilizce’ye çevirdi. Biz de onun bu önemli makalesini özetle derleyip İngilizce’den Türkçe’ye okurlarımız için çevirdik... Kendisine yürekten teşekkür ediyoruz... S.U.)
Bir ülke başka bir ülke tarafından savaşla, işgalle veya ilhakla tehdit ediliyorsa ve eğer o ülkeyle ciddi bir sorunu varsa, o zaman böylesi tehditleri göğüslemek üzere bir politika geliştirir. Bir başka deyişle, bir ulusal hedef koyar ve bunu ısrarla ve ciddi biçimde takip eder.
Örneğin 1940 yılında Almanya, İngiltere’yi işgal etmeyi planlıyordu. Büyük Birtanya hükümeti ise ulusal bir hedef koydu ve Almanlar’ın bu planını geri püskürtmeyi hedefledi. Alman silahlı kuvvetlerinin işgal tehdidine karşı büyük çaplı askeri ve siyasi bir mobilizasyon (hareketlenme) sözkonusuydu.
Bizim ulusal hedefimiz ise güya Kıbrıs sorununun çözümlenmesidir ki bu da her iki toplumun iki toplumlu, iki bölgeli bir federasyonu kabul etmesiyle gerçekleştirilebilir – aksi halde, ister de fakto, ister de jure olsun taksim, geri döndürülemeyecek bir şey olacaktır. Ancak bir köpekbalığının dişlerine ve yırtıcı bir hayvanın pençelerine sahip bir komşuyla 200 kilometrelik bir sınırı paylaşmakla, Kıbrıs uzun vadede hayatta kalamayacaktır...
İki toplum lideri Makarios ve Rauf Denktaş 1977 Üst Düzey Doruk Anlaşması’nı imzalamışlardı, bu anlaşma siyasi eşitliğie sahip ve ilgili Güvenlik Konseyi kararları uyarınca iki toplumlu, iki bölgeli bir federasyonu öngörüyordu – ondan sonra gelen bütün hükümetler de bu anlaşmaya bağlılıklarını duyurdular. Yani teorik olarak hedefimiz iki bölgeli, iki toplumlu bir federasyondur. Ancak 1940 yılında Britanyalılar’ın yaptığı gibi iki toplumlu iki bölgeli federasyon için adımlar atıyor muyuz ki başka bir felakete sürüklenmeyelim? Keşke bunun yanıtı evet olsaydı...
Sözde ulusal hedefimizi sabote ettiğimize dair pek çok gösterge ve kanıt mevcuttur. Öncelikle tüm yurttaşların federal bir devletin nasıl çalıştığına dair en azından temel bilgisi olması gerekir. Çok uzun süre önce okullara bu konuyu koymalıydık ki öğrenciler, birleşik ve federal bir devletin ne anlama geldiğini ve iki toplumlu, iki bölgeli bir federasyon kavranını tam olarak anlayabilsinlerdi. Ne yazık ki böylesi bir eğitim açıktır ki yoktur.
Çok merak ediyorum, Kıbrıslıların yüzde kaçı örneğin federal bir devlet ile federe bir devlet arasındaki farkı biliyor ya da “geriye kalan gücün” oluşturucu devletler tarafından kullanılacağının ne demek olduğunu tam olarak anlayabiliyor. İşte bu cehalet, medyanın ve özellikle ana akımdan bir gazetenin iki toplumlu, iki bölgeli federasyonun aslında taksim demek olduğuyla ilgili kamuoyunu yanıltmasına yol açmaktadır. Kısacası, federasyon sistemiyle ilgili bilgilendirilmemek bir noktada en azından Kıbrıslı seçmenleri bu konuda herhangi bir fikri olmayan, ilgisiz, itaatkar ve milli propagandanın bir esirine dönüştürmekte ve böylelikle kurnazca manipüle edilmektedirler.
