Simge Çerkezoğlu
Berkay Tulumbacı hem çok yetenekli hem de çok yakışıklı bir genç adam. Henüz 25 yaşında ama önü açık bir tiyatrocu. Hatta bekleyelim ve görelim çünkü o Türkiye’nin jönü olmaya da aday. Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde tiyatro eğitimini tamamlamasının ardından soluğu İstanbul’da almış. O gün bu gündür de orada yaşıyor. Konuşmalarında ise “ben de sizden biriyim, burada doğdum, Dereboyu’nda gezdim” diyerek kendini hala adanın bir parçası hissettiğine vurgu yapıyor.
Ali Cüneyd Kılıçoğlu tarafından kaleme alınan “İkinci Dereceden İşsizlik Yanığı” oyunu için Kıbrıs’a geldiniz. Biraz oyundan bahsedebilir miyiz?
Oyun Türkiye’de 2001 yılında yaşanan ekonomik krizi konu alıyor ancak tamamen bunun üzerine kurulmuş değil. Sadece kronolojik sıra olarak o dönemde iş bulamayan ve askerden yeni çıkan bir gencin başından geçenleri anlatıyor. Kara komedi olarak anılıyor. Aslında biraz eğlenceli biraz da insanın içini burkan bir oyun. Tabii yaşananlar sadece bir hükümet ya da onu eleştirmekle ilgili değil. Sanatçı olarak bizim esas görevimiz taraf olmaktan çok doğruyu ve yanlışı, ikisinin arasını seyirciye göstermek böylece doğruyu bulmasını sağlamak. Hani diyoruz ya her zaman tiyatro yaşamın aynasıdır, işte bu yüzden belli bir nokta atışı yapmak yerine o döneme ait bir işsizin başından geçenleri anlatıyoruz. Yazarımız da söylüyor zaten anlatılanlar ne olursa olsun, o döneme de bu döneme de ait olsa, krizler aslında devamlılık arz ediyor. Tarih tekerrür ediyor, ha bu gün ha yarın.
Bu durumda Türkiye’de sıklıkla krizler olduğunu mu söylüyorsunuz…
Sadece Türkiye’de değil. Kıbrıs’ta, Ukrayna’da, Yunanistan’da ve Güney Kıbrıs’ta aslında her yerde var. İnsanlar zaten bunu dönem dönem yaşıyorlar. Bazen bu dönemler uzun da sürüyor. Belki işsizlik bitiyor başka sorunlar ortaya çıkıyor.
“OYUN BENİ SEVDİ BEN ONU”
Tek kişilik ve zor bir oyunla seyirci karşısına çıktınız. Çok başarılı bir performans sergiliyorsunuz. Genç oluşunuz karakteri canlandırışınızı kolaylaştırıyor mu?
Tabii ki. Zaten yazarın yazdığı karakter de çok genç. Askerden dönmüş, iş bulamamış. Aslına bakarsanız ucundan ya da kıyısından da olsa hepimiz bunları yaşadık. Bazı bölümler abartılsa da içine farklı hikayeler katılsa da oyun aslında bizi anlatıyor. Elbette içinde gerçek olan olaylar var. Yazarla da konuştuğumda bazı hikayeleri kendisinin de bire bir yaşadığını söylemişti. Kendimi onun yerine koyuyorum. Bir de benim de yaşadığım şeyler var. Benim de sinirlendiğim olaylar var. Karakteri bazen kendi yerime de koyuyorum. Oyunla bir empati kurabildim. Aramızda bir etkileşim oldu. Sıcak bir yakınlık var. O beni sevdi ben onu sevdim diyelim. Sonuçta da ortaya güzel bir iş çıktı.
Oyun ne kadar zamandır devam ediyor?
24 Ekim tarihinde prömiyerini yaptık. O günden bu güne İstanbul’da oynamaya devam ediyoruz. Bir kez turne için Zonguldak’a gittik. Dünya Tiyatrolar Günü için Kıbrıs’a geldik. Onun dışında hep İstanbul’da oynuyoruz.
PARMAK İZİ
Oyun iki perdelik. Oyunun sonuna doğru çok etkileyici bir slogan var. Slogan ve vermek istediği mesaja da değinebilir miyiz?
“Bir ülkenin parmak izi eğlence mekanları, televizyon programları, adliye önleri, stadyumlar ve meydanlardır.” Oyunda da bununla alakalı belli başlı bir söylem var. Akabinde anlatılanlar ekonomik krizin ve aslına bakarsanız genel krizlerin açıklamasını yapıyor. Diyor ki ülkenin ne olduğunu gösterebilecek en net ve belirgin olay televizyon programları, adliye sarayları, stadyumlar meydanlar ve eğlence mekanlarıdır. Bunlara baktığımız zaman ülkenin ne olduğu çok iyi anlaşılıyor. Yazar çok güzel bir noktadan değinmiş olaya. Devamında da şöyle deniyor “eğlence mekanlarında sürekli silahlar patlıyorsa, adliye önlerinde insanlar adalete güvenmedikleri için adaleti bizzat sağlıyorsa, meydanlarda olaylar çıkıyorsa, insanlar kendilerini yakıyorsa…” diye gidiyor bu sıralamalar, bunlar işte çok önemli. Böylece krizlerin nasıl olduğu nasıl yönetilemediği anlatılıyor. Bir anlamda oyun bir sesleniş de olabiliyor.
