Emel Kaya
emel_kaya@hotmail.com
Kıbrıs Sanatçı ve Yazarlar Birliği ile Kıbrıs Yazarlar Birliği’nin beraberce yıllardır sürdürdüğü iki toplumlu edebiyat yarışmasının geçen yılki konusu öyküydü. Kuzeyden Salamis Ayşegül Şentuğ ve Tutku Tuğyan, güneyden Konstantinos Markis ve Maria Tsangari dereceye girdiler. Türkçe ve Rumca iki dilli basılan kolektif öykü kitabı, yıllardır adada siyasilerin kurmayı başaramadığı “biraradalık”a edebiyat ekseninden yeni ve umut dolu bir halka daha ekledi.
Dört öykücü de ayrı ayrı, uzun ve ayrıntılı değerlendirmeleri hak ettiklerini, ortaya koydukları ürünlerle göstermiş oldular. Ancak bu yazı, daha çok yayımlanan kitabı tanıtıcı ve öykücülerin dikkat çekici yönlerinin kısaca ele alındığı, kimi tespitlerin yapıldığı bir sınırlılıkla yetinecek.
İlkin, dört öykücü için de ortak olanlardan bahsetmek yerinde olur. 21. yüzyılda çeşitli teknolojik aygıtlar ve sanal algılarla çevrelenmiş olmanın verdiği kaygı ve gerilimin, hepsinde, çeşitli biçimlerdeki yansımalarını görebilmek mümkün. Kimisi bu kaygı ve gerilimle ironiyi kullanarak, kimisi bir hatıra evrenine sığınarak, kimisi her şeyi normalmiş gibi algılatan ancak eleştirel dozu yüksek bir çelişkiler yumağı oluşturarak, kimisi bunu görmezden gelmeyi deneyen bir varoluşsal coşkunluk içinde baş etmeye çalışıyor öykülerinde. İçine doğmuş bulundukları ve yer yer beş duyu ile algılanamayan, algılandığı noktalarda insanın ve toplumun hastalıklı yanlarını, varoluş krizlerini belirginleştiren evrenin içindeki devinimlerin izini sürüyoruz öykülerde.
Bir diğer ortak tarafları, kendileri doğmadan çok önce parçalanmış yurtlarında olup bitenlere, halihazırdaki belirsizliğe ve karmaşaya karşı geliştirdikleri tavırların öykü kişilerinde, herhangi bir propagandaya dönüşmeksizin, çaya batırılmış bir bisküviyi dişliyor gibi bir doğallıkla yansıması. Önceki neslin birtakım acı deneyimlerle yaşadıklarının ardından, kendilerinin sebep olmadığı bir belirsizliğin ve tuhaflığın içine fırlatılarak doğmuş olmalarının varoluşsal izlerini hepsinin kaleminde bir biçimde görebilmek mümkün. Özellikle de bu nedenle, önceki neslin, bu gençlerin öykülerini mutlaka okumaları gerektiğinin altını çizmeliyiz. Geçmişte bu adada yaşananlar öykülerde, artık bambaşka bir kurguda, zihinlerimizi yeniden biçimlendirecek şekilde anlamlandırılıyor. Bu öyküler, yanlış-doğru, iyi-kötü savaş-barış üzerindeki örümcek ağlarını artık temizlememiz gerektiğinin işareti.
Konstantinos Markis, ironik, coşkulu ve dinamik bir anlatıma sahip. Bazen, öylesine tuhaf şeyler yaşarsınız ki, normal bir akıl yürütme üzerinden yaşadıklarınızı dillendirebilmeniz mümkün olamaz. Dillendirseniz dahi, olayların akışı, yoğun duygu karmaşası sırasında gözden kaçabilecek ama sonucu mutlak surette etkileyecek olanları ıskalayabilmeniz mümkündür. Markis’in öyküleri, böyle bir zemine sahip olduğu için, yazar çelişkileri, karmaşayı ve travmatik olanı netleştirebilmek adına ironiyi başarılı bir biçimde kullanır. İroninin yanı sıra üslupta yer yer dikkat çeken abartı ve canlı diyaloglar, öykülerin akıcılığını önemli ölçüde destekler nitelikte. Dolayısıyla seçtiği sözcükler de durağanlıktan ziyade dinamik bir algı oluşturmak üzere örgütlenmiş. Markis’in bir Kıbrıslı olarak mitolojiden beslenen erotik anlatı konusunda da başarılı olduğunu ekleyelim.