Ancak bizzat devletin kendisi bu sözde milli hedefin altını olmaktadır. 1 Nisan’ın yıldönümü kutlamalarında “Yaşasın Enosis”, “Kıbrıs Yunandır” gibi sloganlarla kutlanması ve bunun Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’nın, Başpiskobos’un ve diğer yetkililerin huzurunda yapılması, yabancılara bizim samimi olmadığımız konusunda güçlü bir mesaj iletmektedir. Gerçekten de iki toplumlu, iki bölgeli federasyonun destekçisi olan Akıncı eğer TMT kutlamalarına katılmış olsaydı, nasıl hissederdik? Şunu unutmayalım ki bizim TMT’den nefret ettiğimiz kadar, Kıbrıslıtürkler de EOKA’dan nefret etmektedir.
Bir de “bilge” Başpiskobos George’un yeni görevlerini yerine getirirken yaptığı düşkırıklığına yol açan açıklamalar vardır. Öncelikle Kıbrıs sorunu 1974’ten önce de vardı ve George’un iddia ettiği gibi 1974’te yaratılmadı bu sorun, yalnızca daha kötüye gitti. Pozisyonunda rahatsız edici olan şey, bunu Noel mesajı olarak ifade etmesidir: “Fetihçilerin koşullarıyla müzakereleri başlatmaya çalışmak, bizim için son derece tehlikelidir” diyordu. Bir başka deyişle, siyasi eşitliğe dayalı, iki toplumlu, iki bölgeli federasyonu, Türkiye’nin iğrenç bir planı olarak görmekte ve (Birleşmiş Milletler) Güvenlik Konseyi’nin bir uzlaşma planı olarak görmemektedir. Ve devam ediyor: “Yeni bir yol seçmeliyiz ve böylece sorunumuzu doğru boyutlarda yeniden konumlandırabiliriz – bu bir istila ve işgal sorunudur – hedeflerimizi ve özlemlerimizi yeniden tanımlanmalı ve yeniden toplarlanmalıyız...”
Bu pozisyon, ELAM, EDEK ve diğer aşırı sağcı partilerin üniter bir devlete ynelik söylemlerini hatırlatmaktadır – bu da, yeni hedefler ve özlemlerin tekrar tanımlanmasıdır! İki büyük partinin Başpiskobos’a, çözümsüzlüğün sonucu olarak Kıbrıs’ın Türkleştirilmesi tehlikesini hatırlatmalarından mutlu olurdum, tersi değil...
Genç insanlarımız, Kıbrıslıtürk yurttaşlarımızı “ebedi düşman” olarak addettikleri bir çevrede toplumsallaşmakta ve Enosis’in hayalini kurmaktadırlar. Öyleyse iki toplumlu, iki bölgeli bir federasyonu kabul etmek nasıl mümkün olacaktır? “Milliyetçi” futbol kulüplerimiz ve eğitimimiz, bu gelişmelerin suçlusudur. Yunan bayraklarının Naziler’in SS bayrağının yanında uçurulmasına dair bütün olaylar ortadadır, aşırı sağcı şarkılar stadyumlarda duyuluyor, Nazi selamları veriliyor... Grivas’ı anma törenleri yapılıyor... Tüm bunlar ve diğer yaşanmakta olanlar komik hatta insanı öfkelendiren şeyler olabilirdi, eğer boyutları tüyler ürpertmeseydi...
Kısacası, yabancı diplomatlar perde gerisinde bizim ne istediğimizi bilmediğimizi söylediklerinde bize, bu bizi şaşırtmamalıdır. Ne yazık ki Kıbrıs Tarihi de bu görüşü teyid etmektedir. 1978 yılından bu yana aptal biçimde Anglo-Amerikan-Kanada planını küçümsedik ki bu müzakerelerin başlamasıyla birlikte (başarılı olup olmadıklarına bakılmaksızın) Maraş’a 30 bin sakininin geri dönmesini öngörmekteydi – bugüne kadar karşımıza çıkan diğer fırsatları da reddettik. Bir bütün olarak tavrımız, Kıbrıs’taki bir deyişi hatırlatıyor: “Bir ahmağa bir hıyar veriniz, o size bunun düzgün olmadığını söyleyecektir...” – bu deyiş, ne yaparsanız yapınız, hiçbir şeyden tatmin olmayan, hiçbir şeyden mutlu olmayan birilerinin özelliklerini anlatmaktadır.