“PENGUEN BELGESELİ”
Seslenmek istediği kitle özellikle de yöneticiler mi?
Evet ülkede bakın neler oluyor ama siz bir şey yapmıyorsunuz gibi. Devlet büyüklerimiz olarak buna el atmıyorsunuz deniyor. Oyunda yazar, “televizyon gerçeklerden uzaklaşıp tamamen başka bir kültüre hizmet ediyorsa” diyor, Türkiye’nin de şu an içinde bulunduğu durum tam budur. Hep beraber tam da bunları izliyoruz. Hatta izleyemiyoruz. Penguen belgeseli izliyoruz. Sansür altında yaşıyoruz. Oyun şu an yazılmış olsa sosyal medyaya mutlaka değinilirdi ancak o yıllarda sosyal medya bu denli etkin değildi.
Sözleşmeli olarak İstanbul Devlet Tiyatroları sanatçısısınız. Bu şekilde sözleşmeli olarak çalışıyor olmak size özgürlüğünüzün kısıtlandığını hissettiriyor mu?
Özgürlük kısıtlanması aslında çalıştığım yerle alakalı değil. Bu biraz da devletin kendisi ile alakalı bir durum. Türkiye’de genel durum bu, tiyatroyla alakası yok. Bunun biraz da hükümetle alakası var. Özgürlüğümün kısıtlandığını hissetmiyorum aslında, o şekilde yaşıyorum diyebilirim. Tiyatroda zaten önce oyunlar belirleniyor. Oynamak isteyenler başvuru yapıyor. Eğer kast buna uygunsa biz sizi alabiliriz diyorlar. Oyuncu seçmelerine gidiyoruz. O şekilde oyunlara katılıyoruz. Aslında karşılıklı beğeni ile oyuna katılma şansınız oluyor. Özel tiyatroda da bu böyledir. İstanbul Devlet Tiyatrosu da böyle yapıyor.
BİLİNÇ VE UFUK
Biraz da Ada ile olan ilişkinizden bahsedelim. Burada doğdunuz, şu an için ömrünüzün büyük bir kısmını burada geçirmiş bulunuyorsunuz. Buradaki sanatsal çalışmaları ve tiyatroyu değerlendirmeniz mümkün mü?
Benim görebildiğim kadarıyla burada şöyle bir sıkıntımız var, özünde doyurucu sanattan bahsetmek mümkün değil. Hiçbir yere açılabilmeyi başarmış değiliz. Bundan dolayı da burada yaşamayan biri olarak takip etmekte zorluk çekiyorum. Burada pek çok eksiklikler var. Devlet tiyatrosu var ancak 1999 yılından bu yana sahnesi yok. Oyunlar bir şekilde çıkıyor ama eksik çok. Oysa daha fazla dramaturg, daha fazla oyun yazarı, yönetmen ve oyuncuya ihtiyaç var. İlla ki bu alanlarda eğitim görmüş olmaya gerek yok ama bu işlerle ilgilenen daha fazla insana ihtiyacımız var. Bu işte okul okumak ya da okumamak önemli değil. Önemli olan insanın kendini geliştirmesi, sanatseverlerin sayılarının artması ülkeye yatırım yapılması ve ilerleme sağlanması. Şu anda bu işleri daha fazla Lefkoşa Belediye Tiyatrosu yapıyor. Belediye tiyatrosu ayrıca biraz daha faal gibi görünüyor. Devlet tiyatrosunda ödenek sıkıntısı söz konusu. Sahne bulunamıyor. Belediyede de sıkıntılar var. Elbette sadece sanatçıların yapması gereken şeyler değil bunlar. Yöneticiler de daha fazla çabalamalı, üzerlerine düşeni yapmalı. Ülke genelinde sanat çok önemli bir şey, halkın aydınlanması ve bilinci ile ufkunu yükselten bir şey.
Tiyatro sizin için ne ifade ediyor?
Tiyatro bir insanın ufkunun açılması demek, özünde toplumun tamamına katkı demek. Hangi bütçeyi verirseniz verin, hangi bürokrasiyi yaparsanız yapın ne üzerine çalışırsanız çalışın hiçbir şey bundan daha değerli değildir. Ancak herkesin de bunun farkına varması lazım. Şu anda halkta da toplumda da böyle bir şey yok. Bana inanabilirsiniz ben de sizden biriyim, ben de Dereboyu’nda gezdim. Tiyatroya gidin, izleyin İstanbul’a geldiğinizde bir de oyun izleyin ki size de ülkeye de bir faydası olsun. Aktif olunsun bu çok güzel bir şey. Oturup da “bu ülkede hiçbir şey de olmadı gardaşcığım” demek çok kolay. Böyle böyle küçük küçük de olsa bir şeyler yapılması gerekiyor. Toplumun açıkçası biraz daha bu konuda bilinçlenmesi şart oldu, gelişim ancak bu şekilde gelecek.