Salamis Ayşegül Şentuğ’un öykülerinde ilk dikkat çekenin dil hakimiyeti olduğunun altını çizelim. Nefis bir dil ustalığıyla yazılmış öykülerinde içi içe geçmiş olay akışı, dolayısıyla karşımıza sıklıkla çıkan flashbackler, başarılı iç monologlarla çizilmiş ruhsal portreler, dış dünyanın hatlarını belirginleştiren ve öykü kişilerinin uzamdaki konumunu tespit etmemize yarayan yarı kopuk diyaloglar, öykünün dramatik yapısını derinleştiren leitmotiflerle karşılaşıyoruz. Şentuğ’un kurgudaki ustalığı ve yüksek gözlem gücü, pek çok duygunun ve yaşanmışlığın aynı anda verilebilmesini mümkün kılıyor. Yabancılık, yabancılaşma, aşk, hayalkırıklığı, yazma süreci, modernite ile çatışma, kimlik gibi pek çok temanın bir arada bulunduğu öykülerin en temelinde ciddi bir aidiyet sorgusunun öne çıktığını söyleyebiliriz.
Maria Tsangari’nin öyküleri sinematografik bir yapıya sahip. Bir görüntü yönetmeni titizliğiyle, öyküye dahil olan pek çok şeyin öyküdeki sürecin tamamlanması için odağa çekildiğini rahatlıkla söylemek mümkün. Onun öykülerini en iyi ifade edebilecek sözcük “katmanlaşma”. Varlığı bir bütün halinde ve farklı açılardan sanki etrafında dönüyormuşçasına bakarak kavramaya çalışan ve her açıdan gördüklerini birer katman olarak resme işleyen Kübistler gibi, öyküdeki olay yahut olguyu farklı öykü kişileri üzerinden anlatan bir üslup zenginliği göze çarpıyor. Olay üzerinde yoğunlaşırken bunu tek noktadan, tekil bir bakış açısından yapmayıp hem olayın etki alanını (bir nevi hacmini) genişletiyor, hem bütünün ortasında parçanın tesirini artırıyor, hem de böylelikle oluşturduğu katmanlar arasında okurun çeşitli düşünsel sıçramalar ve anlam alanları yakalamasını sağlıyor. Onun öyküleri, herkesin, kalabalıklar içindeki yalnızlık hiyerarşisinin farklı bir derecesinde yerini aldığının anlatısı. Çünkü bireyler ne aynı tarzda ne de aynı yoğunlukta yalnızdırlar.
Tutku Tuğyan, yozlaşma ve maddeleşmenin her yere sirayet ettiği kapitalist dünyada, betonlaşan şehirlerimizi, sosyalleşme diye yutturulan gürültüyü, duygularımızı ve zihnimizi sömüren sistemi, kendi deyimiyle “merkeZ”i ve adına “modern insan” denilen habis kütleyi odağına alan, eleştirel dozu yüksek öyküler yazıyor. Kapitalizmin Che gibi başa çıkamadıklarını ‘kahramanlaştırma’ ve böylelikle sıradanlaştırma eğliminden mültecilere, ganimetçilerden din adamlarına, Yeşil hat’tan Neo-burjuvalara kadar yaşantılarımıza gizlice yön ve biçim veren ne varsa, Tuğyan’ın öykülerinde bulmak mümkün. “Yasemin” öyküsünde geçen “Betonsuzluk insansızlıktı” cümlesi, sanırım onun eleştirel üslubu ve tematik eğilimleri için bir fikir verebilir. Bu eleştirel üslup, yer yer oldukça ironik, yer yer absürde yaklaşan ve böylelikle bizi kuşatan sistemin kodlarını bir gülümseme yahut kahkaha tufanıyla birlikte gözler önüne serebilen bir başarı sağlıyor yazara. Onu okurken ister istemez içinize çöreklenen acı, öfke gibi duygular da öykünün sonuna geldiğinizde, dokunulabilir bir maddeye dönüşmüş oluyor.
Bu toplu “Öyküler” kitabı, Kıbrıs edebiyatında genç kuşaktan umutla bahsedebileceğimiz bir örnekler demeti sunuyor bize; her bir yazarın öykü kitabını merakla beklemek için pek çok sebep de.