(George Kumullis’in POLITIS’te 30 Aralık 2023’te Rumca olarak yayımlanan makalesinin kendisinin çevirmiş olduğu İngilizce metninden özetle Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).
Rene Magritte'in Hafıza adlı tablosu...
*** GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEYE DAİR DÜNYADA NE TÜR SORUNLAR YAŞANIYOR?...
“Hırvatistan’da savaş suçluları, yakında sabıka kayıtlarını tümüyle sildirebilecekler...”
Balkan Araştırmacı Gazeteciler Ağı BİRN’de Olivera Simiç imzasıyla 10 Ocak 2024’te yayımlanan bir araştırmaya göre, Hırvatistan’da savaş suçluları, pek yakında sabıka kayıtlarını tümüyle sildirebilecekler ve bu konuya herhangi bir atıfta bulunanlar ise dava edilip mahkemeye verilebilecek. Bu yazıyı özetle derleyip okurlarımız için Türkçeleştirdik:
*** 12 Aralık 2012 tarihinde Hırvatistan parlamentosu bir karar almıştı – AB’nin sabıka kayıtlarına ilişkin bilgilere dair yasaları çerçevesinde Hırvatistan’da kabul edilen Mahkumiyet, Sabıka Kayıtları ve Rehbailitasyon’a dair Hukuki Sonuçlar Yasası, 1 Ocak 2013’te yürürlüğe girdi. Bu yasa, sabıka kayıtlarının AB üyesi başka ülkelerle paylaşımını ve rehabilitasyon hakkını tanımlıyor.
*** 18nci maddeye göre, “Yasa’nın öngördüğü zaman sınırlaması geçtikten sonra ve belirlenen koşullar altında, bir suç işlemiş bir suçlu, suç işlemiş bir kişi olarak kabul edilmez ve onun hakları ve özgürlükleri, suç işlememiş kişilere göre farklı olamaz...”
*** Yasa, “adi suçlular” ile “savaş suçluları” arasında herhangi bir ayırım gözetmiyor ve her iki kategori için de geçerli oluyor. Buna tek istisna, çocuklara karşı suç işlemiş olanların rehabilitasyonuyla ilgili. En fazla kaygı uyandıran madde ise 19ncu madde ki savaş suçu dahil, bir suç işlemiş olan şahsın yasal süre geçtikten sonra geçmişteki bir mahkumiyetini inkar edebilecek olmasını içeriyor bu madde. Bu madde 2013’te geçirilen yasada da, 2015, 2017 ve 2022’de yapılan değişikliklerde de aynı şekilde korundu.
*** Mayıs 2022’de yapılan son değişiklikle birlikte 19ncu maddenin yedinci fıkrası şöyle diyor: “Rehabilitasyondan geçtikten sonra bir suçlu geçmişteki herhangi bir mahkumiyetini inkar edebilir ve suç işlememiş olanlarla aynı hak ve özgürlüklere sahip olur, bu da yasal (tutukluluk) süresinin bitmesinden sonra olur... Rehabilite edilmiş bir kişi, geçmişteki mahkumiyetlerinden ötürü sorumlu tutulamaz ve bunun herhangi bir hukuki sonucu da olmaz. Böylesi kişilerin hak ve özgürlükleri, hiç suç işlememiş olanlardan farklı olamaz...”
*** Hırvat hükümeti bunu saklamıyor, kendi internet sitesinde duruyor bu ve bunu okuyan herhangi bir şahıs, savaş suçları, insanlığa karşı suçlar ve soykırım dahil, geçmişte işlemiş oldukları tüm suçları inkar edebilirler. Hükümetin internet sitesi, geçmişte böylesi suçlar işlemiş olan ve bunları inkar etmek isteyenlere de “Adalet ve Kamu Yönetimi Bakanlığı’na başvuru yaparak rehbilite edilmeleri için bir karar talebinde bulunmalarını” öneriyor.
*** Ancak bu yasa, rehabilitasyonun ne olduğunu tanımlamıyor. Hırvatistan’da bu konudaki tek yasa, “Hapisliğin Uygulanması Yasası” ve bu yasaya göre, savaş suçluları dahil, herhangi bir tutuklu eğer yeterince rehabilite edilmişse, serbest bırakılabilir... Bir başka deyişle, sözkonusu şahsın tekrar aynı suçu işlemeyeceğine kanaat getirilirse, serbest bırakılabilir o şahıs... Eğer mahkumiyet almış suçlular, mahkumiyetlerinden sonra belli bir süre içerisinde – beş, on, 15, 20 sene olabilir bu – yeni bir suç işlememişlerse, o zaman herkes gibi yasal hak ve özgürlüklerinin tadını çıkarabilirler. Yasaların hiçbirinde de, sorumluluğun kabulü, pişmanlık veya herhangi bir özür öngörülmiyor.
*** Tanınmış Hırvat hukukçu Anto Nobilo, Nacional gazetesinde yayımladığı makalesinde Temmuz 2023’te, bunun halen “ölü bir yasa” olduğunu çünkü kimsenin bunu denemediğini yazmıştı. Bu konuda Hırvat mahkemelerine intikal eden herhangi bir dava yok henüz. Yasal rehabilitasyon süreleri uzun olduğu için henüz sabıka kayıtlarını sildirmek için başvuru yapma hakkına kavuşmuş suçlular yok. Gazeteci Boris Paveliç ise, “Hırvat suçluların sabıka kayıtlarını sildirebileceklerinden henüz haberdar olmadıklarını” yazıyor. Bu yasaya dikkat çekmek de Pandora’nın kutusunu açmaya benziyor çünkü o zaman savaş suçluları geçmişte işledikleri suçlarla ilgili sabıkalarını temizlemek için harekete geçmelerini tetikleyebilir.
*** Ancak bu, gelen sene değişebilir çünkü Tihomir Blaskiç’in 20 yıllık rehabiliatsyon süresi sona erecek. Blaskiç’in yanısıra Mirko Noraç da, 1991’deki Medak suçları için mahkum edilmişlerdi. İsminin açıklanmasını istemeyen Hırvatistan’dan bir sivil toplum örgütü temsilcisi, “Bundan on sene sonra, Noraç'a bile savaş suçlusu diyemeyeceğiz, Medak katliamıyla ilgili ondan herhangi bir şekilde söz edemeyeceğiz” diyor. “Noraç, rehabilite edilmemiştir. Kendisi suçlarını inkar etmedi, bunlardan pişmanlık duyduğunu da söylemedi. Gelecekte ve uzun vadede savaş suçluları tarihimizden ve belleğimizden bu şekilde silinecektir” diyor.
*** Savaş suçlularının sabıkalarının silinmesinin yanısıra, bir başka gelişme de kaygı veriyor. Hırvatistan’da yasal kararlar, çevrimiçi yayımlanmadan önce genellikle anonim hale getiriliyor. İsimler yerine isimlerin baş harfleri kullanılıyor, bu da Hırvatistan’ın AB’de kişisel hakların korunmasıyla uyumu adına yapılıyor. Ekim 2022’de Hırvatistan hükümeti, yalnızca Yüksek Mahkeme kararlarını anonim hale getirmeye karar verdi. Bu hareket de, savaş suçlularının kimliğini koruyacak ve tarihsel bir unutkanlığa yol açacak. Böylece savaş suçlularını belirlemek imkansız hale gelecek ve bunun sonucunda da işlenen suçlar, bunları işleyenlerle alakasız biçimde tartışılacak. Onların isimleri kollektif bellekten silinecek ve işledikleri suçları kabul edip etmedikleri, bundan pişmanlık duyup duymadıkları da etkili biçimde silinip gidecek.
*** Avustralya Ulusal Üniversitesi’nde Kurallar ve Global Yönetim Okulu’nda ders veren Lia Kent, bunu kaygı verici bir gelişme olarak değerlendiriyor. “Bu değişiklik geçmişte savaş suçu işlemiş olan bireylerin kamuoyu önünde isimlendirilmesini sınırlandırıyor ve uzun vadeli sonuçları olacak bunun – kollektif savaş belleğinde kamuoyunun bireysel sorumluluklara dair hafıza kaybına yol açacak...”
(BIRN’de 10.1.2024’te Olivera Simiç imzasıyla yayımlanan araştırmayı derleyip özetle Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).